20.04.2000
Cumhurbaşkanlığı seçiminde genellikle iç dengeleri değerlendiriyoruz, ama dünyanın yeni konjonktüründe Türkiye’nin kazandığı önem, Köşk işinde dış dengeleri de devreye sokuyor
Tuncay ÖZKAN
Cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili hep yurtiçi güç dengeler konuşuluyor, nedense uluslararası dengeler noktasında değerlendirmeler yok. En az içerdeki beklenti ve istekler kadar önemli bir dış tavır da söz konusu olacak seçimde. Clinton’ın ‘stratejik müttefik’ diye adlandırdığı Türkiye, anayasasının etkin ve yetkin kıldığı bir cumhurbaşkanı ile yedi yıl yönetilecek. Cumhurbaşkanı her istediğinde Bakanlar Kurulu’na başkanlık edecek, bölgesel ve uluslararası sorunlarda neredeyse en etkin kişi olacak. Her şeyimize karışan Amerika ve Avrupa böyle bir liderin seçimine kayıtsız duramaz.
Bununla ilgili ilk işaretler Demirel’in görev süresinin uzaması gündeme geldiğinde oluşmaya başlamıştı. Amerikan Büyükelçiliği yemek davetlerini artırıp, bir Demirel’e, bir ANAP lideri Yılmaz’a parlamenterler ve diğer görevliler kanalıyla sinyal yolluyorlardı: “Biz Demirel’e de, Yılmaz’a da iyi bakarız. Bizim için ikisinin de seçimi iyi olur.” Diğer elçilikler de öyle. İngilizler, Fransızlar, Almanlar başta, Çin ve Rus misyonları da gelişmeleri yakından izliyor. Çünkü Türkiye enerji yataklarına olan talep ve ilgilerin ötesinde Rusya, Çin, Hindistan, Kazakistan ve Özbekistan’ın oluşturduğu Şanghay beşlisinin önündeki en önemli siyasal, ekonomik ve coğrafik güç. Ortadoğu’nun anahtarı ve bölgenin İsrail’den sonraki en gelişmiş ülkesi. Laik ve Batıcı tek İslami güç. Türkiye’nin vazgeçilmezleri arasında ekonomik dinamizmi, sermayesinin aktif durumu, insanının yaratıcılığı ve yırtıcılığı gibi onu pazar ülke konumunda tutan özellikleri de var.
İçinde olduğumuz siyasi coğrafyada önemli bir değişim yaşandı. Çeçen savaşında, Rusya’da Putin ile yaşanan ‘başarı’ Amerika’nın istemlerine ve küreselleşme ideolojisine aykırı gelişti. Ya Çeçenleri yakarak, yok ederek yenmeyi başaran Rusya, aynı yöntemle arka bahçesindeki eski yandaşlarına dönerse? Buralardaki enerji yatakları konusunda Amerika ve Avrupa’nın ayrı politikaları bulunduğuna göre Türk cumhuriyetlerinde yeni siyasal değişimlere ve dayatmalara evet diyecekler mi? İngiltere Başbakanı Blair neden Amerikan tezlerinin aksine ve Rusya’ya karşı gardını almış bekleyen Fransa ve Almanya gibi ‘dost’larına karşı Putin’e destek verdi? İngilizler ile Amerikalılar birbirinin aleyhine olamazlar; o halde ne yapılmak isteniyor?
İngiltere Putin’e destek olurken, Ortadoğu’daki etkin siyasi planlarında değişimlere gitmek zorunda kalacak. Bu noktada yeni
oyun nasıl sahnelenecek? Fransa ve Almanya cephesi bu oyuna karşı ne yapacak? Çin ve Rusya buna ne yanıt verecek? Hindistan tutumunu nasıl belirleyecek? Onun da başında Demoklesin Kılıcı gibi tutulan biri var çünkü.
Ordunun işlevi ve tutumu
Silahlı kuvvetlerin cumhurbaşkanlığı seçimine müdahalesi sadece iç güç dengesinin değerlendirmeleri değildir. Bütün bu senaryoları Türkiyede en iyi okumayı başaran kurumların başında ordu geliyor. Ordu aynı zamanda Türkiye bütçesinin en büyük kullanıcısı. Paranın, bilginin ve gücün buluştuğu noktada duran silahlı kuvvetler, yedi yılın şekillenmesinde etkin olmak isterler ve olacaklardır da. Bunu istedikleri kişiyi seçtirmek şeklinde gelişmesi muhtemel. İstemediklerini seçtirmemek şeklinde gelişmesi de doğal.
Ekonomik olarak Türkiye Batı için iyi bir partner. Borçlarını ödüyor, yatırım yapıyor, kendi kulübünde dolaşmak için bedel ödemeye razı. Örneğin Avrupa ve Amerika arasındaki en önemli savaş pazar kapma mücadelesidir. Helikopter ihalesinde Türkiye’nin Fransa şirketlerini dışlamasıyla oluşan tablo ortada. Amerika memnun ama ihtiyatlı. En büyük rakipleri Fransız ve Almanlara pazar kaptırmak istemiyor. Amerikan Senatosu’nda 2010’a kadar çıkacak ihalelerde Fransızlarla kıyasıya mücadele etmek için daha çok rüşvet dağıtmanın gerekliliği üzerine raporlar, 1993’te tartışıldı ve CIA’nın bu konuda yeniden yapılandırılmasına karar verildi.
