07.12.2000
Batık bankaların verdiği zararlar, Nisan 1994’te üç bankaya el konulduktan sonra sorumluların cezalandırılamamasıyla yakından ilgili. Bir an önce hesap sorabilecek sistemi yaratmak gerekir
Tuncay ÖZKAN
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devredilen banka sayısı 11 oldu. Demirbank da artık fon idaresi altında. 11 bankanın içlerinin nasıl boşaltıldığını artık çok iyi biliyoruz. Bu bankaların uğratıldığı zararlar için Hazine tarafından 7 milyar dolarlık Hazine Bonosu verilmesi, zararların vergi yükümlülerinin sırtına yükleneceğini gösteriyor. Bu işlemlerin ülke ekonomisine verdiği zararların parasal tutarı hesaplandığında çıkacak maliyetin, Hazine Bonosu rakamından çok daha yüksek olduğu da kuşkusuz. Ama şimdi bu bulanık, puslu havada bunların üstüne gidecek kimse yok gibi.
Bankaların içlerinin boşaltılmasında uygulanan yöntemler, Nisan 1994’te mevduat toplama izinleri kaldırılarak faaliyetleri durdurulan Marmarabank, Türkiye İthalat ve İhracat Bankası ile Türkiye Turizm Yatırım ve Dış Ticaret Bankası’ndaki yöntemlerle aynı. Yalnızca hortumlanan para çok daha yüksek.
Bu üç banka ile ilgili yaşananlardan ders alınsaydı, son olaylarda bu denli büyük zararlarla karşılaşmayacağımız kesindi. Tecrübelere rağmen, banka kuracak ya da bir bankayı devralacak kişiler hakkında gereken titizliğin gösterilmediği, bankaların zamanında denetlenmediği, bankaları denetlemekle görevli yeminli murakıplar ile raporları değerlendirecek Hazine yetkililerinin bankalarda görev almalarını yasaklayan yasa hükümlerine uyulmadığı ortada. Üstelik denetleme sonucunda saptanan usulsüzlüklerin giderilmesi ve sorumlularının cezalandırılmaları konusunda cesur davranılmadığı da açık.
Komik cezaların sonucu
Mevzuat boşluklarını gidermek yerine, ‘ekonomik suça ekonomik ceza’ anlayışından hareket edildiği anlaşılıyor. Özgürlüğü bağlayıcı cezaların komik tutarlarda ağır para cezalarına dönüştürüldüğü, böylece hem üç banka sorumlularının lehteki hükümlerden yararlanmalarının sağlandığı, hem de bu tür yeni usulsüzlüklere yeşil ışık yakıldığı bir gerçek. Bu üç bankadaki mevzuata aykırı işlemleri gerçekleştirenlerin yargılanması aşamasında bankacılık konularında yeterli bilgisi bulunmayan Hazine avukatlarının yalnız bırakıldığı, yargılamaların genel zamanaşımına uğramayacak biçimde hızla sonuçlandırılmasına özen gösterilmediği, ceza mahkemelerini objektif biçimde aydınlatacak bilirkişilerden yararlanılmadığı da bir başka gerçek. Ne de olsa soyguncunun adı beyaz yakalılar, yaptığı da ekonomik suç oluveriyor. Bu nedenle Marmarabank, TYT Bank ve İmpexbank bugünlere ışık tuttu. Bugün batanlar da yarına ışık tutmalı. Anlıyorum ki olaylar DGM’den kaçırılmak isteniyor. Karapara ve hortumcu lobisi şimdi tıpkı bu üç bankada gerçekleştirdiğini tekrarlamaya çalışıyor.
Çakıcı zengin olmuştur
Bu oyuna düşmeden hem çalınan paraları kurtarmanın, hem hırsızların cezalandırılmasının hukuk içinde çözümü bulunmalıdır. Bu olmaz da geçmiş örnekler gelecekteki uygulamalara kaynak teşkil ederse ‘yandı gülüm keten helva’… Bunca emek, çaba heba olur gider. Yargıçların, savcıların ve bilirkişilerin toplumun gözünün üstlerinde olduğunu bilerek hareket etmeleri gerek. Bu noktada Zekeriya Temizel’in denetiminin de anlamı çok büyük.
