31 Ocak 2002
Erzincan, Kemaliyeliyim. Eğin de denilen o dünya güzeli ilçeyle ilgili ilk tekerlemeyi DYP muhabiri iken eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’den duymuştum. Eğinli olduğumu öğrenince Demirel seçim otobüsünde gülerek, “Olmayasın üç beldenin birinden Eğin, Darende veya Gürün’den” demiş ve eklemişti, “Aslında onu olamazsın diye derler ya, böylesini rakipler daha çok seviyor…” gülmüştük.
Ya Adanalılar ile ilgili anlatılanlar? Veya Rizeliler, Trabzonlular için söylenen fıkralar hepsi bir ince zekanın ve rekabetin tatlı ürünleri değil mi?
Koruma mı yasaklama mı?
Böyle değilmiş. Yeni öğrendik. Önceki gün Adanalı bir dostum “Yahu ne yapıyorlar böyle anlamadım, şimdi yılan ile Kozanlının öyküsünü anlatamayacak mıyım?” diye sordu.
Evet bunların hiçbirini anlatamayacaksınız. Değiştirilmeye çalışılan Türk Ceza Kanunu’nun 312 ile 159. maddeleri bugünkü şekilleriyle yasalaşırsa yandık. Ne siyaset kurumları ne siyasetçi ne de halkın ince zeka ürünü nüktelerine geçit var bu ülkede. Yasa maddelerine yerleştirilen kelime oyunlarıyla garip, uçuk, anlamsız, uygulaması Türk kültür ve siyaset yaşamını köreltecek yasaklar getirilmeye çabalanıyor. Buna mutlaka karşı çıkılması lazım.
Türk Ceza Kanunu’nun 312. maddesinin bugünkü hali siyaseti hizmet değil gücü ele geçirmek amacıyla kullananlara karşı bir kalkan. Bu kalkanı Türkiye’nin koşullarına uydurmak kaçınılmaz. Ama uyduralım derken, yasakçı olmaya gerek yok. Suçu işleyeni cezalandırmak dururken, olasılıklarla cezanın yaygınlaştırılmaya çabalanması hata olmaz mı?
Neden Tayyip’e değil?
Recep Tayyip Erdoğan ve diğer siyasal İslamcı siyasiler aldıkları bu cezadan kurtulsunlar diye bir kampanya var. Ben bu konuda hiç de ılımlı düşünmüyorum. Ama 312. maddeyi herkesin başında Demokles’in kılıcı yapmaya gerek var mı?
Türkiye’nin koşullarında 312. madde gibi siyaseti tarikata, ticarete, bölücülüğe malzeme yapanları durduran bir maddeye elbette ihtiyaç var. Malatya, Sivas, Çorum, Kahramanmaraş katliamlarını unutmadık. Menemen, Konya gibi kalkışmalar ve sonuçları ortada.
Elbette Türkiye kendini bunlara karşı koruyacak. Elbette Türkiye’nin bu olayları bir daha yaşamamak için refleks yasaları olacak. Ama Türkiye’nin gelişmiş bir siyasi yaşamı da olacak. Bunun önüne engel koymak yasaklanan şeylerin büyümesine yol açar ki asıl tehdit budur bence.
Türkiye ne yazık ki hukukunu yitirdi. Siyaset de, toplum da, kurumlar da hukuksuzluk nedeniyle sancılı. Hukuk kurumları başta olmak üzere hukuk adamlarının oturup Türkiye’de yasaların neden ve neye karşı yapıldıklarını iyiden iyiye anlaması gerekiyor. Türkiye’de eş dost hukukunun bitirilmesi gerekiyor. Hukuk birilerinin elinde kumpas aracı olmaktan, entrika aracı olmaktan, hukuksuzluğun maşası olmaktan kurtarılmalı. Burada siyasetçiden ve siyasetin kurumlarından önce hukukçulara ve topluma görev düşüyor.
312 maddenin bir tek Tayyip hakkında uygulamasına bakın, parası ve gücü olanın hukukla nasıl oynadığını göreceksiniz. Bunu önleyemeyenlerin, başkalarına karşı yasaklarla duvar örme çabasını doğru bulmuyorum.
Türkiye’de Meclis çalışıyor. Herkes aferin diyor. Çalışıyor da ne yapıyor, bilen var mı? Bu Meclis kendi yaptığı yasaları en çok değiştiren Meclis aynı zamanda. Yazık.
Bankacılık Yasası örnek
Meclis’te bunlara kafa yoran kaç milletvekili var? Örneğin Mehmet Ali İrtemçelik’in feryatlarını duyuyor musunuz? Diyor ki: “Cumhurbaşkanımızın bankacılıkla ilgili yasanın 3 maddesini TBMM’ye iade ederken belirttiği anayasal gerekçelere itiraz eden, edebilen yoktur. Dolayısıyla, bu maddelerin gerekli düzeltmeler yapılmaksızın tekrar Çankaya’ya sunulup, yasanın Anayasa’ya aykırılığına rağmen yürürlüğe girmesinin temini yoluna gidilmesi halinde, TBMM, bir yandan kamu vicdanını, diğer yandan da Anayasa’yı hiçe sayarak yasa yapmakta ısrar etmiş olacaktır.
“IMF’nin tepkisinin ve bunun olası sonuçlarının neler olabileceği” dahil, hiçbir mülÉhaza Türkiye’nin kendine saygılı bir toplum ve kurumlaşmış bir devlet olmaktan çıktığının tescili anlamına gelecek olan böyle bir adımı haklı gösteremez. Hükümet ve Meclis’teki iktidar çoğunluğunun, gelinen noktada biraz durup düşünmeleri; “mektepsiz bir maarif” arayışından Türkiye’ye hayır gelmeyeceğini anlamaları; sağduyu ve devlet ciddiyetini rehber edinmeyi denemeleri, hem kendileri, hem de ülkemiz açısından çok yararlı olacaktır.”
Bu sesin bugünkü Türkiye’de anlaşıldığını sanmıyorum. Sorun da bu değil mi?