AKP iktidarının herkesten gizlediği bir “Türkiye Projesi” var. Bu proje uygulamalarıyla ortaya koydu ki; uygulayıcı lideri olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın otoriter tutumu ile yerleştirilecekti.

Ben buna karşı çıktım. Recep Tayyip Erdoğan beni önce çalıştığım medya kuruluşlarından uzaklaştırdı. Bu konuda yaptığı baskılara karşı kendi yayın şirketimi, Kanaltürk Televizyonu’nu kurdum.

Kanaltürk muhalif olması yüzünden Maliye Bakanlığı tarafından iki yıl boyunca bütün evraklarına el konularak incelemeye alınmış, film satan firmalar mali denetime sokulmuş, Kanaltürk’e film satışı engellenmiştir. Ayrıca Devlet Bakanı Egemen Bağış ve iktidarın görevlendirdiği danışmanlar ile AKP yetkilileri Kanaltürk’e reklam ambargosu uygulamıştır. Ve reklam verenleri tehdit etmişlerdir. Ayrıca Kanaltürk’te yayımlanan haberler nedeniyle AKP Diyarbakır Milletvekili tarafından kiralık katillere öldürtülmek istendim. Kanaltürk’ten çıkarken kurşunlandım. Suikastçıların telefon konuşmaları yasal dinlemelere takılmış. Suikastçı olayları itiraf etmiştir. Kanaltürk üzerindeki baskılar artarak devam etmiştir. Kanal yandaşlarınca ele geçirilene kadar bu baskılar devam etmiştir. Kanal çalışamaz hale getirilmiştir. El değiştirince bütün sorunlar hemen çözülmüştür.

Türk siyasal hayatının son 20 yılına damga vuran Cumhuriyet Mitingleri 2006-2007 yılları arasında organize ettiğim 6 mitingden oluşmaktadır. Ben bu mitingleri demokrasinin gelişimi için organize ettim. Hepsi sivil toplum örgütlerinin katılımıyla gerçekleşmiştir. 14 Nisan 2007 Ankara Tandoğan mitingine 1,5 milyon kişi katılmıştır. 28 Nisan Burhaniye mitingine 30 bin kişi katılmıştır. 29 Nisan İstanbul Çağlayan mitingine 3,5 milyon kişi katılmıştır. Ardından İzmir Gündoğdu meydanında yapılan mitinge 2 milyon kişi katılmış ve bu mitinglerin hiçbirinde olay çıkmamıştır. Mitinglerde ortak slogan “Ne şeriat ne darbe tam bağımsız demokratik Türkiye” olmuştur.

Ben mesleğimi ödünsüz yaptığım, özgür düşünme ve karşı çıkma hakkımı kullandığım için tutuklandım. 23 Eylül 2008’den bu yana suçumu söyleyin dedikçe “sen suçunu biliyorsun” diyen savcılar ve tutukluluğu cezaya dönüştüren yargıçlarca cezaevinde tutuluyorum. Yıldırılmak, engellenmek ve yok edilmek isteniyorum. 110 gündür de hiçbir gerekçe olmaksızın tek başıma tecrit hücresinde tutuluyorum.

Başbakan 2000 yılında İstanbul Belediyesi’ndeki yolsuzluk haberlerim ve kendisinin 1 milyar doları olduğuna dair müfettişlerce hazırlanmış raporları haber yaptığım için Silivri’de tutulduğumu söyledi. Ben gerçeği yok etmek isteyenlere karşıyım. Cehalete karşıyım. İfade özgürlüğünü zindanlara doldurup, susturanlara karşıyım. Davanın adı Ergenekon veya KCK olması fark etmiyor; bağnazlığa karşıyım. Adalet arıyorum.

Şiddetin sokaklarımızı ve yatak odalarımızı esir almasına, şiddetin devlet eliyle otoriterlikten faşizme dönüştürülmesine karşıyım. Bu anlayışın siyaseti esir almasına karşıyım. Tek politik ve dini güç olmak isteyenlere karşıyım. İktidar, muhalefet fark etmez tek sesli düzene karşıyım. Ben siyaset kartellerine karşıyım.

