19.08.1999
Türkiye’de hırsız müteahhitlerle aile fotoğrafı çektirmek maharet değil, maharet her an yeni bir deprem beklenen bu topraklarda etkili bir erken uyarı sistemi ve eğitimli ekipler oluşturabilmek
H er felaket sonrasında olduğu gibi yine birilerini suçluyor, kızıyoruz. Ama acaba doğru ve haklı mıyız?
Depremin vurduğu alanlardan gelen bilgiler, ölü sayısının ilk tahminlerin çok üstünde olacağını, bazı ilçelerin ve köylerin yok olduğunu, şehirlerin ağır tahribat altında bulunduğunu gösteriyor bize. Büyüklüğünün 7.4 olarak düzeltildiği deprem bize göstermiştir ki, Türkiye tıpkı kavramlarının içinin boşaltılmış olduğu gibi, kurumlarının da içi boşaltılmış bir ülke. Depreme müdahale etmesi gerekenler, müdahale edemeyecek kadar teknik ve ekonomik yoksulluk, eğitimsizlik içinde. Türkiye, İstanbul merkezli bir deprem felaketinin boyutlarının ne olacağını biliyor, ama bununla ilgili uyarı sistemi ve diğer teknik eğitim projesi için 3 milyon doları veremiyor. Konu oradan oraya havale ediliyor; şimdi de Yüksek Planlama Kurulu’nun gündeminde ele alınacağı günü bekliyor. Bakarsınız, bu parayı çok bulur, vermezler bile. Oysa
7.4 şiddetinde bir deprem İstanbul’un dörtte üçünü yok edecek bir etki ortaya çıkartıyor. Böyle bir depremle ilgili senaryolarda, öncelikle yıkılması beklenen binalar kamunun yaptırdıkları. Yani hastaneler, karakollar, cezaevleri.
Cahilliğe sığınmak
Elde bulunan bu senaryolarla ilgili olarak kamu adına yapılan hiçbir şey yoktur. Bugün kızılması gerekenler, yarın da aynı olacaktır. Bütün araştırmalar yapılıp, sorunlar ortada iken çözüm üretmemek Türkiye’de yönetici olmanın adıdır. Sığınılan şey cahilliktir. Bilimle, akılla, vicdanla, dinle, imanla ilgili değil yaşadıklarımız. Ama cahil ve eğitimsiz kitlelere karşı kullanılan yöntem, ‘Allah’tan geliyor, biz ne yapalım’ olmaktadır. Allah’tan gelen felakete karşı her yerde tedbir alınırken, Türkiye’de bu söylemlerle Meclis kürsülerini işgal edip, lafazanlıkla sorunların eleştirilmesini engellemeye çalışan politikacıları kınıyorum. Çözüm üretmesi gerekenlerin sığınacakları şey Allah olmamalıdır. Allah’a depremzedelerimiz sığınıyor. Basiretsiz politikacıların, hırsız müteahhitlerin buna hakkı yok…
Türkiye’de yapıların inşaat denetimlerini yaptırılamaz hale getirerek, inşaat ve arsa mafyasının emrine uyanlar, arazi mafyasının talepleri doğrultusunda yasaları zırt pırt değiştirip rantiyenin emrinde olanlar; şimdi Allah’a sığınamazlar. Tanrı onları affetmez.
Bugüne kadar cahilliğinden, fakirliğinden yararlandıkları halka gerçekleri geçiştirip unutturmayı âdet edinen anlı şanlı siyasilerimiz, bu tür uygulamalarını aynı halka bundan sonra nasıl anlatacak? Ne diyecekler, “Belediye rantı için ilçe ürettik, oy kaygısıyla şehir yaptık ama altyapısını, önlemini almadık. İhaleleri yandaşlarımız kapsın diye baskı yaptık, sistemi rüşvete, iltimasa, yeteneksiz, aymaz, ahlaksız kontrolörlere teslim ettik. Özür dileriz” mi diyecekler?
Can üzerinden rant, topluma karşı suçların en büyüğü olmalı. Bunun için en ağır cezalar uygulanmalı. Rüşvet ve iltimas en ağır şekilde cezalandırılmalı. Yapı standartları getirilmeli. Şehirler mafyanın rant bekçisi olan siyasetçiye, arazi ve inşaat talancılarına bırakılmamalı. Kontrol sistemleri iyi kurulmalı.
Şimdi bunları söylemenin bir anlamı olmadığını da biliyorum. Aslında belki şimdi susup sonra konuşmak gerek. Ama acının büyüklüğü karşısında durmak da mümkün olmuyor.
