10 Haziran 2002
Adalet Bakanı Sayın Hikmet Sami Türk ile çok eskilerden tanışırım. Kendisi bir Ticaret Hukuku profesörüdür. Kitabı olmadığı için çoğu kimse onu bu alanda değil de, daha çok ürün verdiği seçim sistemleri üzerine yaptığı çalışmalarla tanır. Cumhuriyet gazetesinde sık sık 1980 sonrası yazılarını yayımlardık. Kibarlığı, titizliği, çalışkanlığı ile tanırdık. Ben kendisinin siyaset serüvenine atılmasına da çok sevinmiştim. Ama önce af, sonra yasalarda yaptığı değişiklikler ve özel yaşama ilişkin duyarsızlığı hukukçu kalite ve kalibresinde siyasetçi olamadığını gösterdi bana göre.
İstifa etse daha büyürdü
Af ve uygulamaları ile ilgili bir şey söylemek istemiyorum artık. Bu konuda kendisi kamu vicdanında mahkumdur kanımca. Ben onun yerinde olsam bu şartlı salıverme yasasını çıkartmak yerine, sık sık blöf olarak ileri sürdüğü istifa mekanizmasını çalıştırır, Türkiye’de bu kötü yasayla anımsanmazdım.
Bakan Bey’in bir de özel yaşamlar konusunda garip ve çok manidar demeçleri oluyor. Anlamakta zorlanıyorum. Önce telefon dinlemesi konusunda, “Ne olacak dinlesinler” mantığını sergiledi. Bir hukukçu, üstelik de Adalet Bakanı bunu nasıl söyler bilemiyorum. Bireyi, değerleri, kurumları, ticaret hakkını ayaklar altına alan, özel konuşmaları kasetler yapıp sağa sola dağıtan resmi mekanizmayı savunmak haklı görülebilir mi? O zaman Anayasa’nın, diğer yasaların bir önemi kalıyor mu?
Seks şantajına bakış
Şimdi de Nuh Mete Yüksel ile ilgili açıklamasını hayretle okudum. Keşke susmayı başarsaymış. O şantaj amaçlı kaset kendilerine de ulaşmış. Ne yapmış kendileri, işi hemen Teftiş Kurulu’na havale etmişler. Ben onun yerinde olsam, ikide bir açtığı soruşturmalarda makamıma çağırıp öyle değil böyle olmalı diye fikir beyan ettiğim savcıyı arar, “Biz hukukçumuzu şantaja, montaja, komploya, kumpasa, ayak oyunlarına yedirmeyiz. Gerçeği buluruz, çıkartırız. Siz adil yargılama görevinize devam edin. Özel yaşamları bu kadar ucuz harcanacak duruma düşürmeyiz” derdim. Kumpasın arkasını arardım.
Bakan Bey ne yapmış? Kaseti almış. Büyük olasılıkla izlemiş (çünkü bir yargı beyanı var) ve diyor ki: “Kaset bize de iletildi. İddiaların incelenmesi için Teftiş Kurulu Başkanlığı’na havale ettik. Biz de gerçeklerin ortaya çıkmasını bekleyeceğiz. Diliyorum ki montaj olsun.”
İyi de Sayın Bakan, tutun ki bu kaset montaj ya da değil! Ne olacak yani? Ne fark eder?
Şantajcıya destek mi?
Bir savcının veya siyasetçinin veya herhangi bir bürokratın şantaj amaçlı böylesi bir olayda harcanması mı gerekiyor? Şantajı yapanlar değil de özel yaşamının gizi şantajla, montajla ortaya dökülmek istenen savcı veya herhangi biri mi suçlu olacak? Yazıktır… Bu anlayış Türkiye’yi bitirir. İnsanları bitirir. Buna Adalet Bakanı veya adalet mekanizması, hukukçular prim verirse hepimizin evlerine gizli kamera koyar bu şantaj çeteleri, yatak odalarımızı teşhire başlar. Bu alçaklığı, pespayeliği, belden aşağı vurmayı haklı çıkartacak bir tek sözü dahi hiçbir hukukçu veya siyasetçiye yakıştıramam.
