Babası Tuncay Özkan’ı görebilmek için her fırsattaSilivri’ye koşan Nazlıcan derslerini aksattı. Çok zorgirilen Avusturya Lisesi, tercih yapmasını isteyince hiçtereddüt etmedi “Önce babam” dedi, okulunu değiştirdi
Dün, Ergenekon’un 71’inci duruşması yapıldı. 720 gündür tutuklu olan gazeteci Tuncay Özkan’ın kızı 17 yaşındaki Nazlıcan Özkan da duruşmayı izleyenler arasındaydı. Nazlıcan, 2 yıldır cezaevinde yatan bir babanın kızı olarak yaşadığı çaresizliği ve zorlukları VATAN’a anlattı: Ben ‘mahalle baskısı’nın ne olduğunu babam hapse girince anladım. Eğitim gördüğüm lisede babamı ziyaret etmem rahatsızlık yarattı. Beni seçim yapmak zorunda bıraktılar. Ben de tabii ki babamı tercih ettim.
Asrın Davası olarak bilinen Ergenekon’un üçüncü ve dördüncü iddianamelerinin sanıkları 71. kez hakim karşısına çıktı. Sanıklar bir yandan savunmaklarını yaparken bir yandan da aylardır görmedikleri sevdikleriyle hasret giderme fırsatı buldu. İşte bunlardan biri de gazeteci Tuncay Özkan’dı. Özkan’ın kızı Nazlıcan 15 yaşındayken Silivri Cezaevi ile tanıştı. Bu tanışmadan sonra onun için “çarşambaların” anlamı değişti. Çarşamba günleri onun babasıyla hasret giderdiği görüş günleri olurken diğer günler ise mahkemelerde sadece göz göze gelebildiler. İşte 720 gündür babasını sadece 45 dakika görebilen Nazlıcan’ın çaresizlik içindeki Silivri yolculukları..
105 kez ziyarete geldim
“15 yaşındaydım Silivri Cezaevi’yle tanıştığımda, şimdi 4 ay sonra 18’e basacağım. Ben Silivri’yi sayfiye yeri bilirken burada kocaman bir cezaevi varmış. İlk günler her gün cezaevinin kapısına geliyordum tabii babamı göremiyordum, sonra haftada bir çarşambaları gelmeye başladım. 15 yaşındaydım ve hayatımda ilk defa bir cezaevine giriyordum. Üst aramasının yarattığı tramvayı hala üzerimden atlatabilmiş değilim. Daha sonra babamı kameralar önünde kalın bir camın ardında görünce her şeyin gerçek olduğunu anladım. 720 günde 105 defa buraya geldim. Her şeyin hesabını tutuyorum. Babama her gün mektup yazıyorum, o da bana her gün cevap yazıyor. Dile kolay 720 gün…”
Okulda ‘mahalle baskısı’
Nazlıcan kıvırcık saçları, ışıl ışıl bakan gözleriyle Silivri Cezaevi’nin yolunu ezberleyenlerden olmuş. Silivri’ye her gelişte uzun yolculuk boyunca midesi bulanmış, başı ağrımış, psikolojisi altüst olmuş, en çok da onu okulundan gelen baskılar vurmuş: “Babam tutuklandığında Avusturya Lisesi’nde okuyordum. ‘Mahalle baskısı’yla orada tanıştım. Her şey çarşambaları babamı ziyaret etmemle başladı. Babamı ziyaret etmem belli ki okul yönetiminin hoşuna gitmedi, bana üstü kapalı mesajlar veriyorlardı; ‘Her Çarşamba görüşe gitmek zorunda mısın, dersler mi önemli görüş mü, bir seçim yapmalısın!’ diye beni sonunda bir seçime zorladılar. Bir tarafta babam diğer tarafta herkesin okumak istediği Avusturya lisesi. Gözümü kırpmadan babamı seçtim. Bir sene kayıpla okuldan naklimi aldım. Şimdi Pera Güzel Sanatlar Okulu’nda resim bölümü öğrencisiyim.”
Bir sabah uyandım ki…
Nazlıcan 720 gündür babasından ayrı kalan bir kızın duygusunu tek kelimeyle özetliyor: ‘Çaresizlik!’: “Bir gün uyanıyorum babam apar topar götürülmüş, cezaevine hapsedilmiş. Bundan sonra çevremizdeki her şey değişiyor. Bu süreçte hiçbir şey yapamamak zoruma gidiyor. Babama en çok ihtiyaç duyduğum zaman onunla günlük detayları konuşamamak, sırlarımı paylaşamamak… İşte bu benim için büyük bir çaresizlik. Biz 15 yıl boyunca arkadaş gibi yaşadım. Ona her gün mektup yazıyorum, o da bana yazıyor. Ben onun dışarıdaki gözüyüm, dışarıda olup bitenleri yazıyorum ona. Bu nedenle benim çok güçlü olmam gerekiyor. Babam bana ‘hep sağlam adımlarla git’ derdi, ben de bu süreci en kuvvetli şekilde geçirmeye çalışıyorum. Ama inanın çok yoruldum. Genel olarak tüm hayatım boyunca taşıyacağım bir burukluk ve hüzün bu sürecin bir parçası olarak bende kalacak.”
‘Öyle zor ki babamı burada bırakıp gitmek!’
Nazlıcan umudunu yitirmediğini üstüne basa basa söylüyor, ama gözlerindeki yorgunluk ve çaresizliği görmemek de elde değil. Kendisi ne kadar, “Yapmaya çalıştıkları şey umutlarımızı kırmak ama bizim umutlarımız kırılmayacak” diyor ama işin içinden çıkamadığı bir konu var: “Babamın suçu ne bilmiyorum, kimse de bilmiyor. Mahkeme heyeti de inanın bilmiyordur. Cezaevinden her ayrılışımda, onu burada bırakıp özgürlüğe dönmek inanın çok zoruma gidiyor. Çok güzel bir yemek yediğimde, denizi gördüğümde, yüzüme rüzgar çarptığında babamı düşünüyorum ve onun 4 duvar arasındaki tutsak hali içini paralıyor. Babamı Nazım’a benzetiyorum, çünkü her ikisinin de tek suçu memleketini sevmek.”