10 Temmuz 2001
Türkiye’de 1980 darbesi sonrasında yaratılan yeni sistem, toplum yaşamında parayı her şeyin ölçüsü haline getirdi. Köşe dönmecilik ve yükselen değer kavramları bu uygulamanın şahikasıdır. Kazanılan paranın kaynağı ve hangi yolla kazanıldığı önemini yitirmiştir. Katiller demokrasisi, hırsızlar düzeni kuruldu. Kişiler parayı nereden bulmuş olurlarsa olsunlar, hangi yöntemle elde ederlerse etsinler saygı görmekte ve toplumda önemli adam sıfatını kazanmaktalar. Paralar milyon dolarları aşınca, geride ne günah, ne ayıp, ne de hukuksuzluk kalmaktadır. Parayla satın alınan toplumsal statüler bilim, bilgi ve emekle elde edilenlerden daha yaldızlı ve süslü durmaktadır. Makbul karşılanmaktadır.
Rüşvet yiyen memur işini bilen, yemeyen enayi sayılmaktadır.
Bu sistemin yaratıcısı olanlar tercihlerini bilim, hukuk, akıl ve emek yerine köşe dönmeci ve yükselen değerci kişilerden yana kullandılar. Karar verici durumda olan güç ve iktidar sahiplerinin ellerindeki erk, üretim veya kişiliklerinden kaynaklanmıyor. Çünkü sistem onur, erdem, bağımsızlık, özgürlük gibi birey kavramlarını da dışlıyor. Yönetim kadroları servet sahiplerinin ve iktidarı gerçekten ellerinde tutan güçlerin ölçülerine göre seçilip atanıyor.
Bu atamalardan siyasi olarak, ekonomik olarak ve yapısal olarak beklenilen tek şey bulunuyor: Sahibe itiat.
Türkiye’nin bugün dıştan gelen ekonomik ve siyasi baskılara karşı direnememesinin, politikalar üretememesinin, içeride tartışıp yeni stratejiler belirleyememesinin asıl sebepleri bunlar.
Türkiye en temel ve acil olarak eğitim sisteminde köklü zihniyet değişikliklerine gitmeli. Yeniden bilim ve hukuku temel alarak, emeği ön palana çıkartarak kendini yapılandırmalı. Sivil toplum kuruluşları yaratmalı. Sihirli değnek aramayın boşuna. Bugün başlarsak ancak 20 yıl sonra düze çıkarız.
İçinde bulunan siyasi kriz nedeniyle yaşanan ekonomik bunalımda, yasa dışılıkları kabul ettirme çabaları bizi bataklığa sürükleyen anlayıştan başka hiçbir şey değildir. Kara paracılar, uyuşturucu kaçakçıları, rüşvetçiler, hortumcular kaçırdıkları paralarla yeniden itibar satın alacaklar. Pisliği ambalajını değiştirip bize satacaklar. Alıcısı çıkar mı?
Türkiye’de yaşanan sorun siyaset noktasındaki tıkanmadır. Türkiye, ekonomisini düzeltmek için öncelikle siyasetini düzeltmek durumunda. Çünkü ekonomiye yön veren siyaset. Akıllarının yerine para koyanlar, bilimi borsada aldım sattım hesabıyla karıştıranlar, emekle üretmek yerine satın al gitsin diyenler, bugün çarptıkları kayadan geri dönüyorlar. Ama onlar önemli değil. Önemli olan o kayaya doğru hızla itilmekte olan Türk toplumu. İşte şimdi, tam bu noktada her şeye rağmen kendi istediğimiz değişimi yapabilirsek, eğitim ve hukukumuzda reformları gerçekleştirebilirsek, biz kazanacağız.
Süleyman Demirel ne istiyor
Süleyman Demirel… 40 yılın politikacısı… Türkiye üzerine söyleyecek sözü, yapacak daha çok işi var… Ama bırakmıyorlar… Elini, kolunu bağladılar adamcağızın. Bütün yakınları, koruyup kolladıkları, bürokratları ya cezaevinde ya takipte… Ah şu 40 yılı bir 50’ye bağlasaydı. Dokunabilirler miydi adamlarına?
Gerçi bu halk, sevenleri onu cumhurbaşkanı yaptılar. Yıllarca başbakan yaptılar. Darbelere karşı onu desteklediler, direndiler, kurda kuşa yem etmediler. Ama o tam siyaseti ve hizmeti öğrenecekti Türkiye bitti. Acemi nalbant gibi. Tam işi kıvırıyordu ki ne nal, ne mıh, ne de at kaldı. Bitti. Ne garip değil mi bitivermesi bunca kaynağın.
Şimdi Süleyman Demirel nalıncı keseri gibi 40 yılı yontuyor da yontuyor. Hep kendi kucağında yongalar. Ama ya yontulanlar. Onlar ne oldu, ne olacak? Demirel bağırıyor ya bugünlerde boşa değil. Etrafında adam kalmıyor. Bu yaştan ve bedensel yorgunluktan sonra meydanlara dönüp bir şey yapacağından değil. Başbakan Bülent Ecevit ona o Ecevit’e bakıp bakıp gençlik aşılanıyor sanıyorlarsa yanlış. O yanlış anlasa da bizi, siz Demirel’i sakın yanlış anlamayın. Onun derdi adamlarının derdi. Onu Türkiye değil, adamlarının başına gelenler gerdi. Allah dayanma gücü versin…