26.11.1998
Amerika Al Capone’u temizlemekle övünedursun; Türkiye Al Capone’u solda sıfır bırakan 84 dosya ile boğuşuyor. Dosya sahiplerinin hemen tamamının arkasında mafyanın karanlık koruması var
Ömer Lütfü Topal’ın öldürülmesinin ardından ortaya çıkan gerçekler, devletin ele geçirilmesi noktasında mafya ve kara para çetelerinin kol kola girmişliklerinin somut delillerini gösterdi bize. Bunun üzerine başlayan araştırmalar ise sıcak para olarak adlandırılan ve yasadışı yollardan elde edilen paraların kaynaklarını ortaya çıkardı.
Türkiye genelinde dolaşan bu ‘sıcak’ paranın 150 milyar doları bulduğu tahmin ediliyor. Bunun yarısını uyuşturucu ve diğer kaçakçılık ile suç örgütlerinin finans kaynakları, yarısını ise devlet bütçesinden çalınan veya rüşvet parası olarak alınan paralar oluşturuyor.
Türkiye’de rüşvet ve yolsuzluk talanına açık halde bulunan kamu kaynaklarının, mafya ve diğer grupların yağmasından kurtarılmasının en öncelikli yolu, kamu bankalarının bir an önce özelleştirilmesinden geçmektedir. Çünkü kamu bankaları hem dolar üzerinden verdikleri krediler yoluyla, hem de diğer kredi kaynaklarının kullandırılması anlamında Türkiye’deki bozuk sistemin baş besleyeni olmaktadırlar.
Çözüm bankaların satılması
Devletin mücadele ettiği mafya grubu, bir kamu bankasından, ele geçirdiği siyasetçiyi kullanarak istediği kadar para alabilmektedir. Bunun önüne geçilemediği ortadadır. Kamu bankaları Almanya’da, Hollanda’da kara para soruşturmaları geçirmektedirler. Kamu bankaları yurtdışında oluşturdukları
‘Off-shore’ banka ağlarıyla, kurdukları garip ortaklık ilişkileriyle kredilendirme, teminat mektubu verme ve satın alma işemleriyle Hazine üzerinde bir büyük yük oluşturmaktadırlar. İlişkiler örümcek ağı gibi örülmekte, kamunun parasının takibi zorlaşırken, köşeyi dönenler, kazananlar hep vurguncular olmaktadır.
Çözüm, bu bankaların bir an önce satılmasıdır. Bunu yapmak çetelerle, kara para düzeniyle mücadelenin en önemli boyutunu oluşturacaktır.
Kamunun bankacılık yapamadığı zaten bilinmektedir. Hazine destekli, sürekli tüketen ve arpalık haline gelen bu bankalardan bir an önce kurtulmak gerekmektedir. Bunu yaparken Türkiye’nin özelleştirme konusunu, ihale ve diğer yasalarda yapacağı düzenlemelerle şefafflaştırması kaçınılmazdır.
Bunların yazılacağı günü buldun dediğinizi duyar gibiyim. Hükümet gensoruyla düşürülüyor, ben siyasi iradenin tam anlamıyla ortaya konulmasıyla çözülebilecek şeyler yazıyorum. Biraz zamansız gözükse de sorunun özünü oluşturan bu noktaya değinmekle, geleceğe ışık tuttuğumuz kanısındayım.
Sonra iktidarların değişimiyle Türkiye’nin temiz toplum ideallerinin zayıflayacağını düşünmek istemiyorum.
İhale düzenimizdeki şeffaflık anlayışının televizyon kameralarının önünde ihale yapmak olmadığına inanıyorum. Olsaydı, Türk Ticaret Bankası satışı bugün bu noktada olmazdı.
Kamunun hissesinin bulunduğu ve yönetim kurullarını atadığı bankalarda da durum aynıdır.
Alın yine Türk Ticaret Bankası örneğini elinize. Bankanın yönetiminde iki, denetiminde bir kamu temsilcisi var. Ama 1994 yılından bu yana banka 64. madde kapsamında. Yani Hazine denetimi altında. Genel Müdürü Hazine atıyor, yönetimi Hazine belirliyor, banka batıyor.
Türk Ticaret Bankası’nı batıran krediler hep Hazine kontrolü altındayken veriliyor.
Eze Zeytincilik, Erol Evcil de,
28 yaşındayken büyük krediler alabilecek boyuta ulaşan Kamber Ocak da diğerleri gibi Hazine denetimindeki bankadan kredileri aldılar. Yani sonuç; devlet banka yönetemiyor, yönettiği bankanın soyulmasını engelleyemiyor. Çünkü siyasetçisinden, bürokratından, kendisinden bankayı koruyamıyor.
Eskisinden daha kötü bir tablo karşımıza çıkıyor. Kamu temsilcileri yönetemiyor, ama Hazine’den sürekli para akışını sağlıyor. Buna ne denetim ne de yönetim denir. Buna yağma derler.
Bu yağmaların delili Hazine tasdikli bilançolardır. Türk Ticaret Bankası
1994-1995-1996 yıllarında bilançolarına göre kâr içindeler. Ne oluyorsa 1997 yılında banka birdenbire 130 trilyon zarar ediyor. Peki o zaman geçmiş yıllardaki bilançolar ne işe yarıyor?
Devlet uyutuluyor, birileri zengin oluyor.
Şimdi bütün bu yağmanın kaynaklarına inilerek yapılan soruşturmalarda, çok önemli sonuçlara ulaşılmışken, bir hükümet değişikliği söz konusu. Gelinen noktada geri adım atılmamasını sağlamak gerekiyor.
