04 Haziran 2002
AB ile ilişkilerde bugün, düğümlenen ilişkilerin sorun kaynaklarının neler olduğunu ortaya koyacak ilk toplantı yapılıyor. AB’ye girme, ya da girmememe konusundaki tutumlarını netleştirecek parti liderleri, düğümü çözecek ya da öylece bırakacaklar. Türkiye, Çankaya köşkünde yapılacak zirve ile gelecek hedeflemesinde neyi ne kadar istiyor bunu görecek.
AB’ye ilkesel olarak girme konusunda hemen herkes aynı düşüncede. Ama iş icraata geldi mi muhalefette de, iktidarda da büyük görüş ayrılıkları olduğu ortaya çıkıyor. Bu aslında yıllardır biriken sorunların AB sopasıyla düzeltilmek istenmesinden de kaynaklanıyor. Oysa bu aşamada diğer sorunlarını çözebilen ve demokratikleşme konusunda ülkenin ihtiyaçlarını gideren bir siyasal yapı oluşturulabilseydi bugün AB’nin sopasıyla kimse bir şeyleri düzeltme ihtiyacını hissetmeyecekti.
IMF ve AB istemiyor
Türkiye’de son dönemde, ya AB istiyor gerekçesiyle yapılıyor reformlar ya da IMF. Oysa değişim isteği Türkiye’nin tabanından gelen bir talep. Talepleri görmezden, duymazdan gelen bir yönetim, Türkiye’de neyi nasıl değiştirecek? Türkiye’nin ihtiyaçları ile parti ve lider ihtiyaçlarını karıştıran bir siyaset anlayışı egemendi son üç yıl öncesine kadar.
Türkiye’de halkın değişim talepleri ekonomik kriz ile de birleşince, önce IMF bastırmalı değişiklikler yapıldı. Bunların büyük bir kısmının Türkiye’de yeterli araştırma ve çalışma yapılmadan gerçekleştiğine, ileride büyük sıkıntıların kaynağını oluşturacağına inanıyorum. Özellikle tarım sektöründe yapılanlar ile birçok kurumun yönetiminin siyasetçi dışlanarak bürokratlara teslim edilmesinin, yani özerk kurum olgusunun acısını Türkiye çekecek.
Özerk kurumlar ne yazık ki bize özgü bir yapılanmayla, hükümetin memurları arasından seçilenlerle oluşturuldu. Özerk kurumların, özerkliğini tartışmaya şimdiden başlarsak sanıyorum gelecekte daha az sıkıntı çekeriz.
Oysa AB ile bütünleşme çabasındaki Türkiye’nin kurumsal yapılanmasına yön verecek unsurun AB normları olması gerekmez miydi?
AB normu deyince illa ki idam cezası ve Abdullah Öcalan’ın asılması mı gündeme gelmelidir? Elbetteki hayır. Türkiye idam cezası ile AB’den önce yüzleşmeli ve bunu ortadan kaldırmalıydı zaten. Geciken her reform sonuçta karşınıza bir engel olarak çıkıyor. Bu noktada AB önemli değil. Türk halkının değişim isteğini dinleyen kimse var mı? Ben değişim ve değiştirilmek istenenler konusunda Türk halkının taleplerinin dikkate alındığını sanmıyorum.
Halkın talepleri dikkate alınsa AB konusunda bir iç siyasi çekişme yaratılabilir miydi? Bütün siyasi partiler bu olgunun arkasında dursa, Türkiye bir ulusal sorun olarak AB’ye girmeyi desteklese, pazarlıklar da buna göre olurdu. Türkiye eli güçlü bir şekilde AB ile masaya oturur, bu kadar zorda kalmazdı.
Çankaya zorlu sınav
Bugün yapılacak toplantıda görünüşte herkes AB’ye girmekten yana. Oysa temelde pek çok karşı çıkılan nokta var. Ama bunlar MHP dışındaki partilerce dile getirilmiyor.
SP ve AKP Recai Kutan ile, Recep Tayip Erdoğan AB’den yana. DSP ile ANAP Bülent Ecevit ve Mesut Yılmaz AB’den yana. DYP ve MHP AB’den yana ama şartları var. Bu şartlardan Öcalan’ın idamı konusunda Kutan ve Erdoğan da onlara destek veriyorlar.
Bu tabloda MHP dışındaki partilerin gelir geçer ve seçmen profillerine göre eğilip, düzelen yaklaşımlarının Türkiye’ye bir katkısının olması mümkün mü? Hayır. Onlar AB konusunda kararlı bir destekçi olan Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in tutumundan da etkilenip aykırılıklarını bıraksalar da MHP ne yapacak bu çok büyük önem taşıyor.
MHP kilit
MHP AB ve diğer konularda bir hükümet tasarrufuna gidebilir mi? Yani hükümeti bozma gibi bir durum söz konusu olur mu? Devlet Bahçeli’nin sağduyusu ve devlet adamlığı yönü bunun o kadar çabuk ve kolayca olmayacağının göstergesi. Ama illa ki olmayacak diyebilmek mümkün değildir.
Bu durumda AB ve Türkiye düğümü için Cumhurbaşkanı ile MGK’nın tutumu ve Başbakan Ecevit’in sağlık durumu etkileyici unsurdur. Bu ilk toplantı bize AB yolunda neyin ne olduğunun göstergelerini verecek. İyi bakmakta yarar var.