Binlerce insanın betonlar altında olduğunu bilmek… Onlara ulaşacak ekip olmadığını görmek… Kamu kuruluşlarının hazırlıksızlığını her aşamada yaşamak beni kahrediyor. Her 10 yılda bir büyük bir deprem yaşayacaksınız, ama kurtarma ekipleriniz olmayacak. Ellerinizi açıp dünyadan yardım isteyeceksiniz. Olmaz… Bunun ekonomik gelişmeyle, parayla ilgisi yok. Bunun aymazlıkla ilgisi var.
Binlerce insan öldü. Binlercesi enkaz altında. Ankara bundan sonra hıçkırıkları duysa ne olur, duymasa ne olur.
Dün akşam üzeri dostlarım İstanbul DGM’nin başarılı savcılarından Aykut Cengiz’in başına gelen felaketi anlattılar.
Savcı Cengiz, Susurluk soruşturması dahil, sonrasında el konulan bütün büyük mafya operasyonlarının dosyalarını hazırlayan, Türkiye’nin temizliği için canını dişine takıp çalışan bir insandı. Mafyaya karşı verdiği hukuk mücadelesi, gösterdiği direnç inanılır gibi değildi. Sakarya Üniversitesi Mimarlık Fakültesi 3. sınıf öğrencisi olan oğlu Emre Engin (21) deprem nedeniyle çöken yurt binasının altında kaldı. Baba Aykut Cengiz Engin olayı duyunca İstanbul’dan hemen Sakarya’ya gitmiş. Kurtarma çalışmalarına katılmış. Engin, oğlunun enkaz altında kalan naaşını, kendi elleriyle beton yığınlarının altından çıkartmış. Bu binlerce depremzededen tanıdık bir adın dramı. Ya yavrularının üzerine kapaklanan annenin ve altında kalarak ölen iki çocuğunun öyküsü ne olacak? Adını bilmediğimiz, başlarına gelene ağladığımız bebeklerin, annelerin, babaların dramı ne olacak? Onların pek çoğu ölmeyebilirdi. Bu inşaatlar böyle yapılmasaydı, insanlar yaşayacaktı. Yaşam hakkının bu kadar kolay ve sorumsuzca gaspına ‘deprem Allah’tan geliyor’ demek, isyan etmemek mümkün mü?
İsyan yetmez, hesap sormak gerek, hesap! Türkiye’de hırsız müteahhitlerle aile fotoğrafı çektirmek, albümleri onların mutluluk kareleriyle doldurmak maharet değil, maharet ’40 yıldır yönettiğiniz ülkede depreme müdahale edecek ekip kurabildiniz mi?’ sorusuna olumlu yanıt verebilmekten geçiyor. Türkiye’yi ‘Allah verdi, Allah aldı’ diye uyutmaya kalkanlara, bu halk ve Allah acır sanılıyorsa, eskisi gibi olur sanılıyorsa…
Olmaz, olamaz… Bu acımasızlığın yarası sadece hesap sorularak sarılabilir. Artık hukuk işlemelidir. Ama binlerce yıl öncekinden geri bir hukuk değil. Hammurabi kanunlarında bile çürük binayı yapan kişi, yıkıntının önünde asılırmış. Şimdi çağdaş dünyada bu binaların yapımına göz yumanları, yapanları, çalanları, soyanları adaletli bir şekilde yargılayamazsak ve cezalandıramazsak biz uygar dünyanın parçası olabilir miyiz?
Müteahhit katillere af
Şimdi yara sarma zamanı. Hükümet ilk iki günde sergilediği beceriksizlikleri, ancak bu yaraları doğru dürüst sararak ve hukuku işleterek unutturabilir.
Düşünün ki cezaevleri doldu diye af çıkartan iktidar kafası, Adana depreminde yerle bir olan çürük binaları yapanları da af kapsamına almış. Dün alelacele ‘bu sehven yapılmış bir hata’ denilerek af tasarısından bu bölüm çıkartıldı. Şimdi tasarıda katiller, banka ve kamu hazinesi soyanlar, yolsuzluk yapanlar kaldı. Onları affedecekler. Ama bu halk bunu yapanları affedecek mi, onu ilerde göreceğiz.
Depremin acılara boğduğu, tanıdık tanımadık herkese, Türkiye’ye başsağlığı, sabır diliyorum. Geçmiş olsun diyorum. Bu felaketin doğmasına yol açan hırsız uğursuz takımından hesap sorulsun diyorum