12.08.1999
Türkiye’de hukuk ta temelinden sarsıldığı için adaleti uygulamak çok zor. Son af yasa tasarısı da çelişkileri katmerlendiriyor. Yargının bugüne dek aldığı kararlar, devleti soyanlar lehine bozulacak
Adalet devletin temelidir…Tabii ‘adalete’, ‘hukuka’, ‘hukukun üstünlüğüne’, ‘adliye’ye inanıyorsanız. En başta da devletiniz bunlara inanıyorsa…
Bu inancın kuru kuruya olmaması lazım. Yaşanılır olması lazım. Sokakta, evde, hayatın her alanında hukuk üstünlüğünün geçerli olması lazım. Yani kardeşini öldürtmek için mafya babasına para veren ‘işadamı’ ile devletin trilyonlarını cebe indiren tokatçıya, baklavacıdan birkaç kilo fıstık çalan çocuğa aynı muameleyi yapacaksınız. ‘Balık baştan kokar’ sözünü hiç hatırdan çıkartmayıp, cumhurbaşkanı dahil her yönetici hukukun karşısında güç denemesine girişmeyecek. Banka dolandıran, mafya yatakçılığı, beslemeciliği, yaltaklığı yapan, ya da fırından ekmek çalan için hiç kimse devreye girmeyecek. “Alır sorgularsanız, tutuklarsanız, kıyameti koparır, burayı başınıza yıkarım” diye bakanı, valiyi, yargıcı, savcıyı, polisi tehdit etmeyecek.
Hırsızlara koruma
Mafya babası Çankaya Köşkü’nün santralına telefon edemeyecek, lojmanında barındım diye gerinerek dolaşamayacak. Hayali ihracatçı, vergi şampiyonu yapılmayacak. Çalan, soyan, vuran korunmayacak. Katil, hırsız, namussuz af var diye yeni suçlara azmettirilmeyecek. Savcı, kaçağı evinde saklamayacak. Polis hukuk yerine, parası olana tabi olmayacak. Yargı adamı, ‘vicdanı ile cüzdanı arasında tercih yapmaya’ zorlanacak kadar kötü koşullar altında bırakılmayacak.
Adalet dağıttığınız binaları ihale mafyasının lideri İnci ‘Baba’ya (Ankara Adliye Binası. Üstelik ruhsatsız inşa edildi), ya da genelev patroniçesi Matild Manukyan’a (Şişli Adliye Binası) tabi kılarsanız, kimi kime şikâyet edeceksiniz? İşte o zaman çıkın meydanlara bağırın, “Biz Hazreti Ömer’in adaletine sahibiz, Dicle’nin kıyısında kaybolan kuzunun hesabını bizden sorun” diye. Büyük ve süslü lafların arkasına saklanıp, kavramların içini boşaltırsak havanda su dövmekten başka ne iş yaparız ki? Devlet olmak; adalet dağıtmak ve herkese eşit muamele etmekse, sizce biz ne durumdayız?
Adalet sorunu bugünün meselesi de değildir. Türkler adalet konusunda hep kötü sınavlar vermiştir. Osmanlı’da kadılar adalet yerine rüşveti yerleştirmişlerdir. Kadılık 15’inci yüzyıldan sonra ücretlerinin düşük olması gerekçesiyle yozlaşmıştır. Yani o dönemin yargıçları vicdanlarına değil cüzdanlarına tabi olmuşlardır. Hatta bu nedenle, Yıldırım Beyazıt kadıların ilimleriyle ilgili işler yapmadıklarını ve fesada başvurduklarını öğrenince bütün Osmanlı ülkesindeki kadıların Yenişehir’de bir eve doldurularak yakılmalarını emretmiştir. Ancak bu Çandarlı Ali Paşa’nın araya girmesiyle önlenmiştir. Yani adaleti ne kurumlaştırabildik, ne de yaşanılır hale getirdik. Ya vurup öldürerek ya da gücü ve parası olanın dümen suyuna yatan yargıları, adalet sayarak bugünlere geldik. Peki ama yarınlara nasıl gideceğiz?
Adaleti ‘teslim’ alanlar
Türklerin kurduğu devletlerin hepsinin adaletleri bozulduğu için yıkıldığını söyleyeceksiniz, ama ülkücü mafya oluşturacaksınız. Ülkülerinizi yakacaksınız… Devrimciyim deyip uyuşturucu işine karışacaksınız, yabancı gizli servislerin oyuncağı olacaksınız… Devlet içinden çete çıkartıp faili meçhul cinayetler işletecek, uyuşturucu tacirlerini koruyacak, devleti hukuk dışında her işte kullanacaksınız. Sonra da hukuk devletiyim deyip uygar dünyaya yöneleceksiniz. Olmaz. Bu numarayı cahil bıraktığınız halkınıza yutturabilirsiniz ama dünyaya yutturamazsınız. Bunlar aymazlık tarifidir, başka bir şey değil.
