26.09.1999
Cezaevinde yedi kişinin öldürülmesi olayında çok ilginç gelişmeler var. Babalar dünyası yeni yapılanma içinde, saflarını belirliyor. Alaattin Çakıcı’ya bağlılık ve dostluk mesajları gönderenler ile karşıt gruplar yeni yapıda kimin yanında bulunacaklarına karar vermeye çalışıyorlar. İşin bu yanı bir tarafa, bambaşka bir gelişme var ki, olayların soruşturma boyutunu değiştirecek nitelikte.
20 Eylül günü Bayrampaşa Cezaevi’nde yaşanan çatışma öncesinde, ama aynı gün, İstanbul Emniyet Müdürlüğü, cezaevine bir yazı göndererek, olaylar için uyarıda bulunuyor. Emniyet’in yazısında Çakıcı’nın yeğeni Kenan Ali Gürsel’in, Hakan Çillioğlu’nu öldüreceği konusunda alınan istihbari bilgiler, aktarılıp, Çillioğlu’nun öldürülmemesi için önlem alınması isteniyor. Ama aynı gün her şey ters dönüyor, Çillioğlu, Gürsel’i öldürüyor.
Şimdi böyle bir yazı ortada dururken, cezaevi yönetimi birbirlerini öldürecekleri gün gibi ortada olan iki mahkûmu nasıl oluyor da karşılaşabilecekleri bir ortama sokuyor. Çillioğlu 19. koğuştaki özel hücresinden alınıp revire getiriliyor. Gürsel ise ikinci müdür Müslüm Teke’nin odasına. İki oda da aynı koridor üzerinde.
Şimdi diyecekler ki biri revirde olacaktı, diğeri müdür odasında. İyi de müdür odası ile revir aynı koridorda. İki düşmanı aynı anda o koridorda karşı karşıya getirtmek ne anlama geliyor? Bu ‘oyunun’ adı ne? Kimler bu işin arkasında duruyor? Çıkarları ne olacak? İstanbul Emniyeti’nin böyle bir bilgiyi, cezaevi yönetimine göndermesi, ciddi bir istihbarata dayandığının göstergesi. Şimdi polisin ciddiye aldığı bir olayı, cezaevi yönetimi öncesinde gelişen bütün çatışmaları bildiği halde nasıl olur da ciddiye almaz? Ya da o gün yaşanan olayların cezaevi yönetimindeki anlamı nedir?
Kenan Ali Gürsel öldürülmeden önce içerden dışarıya yaptığı telefon görüşmelerinde, odasının önünde öldürüldüğü Cezaevi
İkinci Müdürü Müslüm Teke ile ilgili olarak ileri geri konuşuyor. Gürsel, Teke’nin kendi gruplarına karşı, hasmahane tutum içinde olduğunu iddia ediyor. Gürsel konuşmalarında bir de ilginç bir
olaya atıfta bulunuyor. Teke Samsun’dan İstanbul’a gelmişti. Gürsel bu gelişle ilgili olarak, “Samsun’da canını kurtardı, burada kurtaramayacak” diyor. Çünkü Samsun Cezaevi’nin Birinci Müdürü Zeki Bayrak ile Ali İhsan Altay 1998 Mart’ında Ali Kemal Kol ve Barış Kol adlı kişilerce öldürülmüşlerdi. Bu sırada Samsun Cezaevi’nin ikinci müdürü olarak Müslüm Teke görev yapıyordu. Teke daha sonra (mayıs ayında) Bayrampaşa’ya tayin edildi.
Gürsel neden bu cinayeti
anımsattı? Aralarındaki sorunlar neydi? Teke, Samsun’daki olaydan sonra soruşturma geçirdi mi? İstanbul gibi bir ile atanmasını, kimler sağladı?
Bu soruların yanıtları da olayla ilgili olarak önümüze pekçok bilinmeyeni koyacaktır. Yanıtları
Adalet Bakanlığı’ndan bekliyoruz. Bayrampaşa Cezaevi’nde yaşanan olaylarla ilgili olarak mafya hesaplaşmasının dışında sistemi sorgulamak en önemli unsur. Sistem sorgulanmadan yapılacak her şey boşa kürek çekmek anlamına gelir. Boğaz Köprüsü kadar geliri olduğu belirtilen Bayrampaşa Cezaevi ile ilgili rant kapılarının kapanmasını isteyenlerin değişiklikleri sadece cezaevlerinin yönetim kademeleriyle sınırlı tutmamalıdır. Bu değişiklikler Ankara’daki üst düzey bürokratlara ve sisteme kadar uzanmalı. Cezaevlerinin müdürleri nasıl
atanıyor? Atamalarda siyasi ve mafya baskısı hangi boyutta? Bunun ortaya çıkarılması Türkiye’de çok önemli bir temizlik harekâtının başlaması anlamına gelir. Bu desteklenmeli ve bunu yapacaklar ödüllendirilmelidir.
Adalet Bakanlığı gerekirse cezaevlerinin yönetimini yeni kurumlara veya yeniden düzenlenecek eski kurumlara bırakabilir.
Ama reform şarttır. Reform yapılmadan cezaevi bataklığının kurutulması mümkün değildir.
Çakıcı diyor ki, “Bayrampaşa Cezaevi’nde dışardan birkaç grup kaynaklı kahpece tezgâhla, bir kiralık katil tarafından (Çillioğlu) yeğenim Ali Gürsel vurulmuştur.” Çakıcı olayın dışarıdan organize edildiğini söylüyor. Biz de aynı şeyi söylüyoruz. Bizim gördüklerimizi devlet de görmelidir.
Devlet, cezaevinde, Emniyet’te veya bir başka biriminde organize suç örgütlerinin yeniden yapılanmasına göz yumacak, onları yeniden var edecek ‘memurlarını’ görevden almalıdır. Mafyanın, korkunun krallığının insanları esir almasına izin verilmemelidir.
Mafya veya diğer organize suç örgütleriyle mücadelenin en
önemli boyutu, devletin içinde bu unsurlara destek verenlerin ayıklanması olmalıdır. Bunu başaramazsak devletin yeniden mafyanın güdümüne girmesi engellenemez. Bunun için iki kurum çok önemli. Bunlardan biri İçişleri Bakanlığı, diğeri ise Adalet Bakanlığı. Bu iki önemli kurumda mafya mücadelesi için teknik ve eğitim yapısı hemen yenilenmelidir. Bunun için de parasal destekler sağlanmalıdır. Bir de Susurluk sonrasında ortaya çıkan gerçeklerin ışığında kurumların şeffaf ve denetlenir kılınması zorunludur.
Yoksa hepimizin yaptığı “benim oğlum bina okur, döner döner bi daha okur” şekline dönüşür. Aynı şeyleri söyler dururuz. Bundan büyük yanılgı ve zaman kaybı olamaz. Buna ne Türkiye’nin ne de devletin tahammülü var. Bunları elimizin tersiyle itmeliyiz. Türkiye üç-beş kişinin rantına teslim edilemeyecek kadar önemli ve büyük bir ülke.