28.09.2000
Çok üstünde durulan ‘Balina Operasyonu’ aslında henüz işin en ‘zararsız’ noktasındakilerin yakalanmasından ileriye gitmedi. Asıl temizlik için yeraltı dünyasına ve Ankara’ya yönelmeli
Tuncay ÖZKAN
Bir süre önce ekonomi iyi diye yazanlar, şimdilerde kötü diyor. Ne garip oysa aynı veriler dün de vardı, bugün de var. Bir ekonominin ihracatının yüzde 35’ini hayali sektörü, yüzde 25’ini naylon fatura ticareti oluşturacak ve o ekonomi iyi olacak? Güleriz ağlanacak halimize.
‘Balina Operasyonu’yla ilgili olarak gelişmeleri dikkatle izleyince karşınıza hiç siyasi bağlantı çıkmadığını görmektesiniz. Neden? Türkiye’de siyasi bağlantı olmadan hayali ihracat işlemlerinin olamayacağı apaçık ortada. Nedense polis de, maliyeciler de bir türlü o karmaşık yapıdan sadeliğe geçemiyorlar. Olayların arkasındaki asıl suçlulara yönelemiyorlar. İktidarlar değişiyor ama tavır aynı kalıyor. Neden acaba?
Büyükbaşlar dışarda
Bursa’da olaylarla ne kadar ilgisi olup olmadığı meçhul bir defterdar yardımcısı cezaevinde. Aslında o bir konuşsa neler çıkacak ortaya. Ama dinleyeni olacak mı bilemem. Bir de nedense defterdar ile ilgili şubelerin müdürleri hatta onlara bu işleri yapın diyen Ankara’daki kocaman koltuk sahipleri dışarıda. Rahat rahat geziyorlar.
Örneğin Bursa’da ‘Balina’ bağlantılı denilen hayali ihracat ve naylon fatura imparatorluğunun arkasında Türkiye’nin bu işleri en iyi beceren adamı Orhan Aslıtürk var, ama kimse görmek istemiyor.
Aslıtürk’ü yıllarca koruması altına alan Fethi Namlıoğlu var (şimdi kavgalılar) ama bakan yok. Kahramanmaraş’ta bir iplik fabrikası kurulmuş ve bir dünya devi olmuş. Kimsenin haberi olmadan. Kâğıt üzerinde gelsin paralar, gitsin paralar. Ortakları yukarıdaki kişiler. Ben araştırdım, bir de araştırması gerekenler baksın bakalım o fabrikada üretim ne, sattık denilen ne? Kaç para vergi veriliyor, kaç para vergi iadesi alıyor. Devlet mali incelemelerini de sanal hale getirerek hayalicilerin modasına uymuş. Gerisini boş vermek lazım.

Bürokrasiye sızanlar
Maliyeciler işlerini doğru yaparsa olayların çözümü kolaylaşacak. Ama Maliye bürokrasisine de sızan karanlık ilişkiler ağı
olayların açığa çıkmasına olanak sağlamıyor. Araştırmalar eksik kalıyor. İlerleyemiyor. Polisi tutan siyasi güç ve baskılar, Maliye
içinde bambaşka boyutlara taşınmış. Umudum sağlıklı unsurların kötüleri temizlemesi, yoksa büyük zarar göreceğiz.
Naylon fatura uygulamaları ile hayali ihracat işlemlerinde Türkiye ekonomisini sarsacak düzeyde kötü bir noktada. Yıllardar bu sorunların üzerine gidilmemesi, olayların hasır altı edilmesi gelinen bu noktanın nedenidir.
Hayali ihracat yasadışı yollardan sağlanan kaynağı belirsiz dövizlerle, olmayan bir malı, gerçekten ihraç edilmiş gibi göstererek, ihracatta vergi iadesi, katma değer vergisi iadesi ve diğer girdilerden yararlanma, olayıdır. Naylon fatura ise artık her şeyin sahte olduğu bir düzeni temsil ediyor. Olmayan mala, olmayan karşılıklar veriliyor.
Bu işleri yapan kişiler namuslu insanların susturulduğu, hırsızların korunduğu dönemlerde her türlü kolaylıktan yararlandılar. Demek ki hâlâ yararlanıyorlarmış. Sorun 1990’lı yıllarda bitmemiş. Katlanarak ve gelişerek devam etmiş. Bu adamlar vergi dairesi kayıtlarıyla oynadılar, Hazine’den ihracat ruhsatı çıkardılar, İhracatçılar Birliği’ne üye oldular. Buralara kabul edilirken hiç sıkıntı çekmediler, çekmiyorlar. Devleti soymak, hayali ihracat yapmak meğer hâlâ teşvik
ediliyormuş. Bunu yeni anlayanlar yıllardır bu konuda uyardıkça bize kızıyorlardı. Şimdi gerçek ortada. Bu adamlar sadece kendilerini değil, ekonomiyi de mahvettiler. Batık bankalar gerçeği, bunların ve yandaşlarının eseridir. Araştırılsa bu gerçek de ortaya çıkar.
