28 mart 2001
Başarısızlıkla suçlanan, ekonomiyi yönetememekle itham edilen ve krizin siyasi faturası neredeyse ona kesilen Devlet Bakanı Recep Önal ile konuştum. Kriz sonrasında ilk kez açıklamalar yapıyor. Ekonomi bürokratlarıyla küskün olduğu yolundaki açıklamaları yalanladı önce. “Ben kimseye küskün değildim. Arkadaşlardan küskün olan varsa bilgim yok. Ama benim kapım herkese açıktı. Böyle bir suçlamayı kabul etmiyorum” dedi.
‘Durmak taraftarı degildim’
Kendisine kriz sonrası bürokrat istifalarını hatırlatıp, suçlamalar nedeniyle istifayı düşünüp, düşünmediğini sordum. Yanıtı çok ilginçti:
“Ben aslında bir an durmak taraftarı değildim. Böyle bir durumda da değildim. Vatan için nice gençler feda oldu. Ben feda olmuşum ne olur. Vatan için feda olalım işler düzelsin. Bu anlamda hiçbir önemi yoktu makamın. Ama benim de bağlı bulunduğum bir siyasi grup var. Onların düşünceleri var. Beni kimin istifadan döndürdüğü noktasında bir açıklama yapmak durumunda değilim. Bu benim özelim. Ama istifadan falan korkmuş değilim. Türkiye’de böyle durumlarda kelle isteniyor. Basından, başka çevrelerden başlıyorlar kelle isteriz diye. Bence Gazi ile Selçuk’un da istifalarına gerek yoktu. Çünkü yapılacak yeni bir şey yok. Eski program uygulanıyor şu anda da. Sayın Kemal Derviş’in şu an yaptığı da bizim eski uygulamalarımızı devam ettirmek. Ama yapısallar sorununu aşmaya çalışıyor o da. Türkiye’de ekonomik programları başarısız kılan şey, yapısallar noktasında gerçekleştirilemeyenlerdir. Kimsenin bunun dışında yapacağı yoktur. Bugün de yapılan bizim yaptığımızdır.”
Önal’a eski ekonomik programın neden başarısızlığa uğradığını sorduğumda ise şunları aktardı:
“Programın ilk altı ayına bakın her şey olumlu. Türkiye borç alabiliyor, kredibilitesi çok iyi. Zaten sorun kredibilitede saklıdır. Program desteklendiği için ilk altı ayda başarılı olunmuştur. Ancak ikinci altı ayda kredibiletemiz sarsıldı. Biz Prag’da idik çıkması gereken kanun hükmünde kararnameler çıkmadı. Orada 750 milyon dolarlık bir anlaşma imzalayacaktık. Küçük bir miktar ama Dünya Bankası yetkilileri baktılar ve yapısalların çıkartılmasında bir sorun olduğunu gördüler. O gün kredibilitemizde sarsılmalar başladı. Adamlar şüphe etmeye başladılar. Ardından GSM ihalesinden gelmesi gereken paraların gelişi şubat ayına sarktı, oysa daha erken gelip borçlanma açığını kapatması gerekiyordu. Neden böyle oldu bilmiyorum. Ve Telekom’un özelleştirilmesi olmadı. Problem çıktı. Sonra da bugün 15 başlık altında özetlenerek çıkartılmaya çalışılan yapısallarla ilgili siyasi sorunlar ortaya çıktı. Bunlar çıkartılamadı. Bugün çıkartılamazsa aynı sorunlarla karşı karşıya kalınır. Bu anlamda Kemal Derviş’e en büyük destek bendendir.
Dalgalı kur sistemi
Bakana neden daha önce dalgalı kur sistemine geçilmediğini sordum. Şunları söyledi:
“Tuncay Bey bugünkü uygulama bizim programımızın devamıdır. Biz zaten üretimi ve kaliteyi artırmak ve teşvik için programın sonunda dalgalı kur sistemine geçişi öngörmüştük. Ama bizim bugün için çöken uygulamamız döviz kuru sistemimizdir. Bunun nedenlerini de saydım. Bakın dünyaya üretim yapmak ve dünya kalitesinde yapmak zorundasınız. Yoksa krizden çıkılamaz. Bizim yapmaya çalıştığımız şey buydu. Ama bizim planlarımızda siyasi problem yoktu, yapısallarla ilgili sorunlar yoktu. Bunlar programın ikinci yarısında ortaya çıktı. Bunları yenmek zorundayız. Bizim uyguladığımız programın alternatifi yoktur. Bugün devamı yürürlüktedir. Sıkı bütçe ve diğer uygulamalar aynen devam ediyor. Bunun başarısı için yapısalları çıkartmak ve kredi bulmak yeterli olacaktır.”
AB’li Kıbrıs ve sonrası
Türkiye stratejik açıdan giderek sıkışan bir gündemin esiri. Bir yandan ekonomik kriz, bir yandan siyasi kriz, diğer yandan uluslar arası gelişmeler Türkiye’yi sıkıştırıyor. Türkiye Amerika ile AB’nin çıkarları arasında bir gidip bir geliyor. Kararsızlık diplomasisi soğuk savaş yıllarında tuttu. Ama 1990’dan sonra artık sökmüyor. Çünkü AB ile Amerika enerji politikaları, Kürt kartı, Kafkaslar, Rusya, İran, İsrail, Saddam Hüseyin’in geleceği gibi konularda birbirlerinden zıt politikaların yürütücüleri.
Aralarında büyük bir çıkar kavgası var. Globalizasyon öncelikleri farklı. Taraflar çıkarlarını en önde tutuyorlar. Türkiye tam bu çatışların kilit noktasında. Bir atılım beklenirken ekonomik çöküntü ile boğuşuyor. Genç potansiyeli ve stratejik önemi; eski yöneticiler ve köhne politikalar yüzünden eriyor. Ama kimse bütün bunlar oluyor diye Türkiye’ye zaman tanıyacak değil. Bu nedenle ne yapıyorsak kendimize.
Türkiye açısından en önemli sorunu Kıbrıs oluşturuyor. çok yakın bir zamanda AB (bizden çok önce) Kıbrıs Rum Kesimi için tam üyelik kararı verebilecek. Bu noktada tam üyelik kesin gibi. Tam üye olunca Rum kesiminin Türk tarafında yaşayanlara “haydi bizim vatandaşımız olun, AB’nin getireceği haklardan yararlanın” diyeceği de kesin. İşte stratejik tehlikeler bundan sonra başlayacak. Bugünden o günlerin önlemleri alınmazsa, bir yol bulunup, akılcı ve Türkiye’yi geleceğe taşıyacak kararlılıklar şimdiden uygulanmazsa, Türkiye zor durumda kalabilir. Onun için AB’ye verdiğimiz Ulusal Program’a ve etkilerine iyi bakıp hareket etmekte yarar var.