15 Haziran 2001
Atatürk’ün şahsi mal varlığından olan ve bugün özel bir kanunla idaresi “yapılan” Atatürk Orman çiftliği (AOÇ) içler acısı bir durumda. Usulsüzlükler kılıfına uydurulmamış olsa, koca miras talan edildi diyeceğim. Ama kılıfına uydurulduğu için rezil edildi demek daha doğru. KİT komisyonunda ilgili görüşmeler sırasında raporlar gösteriyor ki ne araziye sahip çıkılabiliyor, ne de çiftliğin içinde bulundurduğu değerlere.
Bu noktada büyük bir yönetim hatası var. Trilyonluk araziler üç beş kuruşa kiralanmış. Kiracılar arasında Türkiye Jokey Kulübü gibi parayla oynayan kuruluşlar var. Ama çiftliğin kesesinden yemek iyi gelmiş. Buna göz yumulmuş.
Onlarla ilgili yasal yaptırımları bir kenara bırakıyorum. Ama çiftlik hala elimizde. Dün görüşmelerle ilgili olarak Meclis KİT Komisyonu Başkanı Birkan Erdal ile konuştum. AOÇ için yürekten katıldığım ve desteklediğim bir önerisini dile getirdi. AOÇ, Ankara’nın Hyde parkı olsun dedi. Evet Mustafa Kemal’in bu özel mülkünü, mirasını gelin halka teslim edin. Burayı geniş bir doğa parkına çevirin. İnsanlar gezsin, ata binsin, piknik yapsın, koşsun, konuşsun ne isterlerse yapsınlar. Böyle bir projeye Dünya Bankası dahil onlarca finans kuruluşu milyarlarca dolar para verir. Sponsorlar bu parkı dünyanın sayılıları arasına sokar.
Ucundan, kıyısından tırtıklana tırtıklana binalar ve yağmacıların elinde kalan çiftlik Ankara’yı da kurtarır. Kent bambaşka bir çehreye ve düşünceye pencere açar. Güzelliği artar. Ankaralı milletvekillerini, yöneticileri ve hükümeti bu çok karlı ve yararlı düşünceye destek olmaya çağırıyorum. Gelin iyi enerji verecek bir iş yapalım. Haydi.
Umudu yitirmek üzerine
En son umutlar ölür.
Umutlarımıza sahip çıkmalıyız. Umutlarımızın tüketilmesine, çaresizlik denizlerinin bizi yutmasına izin vermemeliyiz. Akıllarımızın, kolektif bilincimizin umutsuzluğa yenik düşüp kilitlenmesine, kapanmasına nasıl göz yumarız?
Kötü yönetim, zamanında değiştirilemeyen yasalar ve kurallar, yolsuzluk ekonomisinin yarattığı depresyon ve sıkıntı etrafımızı karanlık bir gölge gibi çeviriyor. Gölgesine yenilen bir toplum olamayız. Bunun için yapılması gereken sağlıklı bir parlamento oluşturmak ve Türkiye’yi çağdaş, uygar dünya ile daha büyük ilişkiler içine sokmak. Stratejik olarak Çin, Rusya, Asya’nın diğer ittifakları, Türki cumhuriyetler gibi avantajlar ve zenginliklerle, AB gibi bir dev oluşumla burun buruna olan Türkiye umutsuz olmamalıdır. Türkiye’nin yönetimindeki boşluk, insanlarımızı değişime itmeli, karamsarlığa değil. Umut yeri gelir ekmek de olur, sevgi de.
Türkbank olayında yeni bilgiler
Kutlu Aktaş bir kamu yöneticisi olarak dürüst ve aydınlık tutumuyla göz doldurmuştu. Türkiye’nin mafya ile mücadele zamanlarında çok önemli görevler yaptı. Anılarını “Misyon” adlı bir kitapta toplamış. İlginç ve çarpıcı saptamalarla, yakın tarihin bilinmeyenlerine ışık tutan açıklamaları var. İçişleri Bakanı olarak tanık olduğu, bizzat içine girdiği Türkbank olayıyla ilgili kitabına aldığı anıları, yeni bazı gerçekleri de gün ışığına çıkartıyor. İhalenin nasıl iptal edildiği konusunda anlattıkları bilmediğimiz yönleriyle şöyleymiş:
“5 Ekim 1998 günü saat 11.00’de, Devlet Bakanı Hüsamettin Özkan, Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit’in benimle görüşmek istediğini bildirdi. Eski Başbakanlık binasındaki odasında, Devlet Bakanı Hüsamettin Özkan’ın da bulunduğu sırada konuyu anlattım. Başbakan Yardımcısı Ecevit, Başbakan Yılmaz’a telefon ederek dörtlü toplantı yapmayı önerdi. Öğle yemeğini Başbakanlık konutunda yediğimiz iki buçuk saat boyunca, konu her yönüyle ele alındı. Sonuçta Türkbank ihalesinin durdurulması kararlaştırıldı. Korkmaz Yiğit benimle görüştüğü konuları daha önce Devlet Bakanı Özkan’a da anlatmıştı. Her iki görüşme birbirinin üzerine oturuyordu.
Bürokrasinin ağır işlemesi nedeniyle, alınan karar ancak 11 Ekim 1998 günü açıklanabildi ama bir gün önce CHP Genel Başkanı Deniz Baykal sert bir konuşmayla Türkbank ihalesinin durdurulmasını istemişti. Açıklama keşke iki gün önce yapılabilseydi. Daha sonraki günlerde Korkmaz Yiğit tutuklandı. Beni hukuki değeri olmayan bant kayıtlarını açıklamaktan suçladı. İzmir’de benim ve çocuklarımın üzerine kayıtlı malları araştırdı. Buralardan bir şeyler bulabilir miyim diye umutlandı. Ama çalıp çırpmayan bir devlet görevlisi olarak bana ve çocuklarıma ait hiçbir haksız mal varlığımız olmadığını gördü.”