Son dönemde gözlediğim bazı olaylar ilgimi çekiyor. Alaattin Çakıcı’nın yattığı cezaevine, geçmişte haraç istediği ne kadar bankacı ve işadamı varsa doldurdular. Çakıcı yeniden haraç zengini olmuştur. Eeee, ne demişler ‘El eli yıkar, el döner yüzü yıkar’.
Türkiye’nin bütün bunları göz önüne alarak bir türlü başlatamadığı ve bundan sonra da başlatmasını zor gördüğüm temiz yönetim mücadelesinde gelinen noktadan geri dönülmesini engellemek gerek. Nasıl mı? Bu bankalarla ilgili yasal süreci diğerlerine benzetmeyerek. Burada ne olup bittiğinin iyi anlaşılabilmesi için size iki örnek sunuyorum:
Bu üç bankadaki usulsüzlükler için Şişli Asliye Ceza’da 16, Şişli 4. Ağır Ceza’da bir olmak üzere toplam 17 dava açıldı.
Bu davaların birisi Union Bancaire Privee’nin (İsviçre), birisi Sarkuysan Elektrolitik Bakır San. ve Tic. A.Ş, birisi Balnak Uluslararası Nakliyat A.Ş, birisi Halk Bankası tarafından yapılan şikâyetler üzerine, diğerleri de Bankalar Yeminli Murakıpları’nca yapılan denetlemelerde saptanan usulsüzlükler dolayısıyla açılmış kamu davaları.
İmpexbank ile ilgili davalar genel zamanaşımına uğradı. Nasıl mı? Onu en önce yargıçlara sormak gerekecek.
Şişli 2. Asliye Ceza’daki davalardan 12’sinde bilirkişi olarak Prof. Dr. Selçuk Öztek, Doç. Dr. Mehmet Somer ve bankalar yeminli murakıplığı kökenli Hayati Ecer gözüküyor. Bir tanesinde de Öztek ve Somer ile birlikte Hazine eski genel müdürlerinden Muammer Akıncı’nın, bir dosyada da Prof. Dr. Zeki Hafızoğullar, bankacı Mehmet Yüksel ve Özdemir Kaplan görevlendirilmiş. Sonuç hüsran.
2. Asliye Ceza’nın 1994/632 E sayılı dosyası: Bankalar Yeminli Murakıpları 29.12. 1993/13 tarih ve sayılı raporda, karar defterinin doğru tutulmadığını saptamışlar. Bankanın yönetim kurulu üyeleri olan M. Can Eliyeşil, Bülent Şemiler ile Mehmet Şafak’ın paydaş oldukları firmalara açılmış krediler olduğu görülmüş. Yani bankayı yönetenler kendi şirket ve ceplerine dönük çalışmışlar.
