07 Ocak 2002
Mustafa Kemal, Atatürk arşivleri arasında yer alan ‘Özel Kalem Müdürlüğü/ 214 – 09 Ekim 1925/124 sıra numaralı’ yazısında devrim ve gelişimle ilgili görüşlerini aktarıyor. Yazı günün yargı tartışmalarına da ışık tutacak unsurlar içeriyor. Türk devrimi ve savcıların görevi, adaletin işleyişi hakkında Atatürk’ün dile getirdikleri çarpıcı:
“Her uygar ve çağdaş devlette olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti Adliyesi’nde de Cumhuriyet Savcılarını, yüksek ve olağanüstü önem taşıyan bir görev ve makamın temsilcileri olmak üzere tanırım. Devrim savcılarının kendilerine emanet edilmiş bu büyük görevin önem ve duyarlılığına uygun bir durumda uyanık ve aktif bulunmaları hususunu adliyemizin başarı ve üstünlüğü etkenlerinin en önemlilerinden sayarım. ‘Laik Türk Devrimi’, çağımızın uluslararası yaşam ve yükselme yeteneğini ereğe ulaştıran en son ve uygar ilkelerinin bir anlatımı ve Türk milletinin büyük özveriyle sürdürülen ve kazanılan büyük savaşının eseridir. Devrim gerçekliği, kararları ve yasalarıyla ulusal istenç ve egemenliğin bir görünümü ve genel olarak Türk milletinin hukukunun tümüdür. Devrim, ulusun her kesiminin emeğinden ve hakkından oluşturulmuştur. Savcılarımızın onun bütün gerek ve erekleri çevresinde en kıskanç ve uzaklara kadar gözetleyici, duyarlı nöbetçiler halinde bulunmalarını birincil görevlerinden sayarım.”
Cumhuriyet’in başsavcısı
Anayasa Mahkemesi’nin de savcısı olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, Anayasa Mahkemesi yönetimine Recep Tayyip Erdoğan ve AKP konusunda karar sürecinin uzatılmaması konusunda bir ikazda bulundu. Bana göre çok çok haklı. Çünkü Anayasa Mahkemesi bu konularda zamanı iyi değerlendiremeyen bir kurum. Mahkeme Başkanı Mustafa Bumin’in, Kanadoğlu’na yanıt verirken kullandığı üslup ve tutum, aslında eleştirilere en açık olması gereken bu yüksek mahkeme yöneticilerinin, garip ve misyonlarına ait olamayacak bir mesleki ve egosal seçkincilik içinde olduğunu gösteriyor. Bence yüksek mahkeme, kendi savcısına karşı takındığı tutumu, üslubu iyiden iyiye gözden geçirmeli. Çünkü Kanadoğlu onların da saygınlığını koruyor. Ve Türkiye’nin Cumhuriyet Savcısı olarak Türk devriminin kendisine yüklediği misyon içinde hareket ediyor.
Türk devriminin savcısı
Türk devriminin Türk savcısına yüklediği misyon, devrimin önderinin aynı yazısında mevcut:
“Özgürlük ve yasayı bir araç gibi sürerek Türk ulusunun en küçük bir menfaatini bile tehlikeye uğratmak hakkına hiç kimse sahip değildir. Devlet halinde yaşayan uygar uluslarda özgürlük ulusun emrindedir; yüksek yararların gerektirdiği durumlarda genişletilir. Sınırlanır ve belirlenir. Yakın bir tarihimizde ve eski zamanlarda dinlerin, despot ve zorba hükümdarlarla, rahipler ve misyonerler elinde baskı aracı olması gibi çağımızda özgürlük ve yasaların şunun ve bunun kişisel yarar ve entrikalarına araç edilmesine asla izin verilemez ve göz yumulamaz. Devrime karşı koyan muhalefetin özgürlükten ve yasalardan yararlanma hakkı yoktur… Anarşi ve despotluk, hakkın batıla, güçsüzün güçlüye yenilgisi demektir.
Savcılık ısrar etmeli
En son hukuk ilkelerine dayalı olan bu gerçeklerden Türk Cumhuriyeti savcılarının bir an için bile aymazlık içinde bulunmalarını olanaksız görüyorum. Yasalarımızın uygulanması gerektiğinde bu yönlerin önlemle ve kesinlikle göz önünde tutulmasını talep ederim. Savcılık hüküm değil dava makamıdır. Yargılama sırasında ve duruşmada savcılıklarımızın kendilerini herhangi bir davanın taraflarından sayarak ısrar ile açıklamada bulunmaları ve savlarının kabul ve desteklenmesini sağlamak için tüm tarihsel ve yasal araçlardan yararlanmayı asla savsaklamamaları gereklidir.”
Yani Sabih Kanadoğlu görevini yerine getirmiştir. Eksiği vardır fazlası yoktur.