Yurtdışı bürolar
Hayali ihracatçılar resmi başvurulardan sonra kurdukları onlarca paravan şirket aracılığıyla sadece Türkiye’de kalmayıp yurtdışı büroları da açtılar. Aralarında imalat, pazarlama, ticaret ve ihraç görevini yüklenecek şekilde örgütlenip bu yolla hayali ihracat için piyasada gerek duydukları bütün belgeleri sağlama kolaylığına kavuştular. O kadar dayanıştılar ki birbirleriyle, naylon faturalar bile sattılar. Büyük ve organize bir şebeke halinde çalıştılar.
Geriye sadece Merkez Bankası’ndan yapmadıkları ihracatın parasını almak kalmıştı. Onu da kurdukları ilişkiler sonucunda parayla kendilerine bağladıkları yöneticiler aracılığıyla sağladılar. Etraflarını bir yasalar zırhıyla çevirdiler, korundular. İşçinin, memurun alın terinden emeğinden toplanan vergilerin üzerine oturup sömürdüler. Bunu yeni anlayanlara yuh olsun.
Teşvik politikaları
Türkiye’de 1960’lı yıllardan itibaren uygulanan ‘ihracat teşvikleri’nden yolsuzlukla yararlananlar oldu. Onlar hâlâ soymaya devam ediyorlar. Sınıf atladılar. Şimdi ya karaborsacılar ya da kara bankacı. Eskiden yapılan uygulamalar ‘ihracatta vergi iadesi’ ile sınırlı olduğu için, bunu 1980 sonrasının büyük yolsuzlukları gibi kullanmak hem zor, hem de o kadar kârlı bir iş değildi. Ancak 1964’te vergi iade oranları yüzde 75’e yükseltildi. Bundan yararlanmak isteyen bir ‘Yeğen’ çocukluk yıllarının bitiminde 1975’te kendini hemen gösterdi.
O, ilk suçu işledi, diğerlerine önayak oldu.Türkiye bugün bile hâlâ onunla yani Yahya Demirel ile uğraşmaya devam ediyor. Başedebildik mi?
Neden?
Geçmişte gördük ki, sonuçta ortaya çıkan tablo, mafyanın bütün kaçakçılık organizasyonlarını hayali ihracat ve naylon fatura işlemleriyle birleştirdiği yolundaydı.
ASALA ve PKK
Yaşar Aktürk (Beber Yaşar), Ertan Sert, Necdet Ulucan, Varujan Kumdagezer, Yaşar Avni Musullu (Sarı Avni), Osman Mirza Asilsoy, Mehmet Saruhan (Altın Mercedes’li müteahhit) gibi yeraltı dünyasının bütün ünlüleri, hep birden uluslararası kaçakçılık örgütleriy-
le birlikte Türk devletinin kendilerine sağladığı bütün kolaylıklardan yararlandılar. Yaptıklarından Ermeni terör örgütü ASALA’yı, PKK’yı ve Suriye istihbarat örgütü El Muhaberat’ı yararlandırmayı da ihmal etmediler. Çünkü bu sayede uluslararası kabul gördüler.
Herkes devletin halktan topladığı vergiden payına düşeni
alıyordu. Bunun adı kimi zaman hayali ihracat, kimi zaman altın, uyuşturucu, silah kaçakçılığı oluyordu. Ama kimse sesini çıkarmadan, bu adamlar yapacaklarının azamisini yaptılar, yapmaya devam ediyorlar.