Bilirkişi raporları
Bilirkişi raporları ise yöneticileri aklar doğrultuda. Hazine vekili bilirkişi raporuna verdiği yanıtta, “kredi açılan şirketlerdeki payların birleştirilerek göz önüne alınması konusundaki yanlış yorumların suçu ortadan kaldırmayacağı, Hermes Dış Ticaret A.Ş.’ye kullandırılan kredilerin 04.10.1993 itibarıyla 16.2 milyon dolar gibi yüksek bir rakama
ulaştığı ve kredi açılmasına karar verilen yönetim kururlu toplantısına Şemiler’in de katıldığı göz önüne alındığında, pay sahipliği konusundaki bilgi akışının yetersizliğinin söz konusu olmadığını” dile getirmiş. Bilirkişi görüşüne katılmanın mümkün olamayacağı söylemiş. Örnek de vermiş: “Aynı mahkemede yargılaması süren 1994/1385 E sayılı dosyadaki murakıp raporunda ortada senet yokken repo işlemi yapıldığının saptandığını hatırlatmış. Olmayan bir senedin repo işleminde ana hesap kayıtları çalıştırılamayacağına göre, nazım hesaplara da işlenmemiş olmasının tek nedeninin, mevzuata aykırılığın Hazine ve Merkez Bankası’ndan gizlemek olduğu” belirtilmiş ama nafile…
Bir diğeri de, 2. Asliye Ceza’nın 1994/1386 E sayılı dosyası: Yeminli Murakıplar Can
Akın Çağlar, Ahmet Karaca’nın raporunda, İmpexbank’ın kullandırmış olup vadelerinde tahsil edilemediği için kanuni takip hesaplarına aktarılması gereken kredilerin normal hesaplarda tutulduğu ve mevzuat gereğince ayrılması gereken karşılıkların ayrılmadığı saptanmış. Bankanın Genel Müdürü Selçuk Öğrendil, yardımcıları Ahmet Ersin Dedekoca ve Saffet Avdan ile koordinatör Mehmet Dursun’un cezalandırılmalarını istemiş.
Birbirinden ilginç raporlar
Öztek, Ecer ve Akıncı’dan oluşan bilirkişi kurulu 18.02.1997 tarihli raporlarında, “Avrupa’nın amacı Türkiye’yi, IMF dolayısıyla Amerika’yla karşı karşıya getirmektir” bile demiş. Onlara göre bankanın içi boşaltılırken görülen hatalar küçük eksiklikler. Bankaların batık kredisi banka özkaynaklarının 26 katına ulaşmış ama onlar araya bir ‘ise’ koyup, “Banka sermayesini 400 milyar liraya yükseltebilmek üzere artışa ilişkin yüzde 25’lik tutarın 14.06.1993’te bloke hesaplara yatırıldığı, Müsteşarlığın da 20.09.1993’te sermaye artışına izin verdiğinin hafifletici neden sayılabileceği” diye yazmışlar raporlarını…
Mahkeme 29.07.1999’da verdiği kararda, suç tarihinden sonra çıkan 4389 sayılı yasanın 3182 sayılı Bankalar Yasası’nın 32, 38 ve 51. maddelerine aykırı eylemleri idari para cezasına dönüştürdüğü gerekçesiyle, TCY’nın 2/2 maddesini de göz önüne alarak, lehe olan yeni yasa sebebiyle, bu maddelere muhalefetten sanıkların aklanmasına, ancak gereğinin takdiri için yetkili kurum olan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu Başkanlığı’na bir karar örneğinin gönderilmesine karar vermiş. Sonra, “Buna karşılık 4389 sayılı yasanın bankalarca gerçek mahiyetlerine uygun düşmeyen muhasebe kaydı yapılmasını daha ağır yaptırıma bağladığı için 3182 sayılı eski yasa hükmü nazara alınarak S. Öğrendil, A.E. Dedekoca, M. Dursun Şafak’ın md. 52/1 hükmüne aykırı eylemleri nedeniyle aynı yasanın 79/4 maddesi uyarınca altışar ay hapis ve 1.500.000 x 13 = 19.500.000 TL
ağır para cezası ile cezalandırılmalarına” karar vermiş. Sonra sanıklara verilen kısa hürriyeti bağlayıcı cezanın, paranın alım gücü ve sair haller göz önüne alınarak bir günü 10 bin lira hesabıyla 10.000 TL x 180 gün = 1.800.000 TL. para cezasına dönüştürmüş.
Şimdi bu ağır cezaların ve yargılama sürecinin altından nasıl kalkılmış anladınız mı?
Türk mafyasının neden banka peşinde koştuğunu şimdi anladınız mı? Silahla soyunca adamın anası ağlıyor, 35 yıl alıyor. Soygunu önce bankanın sahibi olup sonra içini boşaltarak yaptınız mı bir şey olmuyor.