Devlet mafya ve çetelerin oyuncağı olmamalı. Bunun için sivil toplum kuruluşlarının özelleştirmeler, DGM savcılarının yürüttüğü soruşturmalar, Maliye Bakanlığı elemanlarının yaptığı incelemeler hakkında sürekli bilgi alması ve bunların takipçisi olması gerekmektedir.
Böyle olmazsa, kurulacak yeni hükümet veya ara dönem iktidarlarının bakanlarından bazıları yürütülen çalışmaları engelleme misyonunu “Bu çalışmalar Türk ekonomisine zarar veriyor, batacağız’ laflarıyla üstlenirlerse buna karşı olmak gerekmektedir. Türkiye’nin geldiği noktada Susurluk ile ilgili soruşturmalar, kumarhaneler, uyuşturucu kaçakçıları, kara para, mafya destekli özelleştirme uygulamaları ve bankalar kapsamında yürütülen 84 soruşturma dosyasının üzerinde titremek gerek. Bu çalışmaları dejenere etmeye kalkan herkese karşı toplumsal tepkimizi göstermeliyiz. Türkiye kaybedecek
Örneğin Organize Suçlar ve Kaçakçılıkla Mücadele Daire Başkanlığı ile buna bağlı olan İstanbul Emniyet Müdürlüğü Şubesi’ndeki çalışanları ödüllendirip, onlara arkalarındaki büyük halk desteğini göstermek gerek. Maliye Bakanlığı’ndaki kadrolara, hiçbir gücün onları durdurmaya yetmeyeceğini anlatmak gerek.
Kara paracı mafya artıklarının karşısında korkusuzca mücadele eden hesap uzmanlarının, müfettişlerin, vergi denetçilerinin yıldırılmasına izin verilmemeli. Onların yolu açılmalı. Çünkü onlar yeni Türkiye’nin ekonomik sisteminin mimarisini şekillendiriyorlar. Ekonomik kurumlarımızı ve paramızı kirli ellerden, mafyadan, uluslararası tekellerin siyasi kıskaçlarının aracı olmaktan kurtarıyorlar. Amerika, İsrail, Almanya üçgeninde gelişen ve Ortadoğu ile Kafkaslar’ın paylaşılma planlarına bu kahraman yurttaşlar ‘dur’ diyor. Çünkü yeni paylaşım planlarında öne sürülen en büyük kozlar ekonomik cephelerden geliyor. PKK’nın para kaynaklarına, uyuşturucu ticaretine karşı son bir yılda verilen mücadele 10 yıl önce verilebilseydi, sorun çoktan çözülürdü. Çünkü bugün üzerinde durulan soruşturma dosyalarının parasal büyüklüğünün, yaklaşık 1 katrilyon olduğunu açıklarsak çalışmalar hakkında biraz daha aydınlatıcı olurum sanıyorum.
Türkiye’de bugün yürütülen çalışmalar uluslararası niteliktedir. Boyutları itibariyle dünyada yapılan en büyük temizlik harekâtıdır. Amerika yıllardır bir Al Capone’u temizlemekle övünedursun, Türkiye; Al Capone’u solda sıfır bırakacak 84 dosya ile boğuşuyor. Bu dosya sahiplerinin hemen tamamının arkasında mafyanın kanlı ve karanlık koruması bulunuyor.
Şimdi önlerine yığılan trilyonluk rüşvet tekliflerini ellerinin tersiyle itip,
200 milyon liralık aylıklarıyla Türkiye’yi temize çıkartmaya çabalayan savcıyı, polisi, maliye denetim elemanlarını satın alamayanların siyasetçi avına çıkmalarından hiçbir şey elde edilemeyeceği açıktır. Çünkü onların sistemi tıkamalarına yurttaş kararlılığı izin vermeyecek.
Yosa kaybedecek olan Türkiye’dir.
Gensoruyla düşürülen bugünkü iktidar Türkiye adına karanlık işlerle mücadelede çok yol almış, önemli başarılar sağlamıştır. Bunun kesintisiz bir şekilde devamı toplumsal duyarlılıkla sağlanacaktır.
Burada görev çetelerin, mafyanın elinden biraz olsun yurttaşlara düşmektedir. Hangi siyasi görüş olursa olsun başlatılan mücadelenin takipçisi olmak zorundadır. Bunun dışında davranacakların bilmesi gereken şey, halk huzurunda teşhir edilecekleri ve adaletin elinden yakalarını kurtaramayacakları gerçeğidir.
Türkiye soyulmasına sessiz kalmayacaktır. Toplum, çeteleri yakalamakla görevlendirilen özel ekibin çalışmalarını, DGM savcılarının kara para ve Susurluk bağlantılı cinayetler soruşturmasını, Nesim Malki ve Yener Kaya cinayetlerinde gelinen noktaları hep soracaktır. Bunların arkasında yatan uyuşturucu ve kara para finansmanını takip edecektir. Kara paracı bankaları, işadamlarını, mafyayı besleyen organizatörleri, aracıları, tefecileri hiç bu kadar köşeye sıkıştırmamıştık. Şimdi bunları adalete teslim etme zamanıdır. Bundan geri dönüş olamaz. İhale yasasını, çek-senet yasalarını, organize suçlarla mücadele yasasını, ceza yasalarını çıkartacağını seçim taahhüdü olarak programlarına alamayanlara oy verilmeyecektir.
‘Zaman kısa, seçime gidene kadar biz yapılanları unutturur; soruşturmaları kapatır, paraları hortumlamaya devam ederiz’ zihniyetinde olanlar sandıkta boğulacaklardır.
Türk halkı namuslu ile namussuz arasındaki farkı çok iyi biliyor. Seçimden temiz yönetim ilkesinin bayrağını en önde tutan siyasi görüş başarıyla çıkacaktır.