Adalet adamlarının eğitiminden, çalışma koşullarına her şey konuşuluyor da, nedense özgürlükleri, bağımsızlıklarına sıra gelince susuluyor. Hükümet kendini denetleyen, icraatlarının hukuka uygunluğuna karar veren Danıştay’ı yok etmek istiyor. Turgut Özal ile başlayan hukuka karşı atak süreci siyasette tam gaz devam ediyor. İnsan insanın kurdudur misali, yargıç yargıcın kurdu oluyor. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu birkaç yıl önce, Ankara İdare Mahkemesi Başkanı Necmettin Koçtan’ı 40 yılı aşan meslek kıdemine bakmadan, kendileriyle ilgili bir kooperatif davasında yargıçlar aleyhine karar verdi diye Ankara’dan sürdürmedi mi? Yargıç, savcı atamalarında politikacı ne isterse o olmuyor mu?
Hani Türkiye’de kuvvetler ayrılığı ilkesi vardı? Hani yargıç ve savcı teminatı? Bunları yargıçlar korumazsa kim koruyacak? Bunlar olmazsa hukuk olur mu? Siyaset elini adaletten çeker mi? Tahkimi çıkartacağım diye yargının verdiği bir kararı ortadan kaldırıp, Necmettin Erbakan ile bu suçtan cezaevine giren diğer politikacıları kurtarmaya kalkarsanız yargı ne duruma düşer? Yargı neden siyasete, ‘siz ne yapıyorsunuz’ diye sormuyor? Makam araçları, lojmanlar veya binalar için bağırıp çağıran adalet adamları şimdi niye susuyor?
Yargı bugün içinde olduğu açmazlardan ve düştüğü uçurumdan daha derin bir uçuruma düşer sanılıyorsa yanılırlar. Erbakan ile ilgili kararı veren ve onu onaylayan yargıçların yerinde olmak ister misiniz? Çünkü bundan sonra başkalarıyla ilgili kararları verirken, hangi ruh halinde olacaklarını düşünmek bile istemiyorum.
Çocuklar güvercin çalmışlar… İstanbul’un orta yerinde… Büyük suç…
30 yıla yakın hapis cezası aldılar. Meclis af çıkartıyor, ama o çocuklar af kapsamının dışında kalıyor. Bu aftan Gaziantep’teki baklava soygununu gerçekleştiren çocuklar da yararlanamıyor. Onlar kapsam dışı. Kapsam içinde olanlar banka soyanlar. Onlar da içlerinde ikiye ayrılıyorlar. Bankayı eğer silahınızı çeker de soyarsanız aptallığınıza yanın. Silahsız soygun yapın, hatta mümkünse kendi bankanızı soyun, içini boşaltın, korkmayın devlet babanız büyüktür, sizi affedecek. Siyasetçinin adaleti de, af duygusu da böyle işliyor.
Af kimin için çıkacak?
“Ünlü hukukçularımızdan Faruk Erem, ‘Suçluyu kazıyın, altından insan çıkar” derken bu durumları görmüş olmalı. Devlet baba sokakta sahipsiz kalıp tinere, uyuşturucuya alışan çocuklarına barınak olacağına, vurguncuya, soyguncuya, katile babalık edecek! Af var…
Sevinsek mi, dövünsek mi bilemiyorum. Ne cezaeviniz cezaevi ne de sokaklarınız sokak. Cezaevlerinde insanlık dışı koşullar altında, ya da ceza ile alakası olmayan şartlar içinde suçlu dediğiniz insanları tutuyorsunuz. Ya da parayı bastırana cezaevlerini beş yıldızlı oteller haline getiriyorsunuz. Cezaevlerinde rüşvet, iltimas almış başını gidiyor. Gardiyan can korkusundan, ‘cüzdanı ile vicdanı’ arasındaki çelişkiden dolayı, mahkûmun memuru haline gelmiş. Sorunlar almış başını gitmiş. Cezaevi suçlunun ıslahı değil, azdığı yerler haline dönüşmüş. Adalet bütün yapılarıyla dökülür olmuş. Gelin her şeyi bir tarafa bırakalım ve adaleti düştüğü uçurumdan çıkartalım. Hukuk olmadan cumhuriyet, hukuk olmadan devlet, hukuk olmadan insan, hukuksuz ‘hayvan’ bile olunamayacağını anlatmak için acaba daha ne gerekiyor?
Yararlanılan kaynak: Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu-XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı