09.09.1999
Anayasa, hukuk kavramı içinde nerede yer almaktadır? Bu sorunun yanıtı, konuşmasıyla yeni bir tartışma yaratan Yargıtay Başkanı Sami Selçuk’un eleştirilerinin değerlendirilmesinde, yetkin bir rol oynayacaktır.
Selçuk konuşmasının tamamının bulunduğu metinde, anayasa ile ilgili eleştirilerini net bir biçimde aktarıyor. Anayasa’nın yapılış, halkoyuna sunuluş ve uygarlık ölçütleri bazındaki içerik yapısını onaylamadığını söylüyor. Ben de buna aynen katılıyorum. Selçuk’un eleştirilerini yaparken kullandığı üslup ise herkesin kendi değerlendirmesine açık. 1982 Anayasası’nın yaptırıcısı Kenan Evren’in üslubu çok mu güzeldi? Belki de bazılarına güzel gelmiştir…
İşin üslup ve zamanlama tartışmalarının ötesinde içerik açısından tahlilinde büyük yararlar bulunuyor. Aslında Türk hukuk sisteminin içinde bulunduğu durumla ilgili bu tartışmalar hiç de yeni değil. Anayasa ile de sınırlı değil. Daha bir hafta önce af konusunu tartışma masasına yatırmıştık. Bugün Selçuk’u eleştirenlerin hemen tamamı affa karşı oluşlarını neredeyse Sami Selçuk’un tanımlarıyla dile getiriyorlardı. Bugün işe 1982 Anayasası karışınca, ortalık da karıştı.
Olağanüstü koşullar
Bana göre ‘Anayasa’ hukuk kavramının üstünde bir metin değildir, onun parçasıdır. Türkiye’de anayasal metinleri oluştururken, ne yazık ki hukuksal kavramların ortadan kalktığı dönemlerin etkin olması, oluşturulan hukuk metinlerini de olumsuz etkilemektedir. 12 Eylül 1980 Türkiye’de bir iç savaş senaryosunun bıçakla kesilir gibi durduğu tarihin, darbenin adıdır. 11 Eylül günü yaşanan terör, 12 Eylül’de nasıl bitmiştir, bunu dönemin başbakanı, siyasi liderleri, kamu yöneticileri değerlendirecektir. Ama bu yapılamamaktadır. O günlerin yöneticileri, bugün de Türkiye’yi yönetiyor. Bir tek Cumhurbaşkanı Demirel, o tarihlerle hesaplaşılamadığını dile getiriyor. Bülent Ecevit bu dönemin muhasebesini yapmış olmalı ki, susuyor.
Sokaktaki adam için o dönemlerin muhasebesinin yapılamamasının önündeki engel, bugün yürürlükte bulunan Anayasa’dır. Anayasa’nın geçici 15. maddesidir. Şimdi Türkiye ile Yunanistan arasında olağanüstü dengesizliklerin oluşmasına yol açan NATO’nun savunma sistemine Yunanistan’ın kayıtsız, şartsız tekrar alınması olayını, Kenan Evren’in buna onay vermesini Türkiye değerlendirebilir mi? Hayır. O dönemlere ilişkin yolsuzluk, usulsüzlük ve laiklikten ödün, insan hakları ihlalleri konularını yargıya yansıtabilir mi? Hayır. Neden? Çünkü Anayasa buna engeldir. Peki ama bu Anayasa yüzde 93 kabul oyu almış bir belge olduğuna göre, halk buna evet dediğine göre, ‘yani yolsuzluğu soruşturma, siyasi hatanın üstüne gitme, işkencenin hesabını sorma’ demiş olmadı mı? Bu mantıkla bakarsanız oldu. Ama böyle bakmak Türk halkını, geleceğini, tarihini töhmet altında bırakmak olmaz mı? O gün Türkiye’de yapılanları 82 Anayasası’nın aldığı kabul oylarıyla değerlendirmek, bugünü karartmaz mı? Bugünün Cumhurbaşkanı’nı, Başbakan’ı, CHP’yi, MHP’yi, bunların kadrolarını hangi duruma düşürür bu mantık?
Halk, seçimini yaptı
Halk 1982 Anayasası’yla hesaplaşmasını daha bir yıl sonra 1983 genel seçimlerinde yaptı. Zorla seçtirilmek istenen, Kenan Evren’in dayattığı partiyi sandığa gömdü. O mantığın siyasi uzantılarına tahammülü olmadığını gösterdi. ANAP’a oy verdi. Sonra ANAP’a da 1982 yılında yasaklarla ‘yok ettiği’ siyasi liderleri tekrar görmek istediğini söyledi. Yasakları kaldır dedi. ANAP direndi, Turgut Özal meydanları dolaştı, ‘bunları hortlatmayın’ diye. Halk ‘Turgut Özal’ı elinin tersiyle itti, doğru bildiğini yaptı. Yasakları kaldırdı. Aynı halk işkence ve kötü muameleye karşı olduğunu yıllardır anlatıyor. Bunlara direniyor. Yani 1982 yılında malum oylamada neyi kabul ettiyse, tersini yapıyor. Tersini istiyor. Peki ama bu halk deli mi? Bence olaya bakarken zamanın koşullarını değerlendirmekte fayda var. O gün meydanlarda Kuran’dan ayetler okuyup, imam hatip okulları için kulis yapan ve din dersini zorunlu kılan Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, bugün de aynı görüşleri mi savunuyor? O gün arkasında duran Silahlı Kuvvetler bugün olsa arkasında durur mu? 28 Şubat biraz da 12 Eylül 1980’in sonucu değil mi?
Sami Selçuk’un söylediği her kelime yıllardır tartışılıyor. Sonuç alınamıyor. Çünkü 12 Eylül mantığının hukuku, Anayasası, yasaları içinde uygar dünyayı kucaklamaya çaba sarf ediyoruz. Peki ama 12 Eylül’ün 1980 yılında bile uygar dünyada yeri var mı? Bugün varolabilir mi?
Sami Selçuk’a kızmayalım. O yıllardır dile getirdiği, doğrularını anlatıyor. İnsan düşüncesini hapsedemezsiniz. Konuşacak. Konuşurken kantarın topunu kaçıran hukuk sistemimize ilişkin söylediklerinin eksiği var fazlası yok. İçinde bulunduğu Yargıtay önüne gelen dosyalara ne kadar sağlıklı bakıyor, bakabiliyor? Son yıllarda Yargıtay içinde rüşvet konusunda dile getirilen iddiaların hepsi mi yalan? Bana göre hukuk sistemimizde de balık baştan kokuyor. Bu kokunun giderilmesinin yolu Anayasa’dan başlayarak bir hukuk reformu gerçekleştirmektir. Reformdan kastım da ‘cüzdanı ile vicdanı arasında sıkışan’ yargıçların maaşlarının ayarlanması durumu değildir.
Önce kendimizi düzeltelim
Sami Selçuk’un laiklik, din eğitim ve öğretimi, çokkültürlü yapıların özerklik ve çokhukukluluğa dönüşebileceği endişesini yaşadığım ‘küreselleşme’ yaklaşımına karşıyım. Ama bu onun doğrularını yok etmiyor. Türkiye geçmişiyle yüzleşmekten korkmamalı. Halkın isteklerine kulaklarını tıkayanlar kaybediyor. Deprem bunun en güzel örneği. Sivil inisiyatifin gelişimini engelleyen güç Anayasamız değil mi? Siyaseti, dernekleri, üniversiteyi, eğitim sistemimizi dikenli tellerle çeviren, özgür düşünce ve özgür ifadenin önüne bloklar koyan 1982 Anayasası değil mi? Aynalar bize bizden başkasını gösteremiyor. Korkmamak için önce kendimize çeki düzen verelim, sonra aynaya bakalım ne dersiniz?