30 Ekim 2003
Özlersiniz… Özlemek hasrettendir, dostluktandır, can olmaktandır. Özlemek aşktandır…
Burnunuzda tüter, ateşler içinde yanarsınız, yanar kor olursunuz, kimseler fark etmez. Bir siz bu narı anlarsınız. Oysa elinizi uzatıp tutsanız, anlarlar ama yapamazsınız, dokunduğunuzu yakarsınız. Sadece gizleyebilirsiniz aşkınızı, ama söz geçiremezsiniz yüreğinize, aklınıza. Buram buram terlersiniz, esir düşmüş, sürgüne gitmiş askerler gibi:
‘Ela gözlerinde yeşil hareler’ memleket kadar çok, ama çook, insan başka neyi özler?
Sürgün
Kıraç topraklar üzerinde sürgündesiniz. Yenilmiş, yıkılmış, ama ölmemişsiniz. Yüreğinizde saklı aşkınız, yaşamak zorundasınız. Gurbeti, hasreti, acıyı, inadına yaşamayı öğreneceksiniz. Ölmeyeceksiniz, aşkınızı öldürmeyeceksiniz, direneceksiniz.
Geceleri yıldızlara bakıp vatanı, yarinizi, bir de evladü ayali düşleyeceksiniz. Elinizi atıp bir dikeni avuçlayacak, susacak susacaksınız…
Unutulmayı kabullenip, unutmayacaksınız. Amentü okur gibi dönüp arkanızı yıldızlara, mehtabın aydınlattığı toprakları avuçlayıp, mırıldanacaksınız:
‘Ey gönül gene bu gece/ Kederim geceden yüce/ Gel susalım beraberce/ Böyleymiş kara yazımız’…
Uyanmak
Sabah yüreğiniz dayanırsa günü kurtarmaya; uyanırsanız, yarinizin kokusu burnunuzda kalkacaksınız. Esir düşmüş bir adamın mahcubiyetinde, taa içinizdeki çocuğa, esaretin özgür kuşuna, güzel bir buse yollayacaksınız. Unutmayacaksınız, unutmayacaksınız: Özgürlüğü, bağımsızlığı, vatanı ve bir de aşkı, unutmayacaksınız.
Gözleriniz size isyan eder de ıslanırsa hayalleriniz, göz kapaklarınızı kesip atacaksınız. Yaralarınızı yalayacak, yalacak ama kanatmayacaksınız. Uğruna ölemeseniz de, ‘ela gözlerinde yeşil hareler..’ olan vatanı, aşkınız unutsa da, siz unutmayacaksınız.
Ölmek
Yariniz satsa aşkını bir bezirgana, atsa denizlerin en derin yerlerine gölgenizi; siz unutmayacaksınız, unutmayacaksınız. Unuttuğunuzda yok olacaksınız. Esaret ölmek değil ki.
Yanmış, yıkılmış topraklar üzerindesiniz. Atılmışsınız bir kurşunun üzerine, ıskalamış sizi, ölmeyi istemiş ölememişsiniz. Geçmişsiniz düşman eline. Namusunuz, onurunuz, vatanınız, aşkınız ve siz esirsiniz! Günlerce sövülmüş, dövülmüş, sürülmüşsünüz. Bilmektesiniz ki artık ne şehit, ne gazi, ne de kahramansınız. Artık sadece esirsiniz.
Aşk
Gönlünüzde bir aşk, aklınızda özgürlük, ellerinizde kelepçe kurtuluş planları yapacaksınız. Şeytan adasından, çölden, denizden, bir fırsat çıkarıp kaçmaya bakacaksınız.
Sizi öldü bilecekler, dönmez bilecekler, ama siz dönmek için yaşayacaksınız. Bu hasrete, ıstıraba dayanacaksınız. Olmazı oldurup, düşleri gerçek kılacaksınız. Vatanınıza döneceksiniz… Şaşırmayın ve evsiz, işsiz, aşksız kaldığınızı göreceksiniz. Savaştan önce neyseniz, o bile değilsiniz artık. Ağlayacak, ağlayacak, ağlayacaksınız. Ama yıkılmayacaksınız. Ölüp ölüp dirilecek ama yıkılmayacaksınız.
Anlayacaksınız; aşkınız terk etse, herkes unutsa, siz unutmayarak kazandınız. Aşk ölür mü aşık ölünce. Yani ‘Siz elmayı seviyorsunuz diye, elmanın da sizi sevmesi şart mı?’
Aşk ölümsüzdür. Aşıklar ölür, aşk yaşar. Adına vatan deyin, sevda deyin, ne derseniz deyin. Aşkınızı öldürmeyin. İnsan, ancak o zaman ölür.
SKY Türk’te Murat Erker, Dr. Ali Satan ve Erkam Sarı’nın hazırladığı ‘Bekle Beni Vatan’ belgeseli bende bu duyguları uyandırdı. İlk kez esir düşmüş Türk askerlerinin serüvenini izledim ekranda.
Ağladım, ağladım, ağladım…