23 Nisan 2002
Bugün 23 Nisan. En onurlu, en anlamlı bayramımızı kutluyoruz. Ama bence çocuklara karşı sorumluluklar noktasında tam da bugün ülkenin yöneticilerini bir kez daha uyarmak gerekiyor. O da deprem olgusu.
Celal Şengör dostumuz (deprem konusunda en hatırı sayılır birkaç profesörümüzden biri) sustu sustu yine can evinden vurdu. Deprem konusunda stratejik önemde bir büyük gerçekliği gösterdi. Türkiye olası bir deprem sonrasında gireceği yıkım sendromu ile birlikte, ulusal savunmasında ve egemenliğini koruma noktasında ciddi sıkıntılar yaşayabilir. Ölü sayısı da 100 bini bulabilir. Depreme hiç böyle bakılmıyordu.
Öncelikli gündem
Bu şu anlama geliyor; deprem konusu en öncelikli gündem maddesidir. Gerçek bilim adamları ile bu konuyu ciddi ciddi planlamak zorunludur. Buna kaynak ayırmak, kaynak yaratmak kaçınılmaz bir görevdir. Peki ama bu görev neden hala sahipsiz ve yerine getirilmesi gerekler savsaklanıyor? Birilerinin başka bir Türkiyesi mi var ki depremi önemsemiyor?
Kentlerimizin büyük bir çoğunluğunun 1. ve 2. derece deprem kuşağı içinde olduğu gerçek. TBMM Araştırma Komisyonu’nun raporuna göre, son 100 yıl içinde ülkemizde yaşanan 146 deprem sonucunda 540 bin konut ve işyeri yıkıldı. Marmara depreminde, 100 konut ve işyerinin 50 adedinin depremden hasar görmesi ve 30 adedinin yıkılmış olması gerçeği, kentleşme düzeni ve yapı stokunun nasıl bir durumda olduğunu en çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. Kimsenin kimseyi kandırmasına gerek yok.
2000 yılı bina sayım sonuçlarına göre, ülkemizde, toplam 16 milyon 235 bin 830 konut var. Bunun yüzde 20’si İstanbul’da. 869 bin yapıda 3 milyon 393 bin 073 aile yaşıyor.
Yapı sektörü zorda
Ülkemizin % 70’inin 1. ve 2. derece deprem kuşağında olduğu ve son depremde yapı stokumuzun gördüğü zarar ile yukarıdaki rakamları karşılaştırınca kentleşme ve yapılaşma sektörümüzün durumunun hiç iç açıcı olmadığı ortaya çıkıyor.
Özellikle, toplam konut stokumuzun, % 70’inin son otuz yılda yapıldığı düşünüldüğünde ise kentleşme hızının ne kadar yüksek ve rant olgusunun ne kadar önemli olduğu ortaya çıkıyor. Kentlerimiz, son otuz yılda, ‘apartmanlaşma’ ve ‘gecekondulaşma’ sürecine girmiş durumda. Her yerde gecekondu apartmanlar yükseliyor.
Bu nedenle, kentlerimizde ve özellikle İstanbul ölçeğinde, afet bölgesinin yaygınlığı ve mevcut konut stokumuzun eksikliği karşısında, afetler yaşanmadan önce, mevcut kent dokusunu ve altyapı sistemini iyileştiren sistemlerin kurulması, proje ve programların oluşturulması gerekmektedir. Yani boş oturan, depremi karşılamaya hazırlanmayan çok şey kaybedecek.
Çözüm nedir?
Çözüm nedir? Şehir plancılığı konusunda büyük kentlerimizde çok önemli çalışmaları bulunan Faruk Göksu’ya göre çare hızla, yenileme ve dönüşüm ile yeni yerleşimlere yönelik proje ve uygulamaların gerçekleştirilmesi.
Bu projeleri gerçekleştirirken;
“Deprem riski olasılığı yüksek alanlarda boşaltma noktaları oluşturulmalı, beşer yıllık program dahilinde deprem afetlerini önleme planları yapılmalı, kritik alanlar tespit edilmeli ve bu alanlar imara konu edilmemeli, imar hakları toplulaştırılmalı veya bir başka alana transfer edilebilmeli, yerleşik alanların güvenliğinin sağlanması ve kentsel gelişmenin denetlenmesi, mevcut yapı stokunun sağlamlaştırılması” gerekli diyor Göksu.
Faruk Göksu, Brezilya ve dünyanın diğer bölgelerinde gerçekleştirilen yerleşim transferleri konusunda çok ciddi projelerden bahsetti. Ayrıca konut tahvili yoluyla “rant” ve “kent” olgularını birlikte koruyacak projelerini anlattı. Bunlara ileride değineceğim. Ama en önemlisi MGK’nın depreme hazırlık konusunda yapılacaklarla ilgili olarak gündemli bir toplantı yapması, sivil toplum örgütleri ve devletin kararsızlıktan, ataletten bir an önce kurtulması gerekiyor. Bu, Türkiye’nin çocuklarına karşı bir borcu. Nüfusunun 36 milyonu çocuk ve genç olan bir ülke bu denli önemli ve yakın bir tehlike karşısında bu kadar aymaz olamaz.