13 mart 2001
Yurt Bank’ın cezaevindeki eski sahibi Ali Balkaner, etrafındaki dostlarına, Aydoğan Semizer gibi bir avukat banka danışmanı edindikten sonra şöyle demiş: “Banka almak için para verilir mi kardeşim. Banka kendi parasını kendisi karşılar…” Bu anlayış “çayın taşı, çayın kuşunu vurur” diye özetlenen ve devletten hortumlamaya dayanan zihniyetin sloganıdır. Şimdi çay da, taş da bitti. Karşımızda duran sorun, Türk ekonomisinin yolsuzluk batağında çırpınan halinden başka ne ki? Türkiye’de 82 banka varmış. Bunların bir kısmı fonlara devredilince kalan rakam 74. Bu bankalarda olması gereken para miktarı 80 milyar dolar civarında. Var olan ise bunun yarısı kadar. Türkiye’de banka sistemi yıllardır olmayan parayı çevirerek ayakta kalıyor… Ayrıca olmayan paraları var gibi gösterip, banka satışları yapılıyor. Bunları en iyi bilen de devlet. Devlet bankaların her işlemini kontrol ediyor. Sistemi yaratan devlet, sonuçlarını da biliyor. Ama bu kaos gibi gözüken, sistemsizlik gibi bize sunulan şey, sistemin ta kendisi. Sonuçta batan paranın bedelini halk ödüyor. Yine kemer sıkma, yine ekonomik istikrar tedbirleri… Şimdi siyaseti yıllardır sırtında taşıyan kamu bankaları da tükendi. Kamu bankalarıyla birlikte eski tip siyaset ve siyasetçiler de tükenecek. Banka kesesinden politika ve politikacı tükeniyor. Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı’nda işe gitmeden maaş alan memurları saptayıp, 1994 yılında “bankamatik memurlar” diye bir haber yapmıştım. Tıpkı o memurlar gibi, Türkiye’ye bir katkı sağlamadan siyaset yapma dönemi geçti. Siyasetin ve siyasi liderlerin rant kapısı bankacılık düzeni bitiyor. Artık halka vaat satamazsınız. Artık soyulan bankayı devlete yükleme dönemi de bitiyor. Bundan sonra fona devir ve yükün devlet tarafından karşılanması imkansız. İflas eden batar. İyi olan ayakta kalır. Amerika’dan gelen Kemal Derviş’in reçetesinde de bu yazıyor. IMF düzencilerine Amerika daha ne desin, “Artık kusmak üzeresiniz. Az yiyin, hatta bir süre yemeyin, paylaşın” diyor. Yoksa halk sizi çiğ çiğ yiyecek.
Kemal Derviş üzerine
Kanal D’de Kemal Derviş’in dudak okuma yöntemiyle elde ettiğimiz sözlerini yayınlayınca, çok farklı tepkiler aldık. Ama en önemlisi mesleki kurallar konusunda olanlarıydı. Bunun gazetecinin meşru haber toplama yöntemlerinden olup olmadığı konusu, tartışılmaya başlandı. Bugüne kadar pek çok siyasetçiye, hatta asker yetkiliye karşı uygulanan bir yöntemdi bu. Ama gelen tepkiler gösteriyor ki bundan sonrası için konuya açıklık getirmek gerekiyor. Bu nedenle o görüntülerin yayımlanmasına karar veren, isteyen kişi olarak, yöntemin habercilik etiği açısından uygun olup, olmadığı sorusuna net yanıt vermekte yarar görüyorum. Türkiye’de MGK toplantısı öncesinde liderlerin dudakları okunup haber yapılırken tepkisiz kalan kişiler, Kemal Derviş olayında eleştirel tepkiler verdiler. Şimdi Doğan Medya Yayın Konseyi başta olmak üzere, Basın Konseyi, Gazeteciler Cemiyeti ve Çağdaş Gazeteciler Derneği’ne başvuruda bulunacağım. Bu örgütlerimden olayı değerlendirip, bundan sonrası için bir ilke belirlemelerini isteyeceğim. Sonra da o kurullarda belirlenecek ilkeye göre davranacağız. Bu Türkiye’de ilk kez olacak. Bu tür olaylar karşısında belki de, bu kurumların kendiliklerinden harekete geçip belirli ilkeleri açıklaması, bir kurallar dizini oluşturulması bakımından önemli. Çünkü haberciler ile birey ve toplum arasında bu tür ilkelerin bulunmasını vazgeçilmez olarak görüyorum. Bu ilkelerin mesleki gelişimimize katkısı büyük olacaktır. Ayrıca bu kurullardan gelecek olan yanıt, Kemal Derviş olayında beni hatalı bulursa, kendisinden ve kamuoyundan özür dilemeyi de bir görev bildiğimi açıklıyorum.