23.11.2000
Bazıları ‘talan düzeni’nin sürmesini istiyor. Buna engel olmanın yolu, polisiye operasyonlarla yetinmemek, Meclis’i, maliyeyi, adaleti ve sivil toplum kuruluşlarını da harekete geçirmektir
Tuncay ÖZKAN
‘Kafese beş maymunu koyarlar, ortaya da bir merdiven ve tepesine de iple muzları asarlar. Her bir maymun merdivenleri çıkarak muzlara ulaşmak istediğinde dışarıdan üzerine soğuk su sıkarlar. Her bir maymun aynı denemeye giriştiğinde çok soğuk suyla ıslatılır, bütün maymunlar bu denemeler sonunda sırılsıklam ıslanırlar. Bir süre sonra muzlara hareketlenen maymunlar diğerleri tarafından engellenmeye başlanır. Su kapatılıp, maymunlardan biri dışarı alınıp ve yerine yeni bir maymun konulur, ilk yaptığı iş muzlara ulaşmak için merdivene tırmanmak olur. Fakat diğer dört maymun buna izin vermez ve yeni maymunu döverler. Daha sonra ıslanmış maymunlardan biri daha yeni bir maymunla değiştirilir ve merdivene ilk yaptığı atakta dayak yer, bu ikinci yeni maymunu en şiddetli ve istekli döven ilk yeni maymundur. Islak maymunlardan üçüncüsü de değiştirilir. En yeni gelen maymun da ilk atağında cezalandırılır. Diğer dört maymundan yeni gelen
ikisinin, en yeni gelen maymunu niye dövdükleri konusunda hiçbir fikirleri yoktur. Son olarak en baştaki ıslanan maymunların dördüncüsü ve beşincisi de yenileriyle değiştirilir. Tepelerinde bir salkım muz asılı olduğu halde artık hiçbiri merdivene yaklaşmamaktadır. Neden mi? Çünkü burada işler böyle gelmiş ve böyle gider…’
Muzların önündeki engel biziz
Öyküyü internet yoluyla edindim. Temiz toplum amaçlı kavgaların örgütsüzlük ve ortak bilinç geliştirilememesi nedeniyle sonuçta geldiği nokta bu beş maymunun dramatik öyküsüne çok benziyordu. Bugün ise bir başka şeyi gerçekleştirmek için elimizde büyük bir şans var. O da temiz yönetimin sağlanabileceği büyük bir harekâtın başlatılabilmesidir. Yani böyle gelmiş böyle gitmez diyebileceğimiz noktadayız şu an. Muzları yememizin önündeki tek engel, biziz çünkü.
İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ı herkes göklere çıkartırken, aman dikkat diye uyarmamızın nedeni, bugünleri görmemizdi. Sorunların çözümünde polisiye yöntemlerle, biraz da sansasyonel olarak ve siyasi ranta dönük yapılanması, bugünkü ‘açmaz’ gibi gözüken tabloyu da beraberinde getirdi.
Şimdi içi boşaltılan bankalar ile tutuklanan bankacılar ve peş peşe gelen operasyonlar kaygıyla izlenir oldu. Çünkü toplum şaşırdı. Borsada ve diğer ekonomik göstergelerde yaşanan hızlı değişimler sanki kötüye gidişin habercisiymiş gibi bir izlenim doğurdu.
Oysa gerçekle bunun bir ilgisi yok.
Türkiye’de ekonomik çevreler bankacılık sektöründe yaşanacak sıkıntının yıllardır farkında değil miydi? TÜSİAD Başkanı her yurtdışı gezisinde bankalarla ilgili yakınmaları, karapara aklama olaylarını dinleyip durmadı mı? Dünya Bankası, IMF bize ‘Bunu düzeltmezseniz yardımda bulunmayız’ diye bastırmadı mı? Hatta Bankalar Yasası’nın yeni şeklini IMF memurları bize dikte ettirmedi mi?
Türkiye’de uzunca bir zamandır bankacılık sektöründe böylesine bir krizin yaşanması bekleniyordu. Biz hazırlık yapmadığımız için sıkıntı çekiyoruz. Çünkü siyasi manipülasyon ile bürokratik kayırmacılığın türedi zengin yaratma sevdası ve bu uğurda kamu kaynaklarını sonsuz kullanıma açmaları analiz yapmamızı engelliyor. Gerçekle yalan, doğruyla yanlış karışıyor.
Şimdi ekonomik veriler iyiyken, birden ekonomi çöküyor vaveylası kopartılıyor. Ekonomi bir gün önce iyiyken, bir gün sonra üç beş bankacı tutuklanıyor diye nasıl kötüye gider?
Bazıları karamsarlık pompalayarak, kafese yeni konulan maymunların da muzlara ulaşmasını engellemeye çalışıyor. İstiyorlar ki talan aynen sürsün. Sorun bundan önce nasıl çözüldüyse öyle çözülsün; hırsızlıklar, soygunlar yapanın yanına kâr kalsın isteniyor.
