13 Haziran 2003
Washington’ın, İran ve Suriye’ye karşı önümüzdeki dönemde uygulamaya koyması muhtemel siyasi, ekonomik ve belki de askeri önlemleri Türkiye’yi yeniden önemli bir konuma getiriyor. ABD, henüz Suriye ve İran konusunda Türkiye’nin kapısını çalmadı ve Washington’ın bu iki ülkeden istedikleri belli olmakla birlikte, arzuladığı sonucu almak için ne tür bir politika izleyeceği belirsiz. Ancak Washington, bu defa Türkiye’ye ne ölçüde güvenebileceğini önceden bilmek istiyor.
İyi de Türkiye Amerika’ya ne kadar güvenebilir? Türkiye, ABD ile İran ve Suriye konusunda ne ölçüde işbirliği yapabilir?
Komşularından çektiği
İran ve Suriye, Türkiye’nin yıllardır problemler yaşadığı komşuları. Bu iki devletten çektiğini Türkiye kimseden çekmedi. Bunların çoğu o ülkelerdeki rejimlerden kaynaklanıyor. Suriye, PKK terörünü destekledi, besledi. İran da bütün inkarlarına rağmen aynı politikayı izledi, rejimini Türkiye’ye ihraç etmek için faaliyet göstermekle kalmadığı gibi, aydınlarımıza karşı girişilen suikastlerde de hep İran parmağının olduğu biliniyor. Türkiye, bu noktada bir açmazla karşı karşıya. Bir yandan komşusu olan ve ilelebet böyle kalacak her iki ülkeyle de zorlu bir ilişki sürdürmek gerektiğini, diğer yandan iki ülkenin kendisi için baş ağrısı olmaya devam edeceğini, üstelik ABD’nin de Tahran ve Şam’daki rejimleri istemediğini biliyor.
ABD ile işbirliği
Türkiye, ABD ile İran ve Suriye konusunda ne ölçüde işbirliği yapabilir? Her şeyden önce, 11 Eylül, ABD’nin dış politikasını, ulusal güvenlik mülahazalarını temelinden değiştirdiğini görmek gerekiyor. Başkan Bush ile Yardımcısı Cheney’nin 11 Eylül’den sonra aynı anda aynı yerde bulundukları durumların çok sayılı olduğunu bu açıdan belirtmek lazım. Kısacası, ABD, dünyadaki bütün gelişmeleri kendi güvenliği ile doğrudan bağlantılı olarak görmeye başladı. Bu nedenle, hem enerji kaynaklarını kontrolü açısından, hem de terörü beslediğine inandığı ülkelere karşı yapmak istedikleri meydanda. Üstelik bunda haklı olmadığı ama güçlü olduğu da ortada. ABD’nin, bu konudaki politikaları isterse samimi, isterse sadece söylemden ibaret olsun, özellikle yaşadığı coğrafya itibariyle Türkiye’nin yapması gereken şey terörizm karşısında ABD ile işbirliğidir. Türkiye, Kuzey Irak’ta Amerika ile işbirliği yapmalı ve buradan kaynaklanan terörü durdurmalıdır. Bu görevi Amerika’ya vermelidir. Amerika bu konuda samimiyet sınavından geçmelidir. Bu da Türkiye’nin elini güçlendirir.
Vizyon sorunu
Ancak, Washington’un, Irak konusunda yaşananları bir yol kazasından ibaret görmediğini de hükümetin anlaması Suriye ve İran’la yakınlaşma girişimlerini bir noktada sağlıklı bir zemine çekmesi gerek. Ayrıca, ‘“stratejik önem’, ‘jeopolitik konum’ gibi, Türk-Amerikan ilişkilerinde her zaman ön planda yer almış kavramların yeniden tanımlanması ve Türk-Amerikan ilişkilerinin içeriğinin yeniden belirlenmesi gerekiyor. Bunu da resmi yollardan yapmak şart. Türkiye, Ortadoğu’ya yönelik bir vizyon ortaya koymak zorunda. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün Tahran’daki İKÖ Zirvesi’nde yaptığı konuşma bu açıdan önemli bir adım. Zira, Türkiye ilk defa İslam ülkelerine, geri kalmışlıklarının sebebini dış dinamiklerde ve Batı dünyasında değil, kendi sistemlerindeki eksiklerde aramaları gerektiği mesajını verdi. Umarım Gül bu mesajı verirken Türkiye’deki uygulamalarını da gözünün önünden geçirmiştir!
Şimdi hükümetin bu çıkışı devam ettirmesi gerekiyor. Irak konusunda yaşanan gelişmelerin artık üzerinde durmaksızın, ileriye bakmalı. Dışişlerinin en nitelikli diplomatlarından olduğu bilinen Ziyal’in Washington ziyareti bu açıdan çok önem taşıyor. Ziyal, bu ziyaret sırasında, Türk-Amerikan ilişkilerine içerikli yeni bir bakış açısı, Ortadoğu bağlamındaki nerede durduğuna yönelik kapsamlı bir strateji ortaya koyabildiği ve bu konuda inandırıcı olabildiği takdirde, Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni bir dönemin başlaması mümkün olacak. Aksi halde, Oval Ofis’in yolunun Erdoğan’a uzun bir süre daha kapalı olacağı anlaşılıyor.