Tam 19 aydan bu yana Ergenekon sanığı olarak Silivri Cezaevi’nde yatmakta olan değerli dostum ve gazeteci arkadaşım Tuncay Özkan’dan gelen 7 Mart 2010 tarihli mektubu size aynen iletiyorum.
İçeride haksız yere tutulan bir insanın çığlığını, hukuk ve adaleti arama özlemini yansıtan bu mektup, aslında bir ibret belgesidir. O nedenle, virgülüne bile dokunmuyorum:

“Canım Emin ağabey, merhaba. İyi ki varsın. Aklına, yüreğine, eline sağlık. Varol.
Ağabey, ben tutuklanalı tam 1 yıl 7 ay oldu.
O günden bu yana ‘Suçumu söyleyin, delilleri gösterin’ diyorum ama hep aynı yanıtı veriyorlar: ‘Suçun söylenmemesine…” Ergenekon davası bir çıkmaz sokak. Size hem davanın, hem de kendi durumumun geldiği noktayı iletmek istedim. Dava tıkandı.
Mahkeme Başkanı, Mustafa Balbay‘ın aralarında olduğu, benim de dahil olduğum bir grup insanın tutuksuz yargılanmasını istiyor.
Ama iki üye karşı çıkıyor. Davayı tıkadılar.
Tutukluluk cezaya dönüştü. Oysa biz yargılanmak istiyoruz. Ama: – Adil yargılanmak istiyoruz.
– Hızlı yargılanmak istiyoruz.
– Tutuksuz yargılanmak istiyoruz.
Ama ne yazık ki bunu yapmıyorlar. Cezaevi insanlarla doldu taştı. Yaşlı, genç, sürekli insanları getiriyorlar.
Gazeteciliğimi, muhalif duruşumu suç sayıyorlar. Gazeteciliğe Cumhuriyette başlamam suç. Kanaltürk’ü kurmam suç.
Siyaset yapmak istemek suç. Sivil toplum örgütü suç. Evimde Atatürk’ün Bursa Nutku çıktı. Onu terör örgütü üyeliğinin delili saydılar. Benim için iki kez ağırlaştırılmış müebbet hapis istiyorlar.
Ama suçumun ve delillerin söylenmesi yasak.
Cezaevinde 24 saat 4 kamera ile tuvaletin kapısına kadar çekip izliyorlar.
Öyle olaylar, dramlar yaşanıyor ki,  inanılmaz. İnsanlar deliriyor. Ölüyor. Ama tutum değişmiyor.
Bize de (AKP ye) muhalif olmanın cezasını çektiriyorlar.
Yasalar, usul, delil, sanık hakkı yok sayılıyor.
Bunların da geçtiğini elbet göreceğiz.
Ben hem merhaba demek, hem size bilgi vermek, hem de özlemle, hasretle kucaklamak için yazdım.
Hanımefendiye en içten saygılarımı iletirim.
Sîzi çok seviyorum.
Tuncay Özkan.”

Acı ve ıstırap dolu bir mektup. Baştan sona haksızlıklara uğramış, suçunun ne olduğu bile bilinmeyen bir Silivri tutuklusunun haklı feryadı.
Basından hepimiz izledik… Tuncay duruşma salonunda defalarca sordu: “Ey mahkeme heyeti, benim niçin, hangi suçu işlediğim için burada tutulduğumu lütfen bana açıklayın. Hiç değilse suçumu bileyim, bu konuda delilleri göreyim. Hangi terör örgütüyle nasıl bir ilişkim olduğunu böylece öğrenmiş olayım.” Ama, bazılarına göre Tuncay suçluydu!.. O Cumhuriyet mitinglerinde konuşma yapıp halkı kışkırtmış (!), kurduğu Kanaltürk televizyonunda AKP karşıtı yayınlar yapmış ve yaptırmıştı. Bu ağır suçların (!) bedelini ona elbette ödetmek gerekirdi.
İşte şimdi o bedeli ödetiyorlar.
Bir tutuklu düşünün, tam 19 aydan bu yana cezaevinde yatırılıyor ve suçunun ne olduğunu bilmiyor. Bu olay Afrika’nın kabile devletlerinde, Latin Amerika’nın muz cumhuriyetlerinde olsaydı bu kadar yadırgamazdık. Ama Türkiye’de, Tayyip’in hukuk devletinde (!) oluyor.
İşlerine gelince milleti “Biz hukuk devletiyiz, yargı ne derse o olur” palavrasıyla uyutmaya yeltenenlerin, işlerine gelmeyince “Bari Ankara Belediyesi’ni de Danıştay gelip yönetsin” diyebilenlerin dönemi işte bu! İşlerine gelince hukuk devleti, işlerine gelmeyince guguk devleti!
* * *
Silivri’deki Ağır Ceza Mahkemesi’nin Başkanı, Tuncay Özkan, Mustafa Balbay gibi bazı arkadaşlarımızın tahliyesini istiyor. Ancak öteki iki üye her seferinde karşı çıktığı için işkenceye dönüşen tutukluluk sürüp gidiyor.
Geçenlerde Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu ile sohbet ediyorduk.
Kanadoğlu’nun söyledikleri ilginçti: “Yıllarca Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı yaptım. Eğer bir mahkemenin başkanı, belli hukuksal konularda mahkemenin üyeleri ile sürekli anlaşmazlık ve fikir ayrılığı yaşıyorsa, yapılacak iş basittir. Başkan ilgili makamlara bu durumu bildirir. Ya istifa eder, ya da kendisinin veya üyelerinin görevden alınmasını talep eder. Sonuçta ya kendisi gider, ya da mahkemenin üyeleri. Ergenekon davasında acaba niçin bu yapılmıyor? O zaman akla ister istemez ‘Danışıklı dövüş mü acaba’ sorusu geliyor.”

GECİKEN ADALET, ADALETTİR

Sadece Tuncay Özkan ve Mustafa Balbay değil, bir yılı aşkın süredir tutuklu olan, bazılan Silivri Cezaevi’nde, bazıları hastanede yatmakta olan Prof.
Dr. Mehmet Haberal gibi rektörler, öğretim üyeleri, generaller, subaylar, gazeteciler ve ötekilerin tek özelliği vardı: AKP iktidarına karşı çıkmak ve bu amaçla demokratik yollarla örgütlenmeyi düşünmek! Onların “terörle” ilişkisini gösteren bir tek kanıt bugüne kadar ortaya çıkmadı. Dahası, Mehmet Haberal, Levent Ersöz gibi hastanelerde yatan pek çok tutuklunun sorgusu bile henüz yapılmadı. Niçin?
Çünkü onları tutuklu kılan anlayışa göre, şeytan azapta gerek! Sadece geciken adalet, adalettir! Adaleti bilerek geciktireceksin ki, içeride yatan o AKP karşıtı yurtsever insanlar çile çeksin. ıstırap çekmeye devam etsin.
Tuncay Özkan mektubunda diyor ki “Davayı  tıkadılar, tutukluluk cezaya dönüştü. Ama biz yargılanmak istiyoruz.” Sonra ekliyor: “Bunların da geçtiğini elbet göreceğiz.” Mutlaka göreceğiz. İşte o zaman, düşünme sırası bu durumları yaratanlara gelecek! Tuncay’ın Silivri’den feryadını bütün Ergenekon tutuklularının feryadı olarak görüyorum… Ve elimden başka bir şey gelmediği için ‘Bu günler de geçecek. Allah onlara sabır versin’ diyebiliyorum.

Emin Çölaşan