Türkiye, 4 milyar dolar vererek dünyanın en büyük ikinci kara helikopter gücü oluyor. Bu hiç düşünülüp tartışılıyor mu? İki cep telefonu ihalesinden elde etmeyi varsaydığımız geliri, silah için kullandığımızın farkında mısınız? Bunun siyasal ve askeri sonuçlarını değerlendiriyor muyuz? Amerika, Türkiye’nin kendisi için Türk cumhuriyetlerindeki enerji yatakları ve siyasal varlığı noktasında ileri karakol olmasını istiyor. Rusya tehdidi ve arkasından gelen oluşumlar için Türkiye’nin engel ülke gibi davranmasını bekliyor.
Almanya ve Fransa da Türkiye’de Avrupacı bir cumhurbaşkanı bulunmasını isteyecek. Yeni bir Özal onlar için sorun. Başka güçlerle kontrol edilmesi gerekecek bir lider onlara güç kaybettirecektir. Yeni bir Özal, Amerikancı yaklaşımıyla onları ürkütür. Avrupacı cumhurbaşkanı Putin’in yeni Rusya idealine karşı Avrupa’yı sıcak temaslardan koruyacak etkin kararlılıkta olmalıdır. Bu anlamda cumhurbaşkanlığı koltuğuna Turanist bir şahinin oturtulması onların işine gelir. Amerika’da Putin’e şahin bakan, kendisine güvercin olan, Kürtleri sıcak kucaklayan, Araplara ağabey olacak ama İsrail ile kardeş kardeş duracak bir ‘delikanlı’ cumhurbaşkanı arzusundadır.
Meclis Başkanı Akbulut bir anısını anlattı. Dönemin cumhurbaşkanı Özal, dönemin başbakanı Akbulut’tan Meclis’e hiç danışmadan Körfez Savaşı’na asker göndererek müdahil olmasını istiyor. Akbulut bu isteği önce askerlerle tartışır. Dönemin Genelkurmay Başkanı isteğin karşısındadır. Hatta Özal’ı durdurmak için görevini bırakmak zorunda kaldı sonra. Özal, Akbulut’a Bakanlar Kurulu kararıyla asker gönderilmesini dayatır. Akbulut direnir. Önce Güneş Taner aracılığıyla
Özal’a, “Güneş bak git Turgut Bey’e söyle. Bana böyle bastırırsa onu koltuğuna çivilerim. Sen de onun adamısın biliyorum” der. Buradaki çivileme lafında hafif başkaldırının yanı sıra, yetkilerini bu kadar rahat kullandırtmama mesajı daha öne çıkıyor. Akbulut bu konuşmayı daha sonra Taner’in yalanladığını duyduğunu belirtiyor, ama kendisinin doğru olduğunu söylüyor. Körfez savaşına Türkiye’yi sokacak bu tartışma içinde Akbulut konuyu görüşmek üzere bir bakanlar kurulu toplantısı yapıyor. Toplantıda da tezini kabul ettiriyor. Konu Meclis’e götürülecek ve tartışılacak. Asker gönderme yetkisinin nasıl kullanılacağına Meclis karar verecek. İşte bu karar çıkmak üzereyken salona bir haber ulaşıyor. Özal, Bakanlar Kurulu’nu ‘basmaya’ geliyor. Basıyor da. Özal Anayasa’daki yetkisini kullanıp, Bakanlar Kurulu toplantısına başkanlık yapıyor. Akbulut’un tersine Meclis’i dışlayan kendi formülünü kabul ettirmeye çalışıyor. Ama Akbulut’un direnciyle kamu Meclis’e gidiyor. Özal, Amerika’nın isteğini yerine getiremeyen ve kendi stratejisini kabul ettiremeyen lider olarak, dönemin Amerikan Başkanı Bush’tan özür diliyor.
Cem’e tepkilerin nedeni
Stratejistler o dönem Türkiye’sindeki bu çatışmayı Amerikancı ve Avrupacı güçlerin savaşı olarak değerlendirir. Ordudaki ulusal tutum, Avrupalılarınkiyle aynı paralelde gelişince Amerikancı yaklaşım yeniliyor. Dolayısıyla Özal da yenik sayılıyor.
Bugün Amerikancılıkları ön planda olan eski büyükelçilerin cumhurbaşkanlığı yarışında ileri atılmalarının bir nedeni de bu güç oyunu olmasın? Sonra adaylarla ilgili, kulislerde yaşanan ve yaşanacak köken tartışmalarının ardında bu dış güç korkusu yatıyor gibi geldi bana. Örneğin İsmail Cem ile ilgili tartışmalar nedense onun kökenleri üzerinde yoğunlaştı. Birileri Cem’in cumhurbaşkanlığını kendileri için tehlikeli görüyor olsa gerek. Dış arayışların ‘Şahin’ bir cumhurbaşkanı üzerinde yoğunlaşıyor olması da beni korkutuyor.