Türkiye’de mafya ve devlet destekli çetelere, yolsuzluklara karşı mücadele ettim. İlk faili meçhul cinayetleri ve bunların devlet destekli oluşunu belgeledim. Susurluk çetesinin ceza almasını sağlayan belgeler, Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın kimliğini ben açığa çıkardım. 14 kitap yazdım, hemen tamamında bunları anlattım.

“Bana Susurluk raporu neden sende çıktı? Yeşil’in kimlikleri neden sende?” diyorlar. “Arşivinde neden Gizli raporlar var?” diyorlar. Gazetecide ne çıkacak?

Şimdi bana savcıların söyleyemediği bir suçtan; TCK 311 TBMM’yi ortadan kaldırmak, 312 Hükümeti ortadan kaldırmak, 314/2 Silahlı Terör Örgütü üyesi olmaktan 2 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis ve 300 yıla kadar da hapis cezası istemiyle yargılanıyorum.

Suçumun delilleri ve hukuki fiil gerekçeleri söylenmiyor. Tutuklandıktan 14 ay sonra 21.12.2009 günü çıkarıldığım duruşmada “suçumu söyleyin, savunma yapacağım” dedim ama savcılık mehil istedi.

Mahkemeye soruyorum ama söylemiyor. Oysa tutukluluğa devam kararını mahkeme başkanının karşı oyuna rağmen iki yargıç sürekli aynı nedenle ve AİHM kararlarına aykırı olarak gerekçesiz olarak reddediyor. İkiye bir oyla 33 aydır tutukluyum. Mahkemeye şöyle sesleniyorum; ama onlar beni duymak yerine Ankara’daki otokrat siyasi patronlarını dinliyorlar:

Birey olarak devlete karşı hangi suçu, ne zaman işledim? Yoksa burada bulunmam bana karşı devletin suç işleme durumumudur. Ben hak ve ödevlerimi yerine getirip, kurallarına göre yaşarken devlet iradesini bana karşı suç işlemekte nasıl kullanır? Ceza suça bağlıdır. Bana, devlete karşı suçumu söyleyin. Ben TBMM’yi ne zaman cebir şiddet, ben hükümeti ne zaman cebir şiddet kullanarak yıkmaya çalışmışım? Ben Ergenekon denen örgüte ne zaman katıldım? Benim yöneticim kim? Bana hangi talimatı veriyor? Ne zaman, nerede? Hangi iradem suça dönük? Ne zaman terörü övdüm? Danıştay saldırısı ve Cumhuriyetin bombalanmasına ben karışabilir miyim? Soruyorum, vicdanınıza soruyorum ben PKK’lı olabilir miyim? Hangi mütemadilik bağı, hangi düşünce birliği, hangi irtibat? Deliller nerede? Eylem ne? Zarar gören kim? Nerede, hangi zararı gördü? Ne zaman gördü? Kim buna şahit oldu? Ceza, suça bağlı bizim hukukumuzda, evrensel hukukta da öyle. Suçum ne? Deliller nerede? Ödevini oligarşinin isteklerine bağlayan devlet, devlet olabilir mi? 27 aydır ne yaptığınıza bakınız. Yasaların özü, ruhu vardır. Siz Türk Ceza Yasasının ve Ceza Muhakemesi Yasası’nın özünü, ruhunu yok ediyorsunuz. Hukuku rakip, muhalif yok etmekte kullanmaya kalkan cehalete karşı çıkmak sizin ödeviniz. Meşru ilişkilerim, sosyal hayatım, siyasal tutumum yasalara uygun ve şeffaf bir yaşam sürmem suç sayılıyor. Unutmayın buna dur demezseniz, bu canavarı burada boğmazsanız adaleti ve hukuku egemen kılmazsanız, bu canavar sizi de yutar. Benim Ergenekon hikayem budur.

Tuncay ÖZKAN
Silivri 1 Nolu Cezaevi

-Tutuklu Gazete