“Diliyorum ki kaset montaj olsun” ne demek Sayın Türk? Kaseti izleyince başka bir kanıya mı kapıldınız? Size başka bir bilgi mi ulaştı? Size bu kaset nasıl geldi? Kimler getirdi? Bu kaseti kim çekmiş? Nasıl çekmiş? Nasıl üretmiş? Niye üretmiş? Niye Nuh Mete Yüksel? Neden şantaj? Niye size yollanmış? Neden bu kadar oyun? Nedir bunca komplonun sebebi? Bunları hiç düşündünüz mü?
Cinsellik mi önde?
Nuh Mete Yüksel’in cinsel organından veya özel yaşamının mahremiyetinden kimler çıkar umuyor? Neden ona bu şantajı yapıyorlar? Bu şantaj bir politikacıya yapılsaydı, örneğin bir kabine arkadaşınıza yapılsaydı ne olurdu? Kimler Nuh Mete Yüksel’den, neyin intikamını alma çabasındalar?
Size, tanıdığım Hikmet Sami Türk’e bu açıklamaları, tavrı, tutumu hiç yakıştıramadım. Ben sizin hukukçu kimliğinizi, insan özelliğinizi kinden, intikamdan, hırstan arınmış bulurdum. Yanıldım mı yoksa Sayın Türk? Yoksa siz hâlâ o eski fezlekenin (Sayın Hüsamettin Özkan ile ilgili Halk Bankası fezlekesi) intikamını alma umudunda mısınız? Şantajcılar bunu da bildikleri için mi kaset size iletildi yoksa? Bakanlığın verdiği kınama cezası yetmez mi sizce?
Özkan da karşı çıkar
Ben Hüsamettin Özkan’ın bile böyle bir durum karşısında Nuh Mete Yüksel’e dönük bu çirkin tezgahı lanetleyeceğinden eminim. Benim tanıdığım Özkan’ın vicdanı bu pisliği benimsemez.
Türkiye’deki bütün savcıları, yargıçları, avukatları, baroları, hukukçuları, adalet adamlarını, sivil toplum örgütlerini, siyasetçileri özel yaşam teşhirine, şantaja karşı durmaya çağırıyorum. Gizli kaydedilen ses kasetleri orda burada yayımlanan herkes buna karşı sesini yükseltmeli. Nuh Mete Yüksel’i sevsin sevmesin, yaptıklarını beğensin beğenmesin özel yaşama saygı gereği, şantaja, montaja, tehdide, hukuku etkileme çabasına karşı olma inancıyla insanların bu olayda şantajcılara karşı saf tutmaları gerekiyor.
Savcılar sahipsiz
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Nuh Mete Yüksel’e karşı girişilen bu alçak saldırıyı kendisine yapılmış saymalıdır. Bu tuzak ve şantaj ters çevrilip hazırlayanların suratına bir tokat gibi, bir boş eldiven gibi vurulmalıdır. Bu yapılırsa Türkiye’de bundan sonra hiç kimse şantajcılıkla hukuku veya bir başka kurumu ve kişiyi etkisizleştirme acizliğini göstermeye kalkamayacaktır.
Şimdi bir Türkiye Cumhuriyet Başsavcılığı Kurumu olsaydı, bu şantajı yapanlar saklanacak delik arardı. Ama ne yazık ki hâlâ bu kurum yok ve savcılar sahipsiz.
Sayın Hikmet Sami Türk, umarım ben sizin demecinizi yanlış anlamışımdır. Umarım siz yanlış anlatmışsınızdır. Umarım eksik aktarılmıştır sözleriniz. Umarım siz şantaja uğrayan bir adalet adamının hukukunu koruma görevinizi tarafsızlıkla yerine getirirsiniz.
Umarım burada önemli olanın kasetin içeriğinin değil, o kasetin niye hazırlandığı ve ne için şantaj malzemesi yapıldığı gerçeği olduğunu herkes anlar. Türkiye’yi bir DGM savcısının cinsel organının veya kasetteki görüntüsünün ilgilendirdiği kadar, o kaseti oluşturanların niyeti de ilgilendirmelidir. Yoksa, hukuk da yoklukla maluldür zaten.