26 Mart 2003
Herkes barışı sever. Çünkü hayat güzeldir. Savaş bazen kaçınılmaz olur. Onu da çok iyi anlıyorum. O zaman da barış istenir. Barış güzeldir.
Benim dedem Ali Çavuş, medrese hocasıymış, iki dilde; Farsça ve Arapça yazar, okurmuş. Davullar çaldığında, tellallar bağırdığında, ‘Vatan için savaşa’ denilince, 1915 baharında bırakıp kızını kızanını, gözü yaşlı sevdasını Çanakkale’ye gitmiş. Erzincan’ın, Eğin’i nere, Çanakkale nere…
Çanakkale içinde aynalı çarşı…
Ali Çavuş savaşa gitmiş aynalara bakmadan, hatta arkasına bakmadan. Çocukları, karısı… Yürek dayanır mı buna? ‘Ela gözlerinde, yeşil hareler’ olan yarinize ve de, ‘memleketinize’ bakacaksınız. Memleketi yariniz gibi seveceksiniz, öte göreceksiniz. Düşünmeden uğruna ölüme gideceksiniz.

* * *
Ali Çavuş, daha ilk gün. Daha bir tek kurşun atmadan, Allah deyip çıktığında siperden, gavur kurşun onu vurmuş alnından. Düşmüş kardeşlerinin yanına. Yatmış boylu boyunca. Ölmeden mezara koymuşlar onu.
Var git oğlan, var git mekanın ara, savaşta nerede kalırsan mezarın ora… Eğin’in türkülerine gömmüşler onu: ‘Yarim Çanakkale mi Eğinli misin, sılaya dönmeye yeminli misin…’
Benim ailemde Balkanlar’dan, Sakarya’ya tam 13 şehit var. En son büyükbabamın babası Ziya, Sakarya’da bir şarapnel parçası koparıp alınca bacağını, Eskişehir’de kesilen bacağı bir yanda, bir topal eşek diğer yanda 40 gün ve gece süren yolculukla ulaşmış Erzincan’a.
Geride kalanlar kadın ve çocuk. Açlıktan, hastalıktan, zulümden kırılıp gitmişler. Tanıyamamış geride bıraktıklarını. Evlerini, tarlalarını savaş kaçakları almış. Korkaklar ağa olmuş, savaşanlar şehit veya gazi. Döndüklerinde yoksullukla baş başa kalmışlar. Yani savaştan önce neleri varsa, savaştan sonra onları bile bulamamışlar.
* * *
Anneannem – kocası 8 yıl askerlik yapmış savaşta, 13 çocuğundan 10’u savaş zamanı kıtlık, hastalık ve açlıktan ölmüş. Çektiklerinden dolayı bana kalırsa, yüreği nasır bağlamıştı-sevdasını, acısını anlatamazdı.
Ölmek değil, geride kalmanın zor olduğunu söylerdi.
Ama sırrını derin kuyulara anlatır gibi, yüreğinin kabuklarını kanatır gibi, gizli gizli bana ‘Sakın ölme ağam, ölümden öteye her şeye çare vardır’ derdi.
Hayatında başına ne geldiyse savaşların getirdiği ölümden geldi. Babasını, dedesini, çocuklarını hep savaşta yitirdi. Kıtlıkları, yoklukları, yağmayı savaşta gördü.
Babamın nüfus cüzdanında ekmek, kömür, havagazı karne damgaları vardı. Savaş çocuğu olduğu için o da biliyordu ‘karne’ ile dağıtılan, sınırlanan yaşamı. Süpürge tohumu, patatesli ekmekler ve diğer yoklukları anlatırdı zaman zaman. O da savaş vurgunu yemişti.
* * *
Benim ailemin erkekleri o savaştan o savaşa savrulup yittiler. İnanın hiç kimseye karşı düşmanlık etmediler. Kimsenin bir karış toprağına göz dikmediler. Hiç komşularının toprağı, namusu, zenginliği, onuru ve şerefini çiğnemediler. Vatanları için dövüşüp, öldüler… Kimseden kendilerine ait olmayanı istemediler.
Benim ailemin kadınları kimseyi açlıklarına, acılarına, dertlerine ortak etmediler. Acıları bal eylediler, hayatta kalmayı becerdiler.
Benim ailemin ölü çocukları savaşların getirdiği yetimlikten, öksüzlükten, açlıktan, yokluktan, kıtlıktan, ekmeksizlikten gittiler. Şimdi cennetteler.
Herkesin kendine göre bir gerekçesi olur barışı sevmek için. Ben hayat güzel olduğu için, savaş kötü olduğu için barışı çok seviyorum.