04 Ocak 2002
Banka sistemini yeniden düzenleyen yasa Ankara’yı karıştırdı. Bankalar, daha doğrusu finans sektörü Türkiye’nin içine düştüğü büyük ekonomik açmazın anahtarı. Bizi bu kesim batırdı demek de doğru, bu kesim kurtaracak demek de. Ama daha doğrusu sistemle bu kadar oynamamak gerçeği. Biz ekonomimizi düzenlemede hakim olamayınca Türkiye’de iki yıldır parayı veren düdüğü çaldı, yani orta yerde duran bir IMF terörü var.
Kendi doğrularını değişmez dogmalar olarak ileri süren IMF memurları kısa bir zaman sonra tam tersi olguları savunur olabiliyorlar. Tıpkı “Demirbank” ve “kur çapası” olaylarında olduğu gibi.
Hatanın sahibi ve maliyeti
Her sistemin rehabilitasyonunun maliyeti vardır. Ama IMF kendi hatalarından doğan maliyetleri ulusal bütçelere yıkarken, hükümetleri de şaşkınlık içinde bırakıyor. Örneğin Kore ve Tayvan’da olduğu gibi. Bu maliyet devlet bütçesine yüktür. Devletin bu noktada şaşkın olmasına gerek yok. Ama Türkiye dahil IMF politikalarının egemen olduğu bütün ülkelerde aynı sorun yaşanıyor. Ekonomiden kaynaklanan iç siyasal çalkantı ve tartışılması bitmeyen ekonomik sonuçlar.
1999’un ortalarında Bankalar Kanunu çıkarken sadece banka kapatılması gerekçe yapılmıştır. Bu uygulama siyasetin, ekonominin ve bürokratın başına bela olmuştur. Bütün seçenekleri açık bırakacak bir Bankalar Kanunu gerekliyken, sistem tek görüşe kanalize edilmiştir. Banka kurtarma düşünülmemiştir.
Şeffaf olmayan sistem
Oysa açık sistem ve şeffaflık benimsenseydi, daha az maliyetle çok daha doğru bir yola girilmiş olurdu. Burada bankalara farklı uygulamlar ve farklı yöntemlerle yaklaşmak gerekliliği de ortaya çıkıyor. Bazı bankalar tasfiye edilirken bazılarının işletilmeleri doğaldır. Burada sistemin içinde bulunan hortumcular ayrı tutulmalı, onlara klasik hırsızlara ne yapılıyorsa o yapılmalıdır. Ama bankacılık faaliyetlerinden doğan zarar nedeniyle zor durumda bulunanlara yardım edilmelidir. Bu tür inisiyatif kullanma nedeniyle kamu otoritelerinin sorumlu olamayacağı Amerika’da hukuk kurallarına bağlanmıştır.
Ankara’da dövülmekten bıkan siyasetçi ve bürokrat, dağılmışlıktan ne yazık ki kurtulamıyor. Şimdiye kadar bu yapının düzeltebildiği bir şey yok. Sistem dün reddettiğini bugün IMF ve Kemal Derviş yoluyla kabul etmek durumunda kalıyor. Oysa başta bu uygulama gerçekleşse, bu kadar çok para ve iş gücü kaybedilmemiş olacak. Şimdi niye en başta kurtarmadın veya batırmadın tartışmalarına da gerek kalmayacaktı. Olaya göre müdahalede bulunamayan bir sistem kötü sistemdir. Türkiye de ne yazık ki kötü sistemin üzerinde oturmaktadır. Çünkü politik ve ekonomik kararları IMF vermektedir.
Derviş usulü siyaset
Bugün yeniden düzenlenmeye çalışılan banka sistemimizde yine IMF dayatmasıyla toplam aktiflerin yüzde biri gibi bir kriter getirilmek isteniyor. Bunun başka bir örneği dünyada yok. Ama bizde var. Yine tek kapılı bir çözüme mahkumuz yani. Buna o nedenle çözüm diyemiyorum. Bunları yaparak toplumsal maliyetleri artırıyoruz. Bunun sonu kötü olur.
Örneğin reel sektör için aktif yönetim şirketlerini devreye sokmak istemiyorlar. Reel sektör borçlarını bunlarla tutmaya çalışmıyorlar.
Bankaları siyasetçilerin güdümüne sokuyorlar.
Siyaset bir özerk kurumun yöneteceği işe sokuluyor, parlamento bu yüzde bir işinden hemen sıyrılmalı. Aman dikkat diyorum. Özerk kurum kendisine ait bir yetkiyi siyasetçiye devrederek sorumluluğu sırtından atıyor.
Siyasetçi köşeye sıkıştırılıyor. Kemal Derviş temelde siyasetçiyi köşeye sıkıştırarak sonuç alma politikasını gene başarılı bir şekilde uyguluyor. Bunu parlamento neden kabullensin? Yoksa aba altından IMF sopası mı gösteriliyor?
Bu tür düzenlemelerde bankacılık sektöründe İskandinav ülkelerinde olduğu gibi devletleştirme bile açık tutulmalı. Batırmaz, önce devletleştirir, sonra özelleştiririz. Amacımız yapmaksa tabii.
“Batmayacak kadar politik sistemler yaratmak” zararlıdır. Siyaseti bu kadar kötüleyen Kemal Derviş’in hatalarından biri budur. Kötülediği şeyin yerine bizim olmayan yepyeni bir siyaset anlayışı koyuyor.