19 Ekim 2001
Damdan düşenin halinden, damdan düşen anlarmış. Savaşı sivillere değil askerlere soracaksınız. Asker savaşacak çünkü. Savaşın ne olduğunu en iyi onlar bilir. Amerika’da da asker bildiği için “Haydi ne duruyorsunuz, girsenize Afganistan’a” diye naralanan sivil “şahin”lere, askerler “Oturun oturduğunuz yerde, istihbarat yok, bölgeyi bilmiyoruz, girdik mi çıkamayız, zamanla zamanla” diyorlar.
Bizde savaş sever çok! “Bekara karı boşamak gibi” geliyor, Amerika’dan çok Amerikancı olmak.
Ama bizim asker ne diyor, dinleyen var mı? Yok. İsteriz de isteriz, savaş isteriz diye histeri nöbetleri geçiriyorlar. Oysa savaş kolay mı?
Ne diyor Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu, “Afganistan bir bataklık, giren çıkamaz.”
Başbakan Bülent Ecevit, koalisyonun diğer ortakları ve Cumhurbaşkanı tarafından da desteklenen sözlerinde ne diyor: “Savaş yayılır ve Irak vurulursa Türkiye’nin toprak bütünlüğü tehlikeye girer.”
Bizim savaş severler “Toprak bütünlüğü” kavramının ne olduğunu biliyorlar mı?
Afganistan konusunda bütün dünya en önce Amerika temkinli, dikkatli ve planlı. Bir tek bizim savaş sever siviller atakta. Allah’tan savaşacak olan Türk Silahlı Kuvvetleri, bataklıktan gelen “Pişşşşşttt”, Hişşşşşşttt”lere aldırış etmiyor. Mehmetçiğin canı üzerine politika, kanı üzerine para bekleyenler, sonrasında ne olacağını görmedikleri, analizini yapamadıkları gelişmeleri oyun sanıyorlar. Türkiye bu oyuna sonunu görmeden asla dahil olmamalı. Bu savaş ulusal bütünlüğü, Misakı Milli’yi sarsar. Hatta doğru düzgün analiz edilmezse bozar. Körfez Savaşı’nın getirdiğinin katbekat fazla yükle karşı karşıya kalırız. Kürtler devlet kursun ne olur be kardeşim, diyenler, yarın o bölgede Kürtlerin de Arapların da ne durumda olacaklarını, bunun Türkiye’ye nasıl yansıyacağını iyi düşünsünler.
Liboşlara, şeriatçı dersi
Duyun da kendinize gelin! Bu ülkede neler oluyormuş, neler. Cengiz Çandar, Mehmet Barlas gibi “liberal” yazarları, yazdıkları İslamcı “gastede” 11 Eylül terörünü kınadıkları için şeriatçı okurları “ölümle” tehdit etmişler. Bakın siz.
Bizim liberaller oturup ağızlarına geldiği gibi, Amerika ne isterse öyle güzel güzel yazıyorlardı. Terör başka kapıdaydı ya. Ne ulusdevlet kalıyordu mangalda, ne de federal çözümler. 11 Eylül sonrasında da bunu öyle sürdürebileceklerini sandılar. Daha çok beklersiniz. O içinde bulunduğunuz kurumlar sosyal faşist beyler. Diktaları var. Yaşam tarzlarımızı kendilerininki gibi olmaya zorluyorlar. Bindiğiniz geminin kaptanı, dümeni şeriata kilitlenmiş bir adam.
Sizin yazılarınızla güç kattıklarınız, biz haklarındaki yolsuzluk belgelerini yazıyoruz diye her gün iftira ve yalanlarla bize küfrettiler. Siz onları savundunuz. Her gün yüzlerce ölüm, şiddet, hakaret elektronik postaları, mektupları, telefonları aldık. Hiç panik olmadık. Susmadık. Geri çekilmedik.
Gidip Amerikalılara, geçmişte Çandar’ın yaptığı gibi, “Can güvenliğim tehlikede, bize burs (paralı tabii) verin de Amerika’da kalalım” demedik. Demeyiz de.
Ama gene de sizin durumunuza çok üzüldüm, çok. Size yapılacak şey mi bu. Şeriatçılar sizin emeğinizi, hakkınızı değil bu dünyada, öbür dünyada bile ödeyemezler. Az mı katkınız oldu onlara. Bunlar iyilikten anlamaz. Bakın Ladin’e. Amerika kendi eliyle besledi, o ne yaptı. Bu size ders olsun.
Katilin donundaki para kimin
Üzeyir Garih cinayetinin birici dereceden itirafçı zanlısı Yener Yermez’in askeri cezaevine konulurken üst aramasında donunun lastiğine sarılı 450 doları olduğu ortaya çıkmıştı. Yermez dün yargılandı. Parayı nereden buldun diye soruldu. “Kayseri’de dayım verdi” dedi. Askeri savcı dayısıyla konuşmuştu. Dayısı Ahmet Bayram savcıya parayla ilgili ifade olarak, “Değil 450 dolar, 450 kuruş verecek halim yok. Ben nereden bulayım 450 doları? Ben bu parayı vermedim” dedi. Zaten dayısı Yermez ile hiç görüştürülmemişti. İyi de şimdi bu para nereden çıktı? Polisin gözetimindeyken bu paraya Yermez nasıl ulaştı? Ne karşılığı 450 dolar verildi? Para kimin? Yermez işi düğüm düğüm yapıldı. Şimdi çözülemez olana kadar karıştıracaklar. Haydi kolay gelsin.