02 mart 2001
Diyanet Vakfı bilinmezler ve meçhuller içinde kaynaklarını devletten sağlayan, devlet tarafından korunan, kollanan büyütülen ve artık kontrol dahi edilemeyen bir müessese. Trilyonlara hükmediyor. Bastırdığı kitaplarla olay olan, hurafeyi körükleyen vakfın son numarası, paralarını İhlas Finans’ta batırmaları.
Diyanet Vakfı, kimseye sormadan, kimseden izin almadan, ihlas Finans’tan yüzde 8 oranında hisse almış. Buraya ortak olmuş. Sadece İhlas Finans’ta değil, ayrıca Kuveyt Türk Evkaf Finans Kurumu’na da ortak vakıf. Diyanet Vakfı olunca parayı İslamcı kuruluşlarda batırmak gerekiyor demek ki. Belki İslamcı patronlara katkı payıdır, batırılan paralar. Kim bilecek? Devletin parasının sahibi yok ki. İhlas hisseleri alınırken yasa ve ilgili mevzuat çiğnenmiş. Çünkü Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 5051 sayılı genelgesi izin alın diyor. Ama Diyanet Vakfı izin almak için gerek görmüyor. İhlas Finans sağlam ya…
Batan paralar babalarının parası değil. Devletin malı… Vakıf, o kadar gözü kara ki, bu hisselerle ilgili değer tespiti de yapmamış. Yani kaça almış, kaça satacak, hisselerin değeri ne olmuş belli değil. Şimdilerde müfettişler bakınca görmüşler yapılanları.
Şu an batık finans kurumunun 229 bin 98 hissesi ellerinde kalmış durumda. Ayrıca vakfın mütevelli heyet başkanı da olan Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz’a yakışıyor mu hiç? Gerçi Yılmaz hakkında görevden alınması için pek çok müfettiş yazısı bulunuyor. Bu konuda açılmış davalar da var.
Diyanet Vakfı, diğer vakıfların yaptığı gibi Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden makbuz almıyor. Oysa alması gerekiyor. Buradan vakıflara gelmesi gereken para böylece ellerinde kalıyor. Buralardan elde ettikleri gelirlerle de batık kurumlardan hisse topluyorlar. Ayrıca makbuz almamakla da kalmayıp kendilerine bir soğuk damga mühür yaptırmışlar. Sahtekarlık mı, değil mi mahkeme karar verecek. Bunu kullanıyorlar. Bu nedenle Mehmet Nuri Yılmaz ve vakfın genel müdürü Mehmet Kervancı hakkında görevden alınmaları için Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava açılmış durumda.
Diyanet Vakfı denetim raporlarına göre dev bir bataklık. Ne atsanız yutuyor. İçinde Anayasa ve yasalara aykırı yayınlar hazırlamaktan tutun, yolsuzluklara kadar her şey olan bir bataklık. Kimsenin hesap soramadığı bir bataklık. Tıpkı diğer tarikat ve cemaatlere bağlı yüzlerce vakıf gibi. Bunca dava, bunca rapor, bunca belge… İslamiyete, din adamlığına, dindarlığa bütün bunları nasıl yakıştırıyorlar hayret.
Kürtçe film, nasıl Fransızca oldu
Sabahattin Çetin arayıp söylediğinde haberdar oldum. İlk kez bir Kürtçe film gösterime girecekti. Bence gayet güzel bir şeydi. Ama sonrasında ortaya çıkanlar traji – komik Türkiye gerçeklerinden başka bir şey değil. Belge Film, filmi satın almış. Sinemalarda göstermek için de başvurmuş.
İşte şimdi sıkı durun. Başvuruyu Kürtçe yaptım ve Kürtçe film gösterimi için izin aldım diyen Çetin, aslında bir sekreter hatası olduğunu vurguladığı “kaza” yüzünden film başvurusunu Kürtçe diye değil, Fransızca diye yapmış. Yanlış okumadınız Kürtçe değil Fransızca. Kültür Bakanlığı’nın Telif Hakları ve Sinema Müdürlüğü de Fransızca diye “olur” vermiş. Ama olur vermeden önce iddia o ki, yasal prosedür de böyle diyor, bu filmi baştan sona izlemişler. Bana sorarsanız en büyük yalan bu. Haydi izlediler diyelim, peki ama Kürtçe olan filmi izleyip, Fransızca olduğuna nasıl karar vermişler, anlaşılır şey değil. Filmin başvurusu Fransızca. Ama orijinal dili Kürtçe.
Ve filmin Türkiye’deki örneği de Kürtçe. Ama bakanlık yetkilileri, hatta izleme kurulu oturup Kürtçe filme, Fransızca diye olur veriyorlar. Sabahattin Çetin bu hatayı düzeltmek için Kültür Bakanlığı’na başvurmuş. Bakanlık da “Türkiye’de Kürtçe yasak dil değil, Terörle Mücadele Kanunu’ndaki sınırlamalar da kaldırıldığından bizim için sakınca yoktur” diye ikinci kez, bu sefer Kürtçe film için Kürtçe gösterim olurunu vermiş. Ama bu Kültür Bakanlığı’nın ilgili birimlerinin konuyla ilgili ortaya çıkan ağır kusurunu ortadan kaldırıyor mu? Kürtçe film izleyip Fransız kalan memurlar… Beterin beteri var… Gerisini siz hayal edin.
Depremden korkma
Depremi Allah’ın cezası, ölümleri de günahkarların yok olması olarak gören koyu cehalet, bir kez daha mahkum oldu. Deprem bir doğa olayı olarak Amerika’da da gerçekleşti.
6.8 büyüklüğündeki yer sarsıntısında sadece 1 kişi öldü. Çünkü binalar ve diğer insan yapısı malzemeler direndi. Ayakta kaldı. Demek ki deprem öldürmüyor. Hırsızlık öldürüyor, sahtekarlık öldürüyor, vurdum duymazlık öldürüyor, cehalet öldürüyor.
Türkiye’de herhangi bir yerde aynı büyüklükte bir deprem olsa binlerce ölü çıkar. Sonrasında da göstermelik davalar açılır. 17 Ağustos depreminde öldüren müteahhitlerle ilgili ne yapıldı? Hiç. Kaç müteahhit mahkum oldu? Kaç belediye başkanı ve görevlisi cezaevinde? Bundan sonra da onlar öldürmeye, deprem bizi uyandırmaya devam eder. Asıl düşmanı görelim artık.