14 Kasım 2003
Devlet memuru olmak zor iştir. Üzerinizde büyük sorumluluklar bulunur. Hesap sorulur. Hesap verilir. Ama uzunca bir zamandır devlet memurluğu anlayışında yaşanan erozyon, hem iş görme kabiliyetini azalttı, hem de devletin ihtiyaçlarının karşılanmasında büyük sorunları beraberinde getirdi. Memuriyet artık köşe dönme anlayışının bir basamağı gibi görülüyor. Memuriyet devlet ile halk arasındaki sorun giderme noktası olmaktan çıkıp bir sorun yumağına dönüşmüş durumda. Memurun halk adamı olması gerekirken, yükseldikçe Türkiye’yi yakan, yağmalayan oligarşinin adamı oluyor. Sonunda dokunulmazlık zırhları, siyaset bezirganları, işadamı dostları arasında sıkışan memur, felsefesini yitiren, amaçsızlaşan bir varlık haline dönüşüyor. Zor olan devlet memurluğu çok kolay bir hale geliyor…
Temizel ne yapmıştı
Zekeriya Temizel devlet memurluğundan siyasete, oradan da BDDK kurucu başkanlığı görevine gelmişti. Görevinden ayrıldıktan sonra bir olayla ilgili bilgisine başvurdum. Hatırlamadığını söyledi. Arşivinize bakar mısınız, ricasında bulundum, yanıt çok çarpıcıydı: ‘Özür dilerim ama benim arşivim yok. Ben bir tek dosya örneği almadan çıktım kurumdan. Orası devlet kuruluşu. Onun arşivinde olan şeyi ben ne diye yanıma alayım, bütün evraklar kurumun arşivinde, oradan isterim ihtiyaç olursa, bilgi verirler’ dedi.
Engin Akçakoca ne yaptı
Temizel’den sonra göreve gelen BDDK Başkanı Engin Akçakoca ise her attığı imzanın bir fotokopisini almış ve dışarı çıkarmış. Kime güvensizlik? Devlete mi? Başında bulunduğu kuruma mı? Kendisine mi? Çalışma arkadaşlarına mı? Ya da başka bir düşünce mi? Ama sonuç ortada, devlet arşivinde olması gerekenler, Akçakoca’nın deposunda. O zaman iki arşiv var demek ki. Biri devlette diğeri memurda. Hangisi daha itibar edilir durumda? Hangisinde daha çok bilgi ve belge var? Arşiv dışarıda ne işe yarar? TBMM ve Başbakanlık Teftiş Kurulu müfettişlerine o belgeleri vermeyen Sayın Akçakoca, bunları depodaki özel arşivine nasıl almış? Sonra o bilgilerden bugüne kadar kimler yararlanmış?
MİT’in kurucu Başkanı Şükrü Ali Ögel 15 yıl görevde kalmış. Sonra dönemin Başbakanı muhaliflerini dinlemesini isteyince, o gün görevinden istifa etmiş. Ben yıllar sonra ailesini bulup, arşivini istediğimde şu yanıtı aldım:
‘Babamız o gün istifasını verip çıktıktan sonra bir daha dairedeki odasına gitmedi. Sonra gelip kendisine odadaki eşyaları ne yapacaklarını sordular. O da masadaki aile resmimi getirin diğerleri devlet arşivine kalacak, yanıtını verdi.’
Arşivi yoktu Şükrü Ali Ögel’in. Sadece Türk Kültürü Dergisi’nde yayınlanan iki yazı. Onlar da Kurtuluş Savaşı hatıralarını içeriyordu.
Değişen devlet ve memuru
Devlet de, devlet memurluğu da değişmiş. Artık ne devlete güven var, ne de millete. Kurumlar ve kavram arasında büyük boşluklar doğmuş. Memur imza atmaya korkuyor, arşivler yağmalanıyor. Temiz bürokrat, kirli siyasetçinin, kirli işadamının, kirli bürokratın oluşturduğu oligarşinin pençesinde. Mafya memur atıyor, memur alıyor.
Mafya babası bakan ve bir belge
Bir olay. Devlet bakanı olmuş bir mafya babasıyla ilgili hayali ihracat haberleri yaptım. Mafya babası devlet bakanı görevde idi. Dava açtı. Dava toplam 5 yıl sürdü. Bir belge ben kendim araştırıp çıkartana kadar olması gereken adli sicil dosyasında bir türlü bulunamadı. Çünkü bu mafya babasının rüşvet verdiği bir memur o belgeyi dosyasından alıp bir başka dosyanın içine koymuştu. Arşiv güvenliği, hatta arşivi olmayan bir Türkiye’de memurun elindesiniz. Bulunamayan belgenin bir örneğini Sanayi Bakanlığı’nda bulunca davayı kazandım. Bulamasaydım, haklılığımla beraber yok olur giderdim herhalde. Merak ediyorum şimdi, Engin Akçakoca’nın dosyaları arasından neler çıkacak. Bir de bakarsınız belgeler karışmıştır, bir belge bir dosyanın gidişatını değiştirir. Olmaz olmaz demeyin olmazların olduğu ülkede yaşadığınızı bilin.