Tıpkı Marmara Bankası, Öğretmenler Bankası, Anadolu Bankası ve diğerlerinde olduğu gibi. Adalet uyutulsun, maliye susturulsun, polis çalıştırılmasın isteniyor. Devletten çalanların siyasi ve bürokratik bağlantıları açığa çıkartılmasın isteniyor. Çünkü düzenin kokuşan, artık kırılıp dökülmeden önceki gürültüsüyle kulaklarımızı tırmalayan çarkları durmasın dönsün deniyor.
Ama bir fark var. Bugün halk dağdaki çobanından, kentteki sanatçısına, işadamına Ankara’daki temiz yöneticilerine kadar her aşamada olanları gözlüyor ve dipten gelen dalga her şeyi yeniden şekillendiriyor.
Bu noktada sadece bu operasyonları gerçekleştiren üç-beş kişinin olaya katkısı yetmez. İktidarın Meclis’i bu konuda yardıma çağırması gerekir. Eğer sırf polisiye yöntemlerle bir ‘Tantanizm’ fanatikliği yaratılacak olursa bulunduğumuz yol, bizi taşıyamaz. Eskisine döneriz. Tantan’ın yaptıklarını küçümsemeden, ama ona destek vererek ve yol göstererek doğrunun peşinde olmalıyız.
Bugünkü tabloda Sadettin Tantan’ın polisiye mantıkla gerçekleştirdiği operasyonların etkisi büyük. Aylar önce operasyonlar başlarken de söylediğim gibi, polis artık geri çekilmeli ve ön plana savcılar ile maliye uzmanları çıkmalı. Bu sağlanamazsa olaylar yaratıcılarını aşar.
Tantan biz kendisine bunları söylediğimizde bulmaca gibi konuşup, bunları yazdığımız için bizi de üstü kapalı olarak ‘nüfuz casusları’ arasına katmak eğiliminde olduğunu gösteriyordu açıklamalarıyla. Hatta herkesi ihbarlara davet eden siteler açtırdı Tantan. “Halk ihbar etsin, biz gerekeni yapacağız” dedi. Bu amaçla internet siteleri kuruldu.
Ama bakıyorum dün Hürriyet’te Ertuğrul Özkök’e söyledikleri, onun da sonuçta aklıselimden yana döndüğünü, ya da en azından böyle konuşmak zorunda kaldığını gösteriyor. Tantan, Özkök’e diyor ki:
“Çok speküle haberler çıkıyor. Böyle dönemlerde bu hep olur. İhtilal zamanları da
olur. Yaygın bir ihbar furyası başlar. İnsanlar kızdıkları komşularını bile ihbar ederler. Bizim bu tip yanlış ihbarlar karşısında çok dikkatli olmamız ve hukuk ölçüleri içinde kılı kırk yarmamız gerekiyor. Bir de ekonomik hayatın çökertilmek istendiği gibi bir hava doğdu. Bunu yaratmamamız lazım.”
Hoş geldiniz bizim kulvara Sayın Tantan. Bunları operasyonlar başlarken söyleseydiniz de ortalık birbirine girmeseydi olmaz mıydı? Savcılarla kavga etmeden, Adalet Bakanlığı’nı karşınıza almadan bu noktalara gelinmeden yol alsaydınız ne olurdu?
Her neyse…
Şimdi polisi bekleyen büyük tehlike geri adım atmasıdır. İçişleri Bakanı yasaları uygulamaktan dolayı pişmen olmamalıdır. Kaygıya kapılmamalıdır. Polis olduğu yerde durmalı ama sistemin diğer enstrümanları olan maliyeciler ve savcılar ileri atılmalıdır. Bunlara destek Meclis’ten gelmelidir. Sendikalar, dernekler de hareketlendi mi, işte o zaman temiz eller harekâtı başlar ve toplum temiz yönetim idealine ulaşmada yol alır. Yoksa beş banka soyulduğu için yapılan tutuklamalarla yargılamalar temiz toplumu yaratmaz.
Kurumlar kavga etmemeli
Hele kurumlar arasında uyum olmaz da polis ile savcılar çatışır -ki bu isteniyor- polisin tutukladıklarını ve topladıklarını maliyeciler iyi incelemez, savcılar iyi değerlendirmezse Türkiye’de her şey heba olur. Kafesteki maymunlardan farkımız kalmaz.
Kavga bu düzen böyle gitmez kavgası ise, gelin temiz toplum için Meclis’i ve diğer kurumları devreye sokun. Bu işler bireysel olarak halledilemez. Ama sonuçta kahramanları halk hep alkışlar. O alkışlar şimdiden Ahmet Necdet Sezer, Zekeriya Temizel, Sadettin Tantan, Nuh Mete Yüksel, Aykut Cengiz Engin için. Bu yüzden gereksiz işlerle zaman yitirmemek lazım. Tribünler oyuncuları görüyor. Sahada iyi olmak takdir için yeterli.
Bu tarihi fırsat; istikrarsızlık, ekonomik çöküntü, belirsizlik ve karamsarlık nutuklarıyla kaçırılırsa yazık olur.
Ben her şeyin iyi olmaması için bir neden görmüyorum. Halk temiz yönetim istiyor. Her şey var. Bu mücadeleyi başlatamamanın tarihi sorumluları politikacılardan başkası olmaz. Politikacılar böyle bir yaftayla 2000’li yıllara girmeye hazırlar mı dersiniz?
Bu işler Tantan’ı aşar