Yaşar Aktürk, polisin üzerine geleceği tiyosunu aldığında, hemen İsviçre’nin Zug kantonunda aldı soluğu. Takvimler 1988′
in Ekimini gösteriyordu. Kilit adam oydu. Ama polis elinden kaçırmıştı bir kere. Yakaladığında da yapacak bir şey yoktu artık. SHAKARCO’nun Türkiye temsilcisi olan Aktürk’ün hesaplarında yapılan incelemelerde, ekim ayının sonu ile kasım başında İsviçre’den 9 gün içinde 6 milyar liralık dövizin transfer edildiği görüldü. Bu paranın hayali ihracat işlemlerinin yürütülmesinde kullanıldığı saptandı. Olayın bu aşamasında Suriye gizli servisi El Muhaberat devredeydi. Çünkü SHAKARCO AP’nin sahibi Muhammet Pekerci, Suriye uyrukluydu ve ilişkileri arasında El Muhaberat da vardı. Pekerci’nin uluslararası kaçakçılık işlerindeki rolü, döviz transfer işlemlerini gerçekleştirmekti. Yaşar Aktürk İsviçre’de 6 bin frank aylığa çalışıyor gözüküyordu. Bu arada Avrupa’da yaşayan uluslararası silah ve uyuşturucu kaçakçısı Yaşar Avni Musullu (Sarı Avni) ile ilişkileri geliştirdi. Olayları koordine ediyordu. Bu
ilişkilere ait banka dekontları da ele geçirildi. Bu ikiliyle ilişkili olarak İstanbul’da silah kaçakçısı Hacı Mirza ve Osman Asilsoy (Mirza, olan soyadını kötü şöhretten dolayı Asilsoy yaptı. Fethullah Gülen tarikatına girdi şimdilerde) tutuklandı.
Uyuşturucu-altın-döviz
Bir başka eski milletvekili Mehmet Perçin, Uğur Süzer ile birlikte yine bu ilişkiler ağının içinde yerini almıştı. Bu kişilerden Osman Asilsoy’un Fikri Kocakerim, Hacı Mirza ve Doğan Çelik’in Zürih’te ortak işler yaptıkları saptandı. Olay sadece hayali ihracat değildi. O sacayağının biriydi. Diğerleri silah ve uyuşturucu-altın-döviz-kaçakçılığıydı.
Olayların üzerine gidildikçe ASALA, PKK ve Ebu Nidal gibi terör örgütleriyle, Türk yeraltı dünyasının ilişkileri açığa çıkıyordu. Tabii Arap gizli servisleri ellerini hiç çekmiyorlardı bu ilişkiler yumağından. İşin ilginç yanı bu örgütlerle ilişkileri
ayarlayan da bir Ermeni olan Varujan Kumdagezer idi. Kumdagezer’in de öncülüğünde Türkiye’den toplanan paralar Mahmutpaşa’dan Ermeniler adına Amerika’da ASALA için açılan hesaba gönderiliyordu. Tabii bunların içinde, aralarında hayali ihracatın da bulunduğu kaçakçılık olaylarından elde edilen gelirler yoktu. Onlar ayrı bir taksimat ve işlemden geçerek pay ediliyor, kimi zaman uyuşturucu, kimi zaman silah olarak karşılık görüyorlardı.
Turan Çevik
İzmir polisi bu olayların üzerine giderken Turan Çevik’in bürosunda Mehmet Saruhan’ı (Altın Mercedes’li müteahhidi) yakaladılar. Daha sonra yapılan soruşturmalarda Saruhan’ın Varujan ile olan ilişkile-
ri bir bir gözler önüne serildi. Saruhan 1987’de İstanbul’da 3 tabanca, 733 mermi, çelik yelek ve 4 uzun mesafeli el telsizi ile 43 kilo eroinin ele geçirildiği olayda da yakalanmıştı. Turan Çevik ile birlikte çalışıyordu. Gerçi Çevik ile çalışan sadece o değildi. MİT’çiler, politikacılar, yabancı istihbarat birimlerinin Türkiye’deki adamları ve kaçakçılar oluşmaya başlayan ‘Liberal Çitflik’te hep el eleydiler. Bu çiftliğin tohumlarını atan 12 Eylül paşalarını, semirten ise sonrasındaki ekonomi politikaları oldu.
Olaylar öylesine gelişti ki gözünü karartan İranlılar bile hayali ihracat yaparak Türkiye Cumhuriyeti’nin yağmalanan parasından pay alma mücadelesi verdiler. Bunlardan Asad ve Muhammed Golzari NEPA DIP TİCARET AP ile hayali ihracata soyundular ve 25 milyarlık bir hayali ihracat işinde yakalandılar.
Sonuçta Türk insanının 1985’li yıllardan bugüne kadar geçen züre içinde tam 250 trilyon lirası çalındı. Bu halka karşı bir suçtur.
Dünden bugüne değişen bir şey yok. Mevzuat onay verdiği, Maliye ve polis yeterli denetimi yapmadığı için paramız çalınıyor.
İzinle çalınıyor. Bu işleri dün hangi adlar ve hangi ilişkiler yaptıysa bugünde onlar yapıyor. Hem de geliştirerek yapıyorlar işlerini.
Önemli olan paramız çalınmadan bu adamları yakalamak ve durdurmak. Çalındıktan sonra iş kokuşunca üstlerine gitmek değil. ‘Balina Operasyonu’ ile zararsızlar yakalandı. Bir de köpekbalığı operasyonu yapıp gerçek suçluları yakalasalar ya…