19 Haziran 2002
KKTC ve Kıbrıs sorununun uluslararası alanda algılanması nasıl? Türk tarafının masadan kaçtığına ve bir çözüm istemediğine ilişkin kanaat giderek yaygınlaşıyor. Türkiye’de de çözüm için biraz daha verelim diyenlerin sayısı hiç de küçümsenecek gibi değil. Bunlar da KKTC’den daha çok Türkiye üzerinde baskıyı artırıyor. Ancak bütün bu baskıların ötesinde, Rum kesimi için AB takviminin işlemekte olması, soruna bir çözüm bulunmadan Rumların AB’ye üye kabul edilmesinin de yaratacağı büyük açmazları ortaya koyuyor. Böyle bir durum adadaki bölünmüşlüğün tescili anlamına gelecek. Peki Türkiye bunun sonuçlarına dayanabilecek mi?
Rumlar güçlü
Kıbrıs’ta tarafların yaklaşık 50 defa bir araya geldiği doğrudan görüşmelerden, başlangıçta yaratılan olumlu havanın aksine pek ümit verici haberler gelmiyor. Hatta görüşmelerin bugüne değin birkaç defa kesilme aşamasına geldiği, ancak Denktaş’ın bu kez Rum tarafının tahrikleri karşısında dengeli bir tutum izleyerek, görüşmelerin devamını sağladığı belirtiliyor. Yani masanın güçlü eli Rum tarafı.
Görüşmelerin bundan sonra da aynı gitmesi halinde, çözüm konusunda bir ilerleme sağlanmasının mümkün olmayacağı anlaşılıyor. Bu da geçmiş yıllarda Türkiye ile Yunanistan arasındaki bir mesele olarak görülen Kıbrıs’ın artık Türkiye ile AB arasında önemli bir sorun haline dönüşmesi anlamına geliyor. Yani Türkiye Kıbrıs olmadan AB’ye giremeyecek. Peki Kıbrıs konusunda karar verilebilir mi? Bana sorarsanız bu siyasi yapıda olanaksız.
Onlar ne diyor?
Peki Yunanistan, AB ve ABD’nin tutumları ne? Yunanistan akıllı bir manevra ve stratejiyle Kıbrıs meselesini son 10 yıllık dönemde AB konusu haline getirdi.
AB, adada bir çözüm olup olmadığına bakmaksızın Kıbrıslı Rumların üyeliğe alınması sürecini işletiyor. Rumların üyeliğini şimdilik Amerika da destekliyor. Ama çözümsüzlük karşısında ne yapacak o bilinmiyor.
ABD’nin ayrıca Kıbrıs özel koordinatörü var. 1999’dan bu yana Tom Weston’ın çözüme katkıda bulunacak bir ilerlemesi olmadığı ortada. Amerika, bir yandan ülkedeki en güçlü lobilerden olan Rum lobisinin baskısıyla baş etmeye, diğer yandan da Doğu Akdeniz’de güvenlik ve istikrar bunalımına yol açacak bir gerginlik veya çatışmanın yaşanmamasına çalışıyor.
Türkiye çok zorda
Bu durumda, insanın aklına ister istemez, “Tam üyelik yolunda ilerleyen, ekonomisi KKTC’ye fark atmış ve Türkiye dışında bütün ülkelerce adanın meşru hükümeti olarak tanınan Rumların, müzakerelerde neden tavize yanaşmasını beklediğimiz” sorusunu getiriyor. Pek çok kişi “Rum tarafı, siyasi eşitlik ve ortaklık ifadelerini dahi kullanmaya razı olmuyor ve sulandırılmış bir garantörlük sistemi ile kendilerinin denetiminde olacak bir Kıbrıs istiyor. Yunanistan ile ‘Enosis’ ve AB üyeliği sağlamaya çalışıyor” diye düşünüyor.
Türkiye bir yandan, AB üyesi olmaya çalışıyor ve hükümet bu nedenle çatırdıyor. Diğer yandan ise, görüşmelerden ekim ayına kadar sonuç alınamaması ve AB’nin Rumlar ile tam üyelik müzakerelerine başlama kararı alması halinde, AB ile ilişkilerini derinden sarsacak bir durumla karşı karşıya bulunuyor. Türkiye, Ecevit’in ağzından zamanında açıkladığı gibi KKTC’yi “ilhak” ya da doğru bir ifadeyle KKTC ile bütünleşme sürecini resmen başlatma kararı aldığı takdirde, Türkiye ile AB ilişkilerinin onarılması yıllarca sürecek yeni bir sürünceme ile karşı karşıya kalacağı da mutlak. Yani Kıbrıs Türkiye için “Kırk katır ile kırk satır” tercihine doğru ilerliyor. Üstelik de Rumların tam üyeliği engellenmezse elde edecekleri veto hakkı, AB işini iyice çıkmaza sokacak.
Karar ayı ekim yaklaşıyor. Türkiye bu zorlu döneme hazır mı? Daha doğrusu neye hazırız, neye değiliz, bilen var mı?
Bugünlerde Milli Takım’ın bayram coşkusu yaratan zaferiyle sarhoşuz. Senagal’i de yenip kupayı alma yolunda bir adım daha atacağız. Bütün isteklerimiz bu yönde. Ama Ankara’da bazılarının bugünlerde sıkı çalışması gerekiyor. Tıpkı Milli Takım’ın futbolcularının yaptığı gibi.