29.06.2000
Diğer ülkelerin aydınları, insanlığın geleceğini bütünüyle değiştirecek genetik devrime ilişkin gelişmeleri masaya yatırırken, Türkiye, çürümüş cezaevi sisteminin yarattığı sorunlarla altüst
Tuncay ÖZKAN
Aslında DNA ve gen haritası üzerine yazmak istiyordum. Tanrı kavramında, insan yaşamı ve felsefesinde olacak değişimler üzerine hazırlanmıştım. Yer, gök ve ateş tanrıdan Zeus’a, diğerlerine ve Allah’a uzanan inanç sistemi gelişiminin insan kopyalanması ve genetik devrimden nasıl etkileneceği noktasında yazmaya hazırlanırken, bizim cezaevi babalarının gazabı başladı yine. Olaylara genel bakıp, düşünce ufkunuzu geniş tutup evreni algılayacaksınız. Ama lokal gerçeklerden, yani kendi ayağınızdaki dikeni de görmezden gelmeyeceksiniz. Dünya şimdi insan uygarlığının yol ayrımında gen haritası ve sonuçlarını tartışırken, biz her şeyimizi üzerine kurmak zorunda olduğumuz hukukumuzla uğraşıyoruz.
İyileştirmeyi başaramazsak sonuçları bizi çok geriler götürecek. Bugün hukukumuzun her yerinde kan kaybediyoruz. Ama temel sorunlardan birini cezaevleri oluşturuyor.
Cezaevleri gerçeği Türkiye’nin değişmez düzeninin aynası. Sistemin tıkandığı, yok olduğu, hukukun bittiği yer cezaevleri. Sistem kendi içinde yanlı, taraflı kasıtlı, rantçı, kinci olduğu için hâlâ sorunlar hukuk dışı alışkanlıklarla çözülmeye çalışılıyor.
Cezaevlerinde yemek çıkmıyor. Mahkûm kendi yemeğini getirtiyor.
Cezaevlerinde elbise verilmiyor. Mahkûm kendi elbisesini getirtiyor.
İsteyene istediği verilir
Cezaevlerinde isteyene televizyon, isteyene buzdolabı, isteyene bilgisayar. Ama bütün bunlara sahip olmanın yolu, kayırılan adam olmaktan geçiyor. Cezaevi sisteminde balığın baştan koktuğu dönemler artık aşılmış. Her kademede ve düzeyde iş bitiren küçük çeteler cirit atıyor. Polis organize suçlarla mücadele ediyorum diye yırtınıp dursun. Bir arpa boyu yol alamaz görürsünüz. Cezaevi sistemi düzeltilmedikçe, hukuk cezaevi sisteminin içine girmedikçe, cezaevi gerçekten ceza kavramıyla bütünleşmedikçe, havanda su dövmekten öteye gidilemez.
Bugün bu sistemin içine F tipi diye sokulan çözüm de kendi çürümüşlüğünü beraberinde getirecektir. Çünkü sistemi düzelmeden, yeni infaz koruma ve barınma noktasında ihtiyaçları gidermeden, Adalet Bakanlığı’nın merkez birimini halletmeden hukuku uygulamakla yükümlü olanları, hukuk içine almadan cezaevi düzeltilemez.
Bugün sokakta mafya hesaplaşması içinde polisin yakaladığı tetikçiler, cezaevine konulduklarında mutlu ve memnun olmaktadırlar. Son aylarda yakalananların yüzlerindeki gülümsemenin sebebi yargıç karşısına çıkmanın mutluluğu değildir. Cezaevine konulacak olmanın mutluluğudur. Cezaevinde ağababalarıyla buluşup, iç çete sisteminin beslemesi altına girecekler.
Cezaevinde kadın var, silah var, telefon var, kasa var, para var, koruma var, yiyecek var, giyecek var, kendi hukuk sistemleri var. Her şey var. Hem de devlet koruması altında. Mafya babası olup dışarıda kalmak zaten akıl kârı değil. İçerde olup talimatlarla işi yönetmek daha rahat.
Bugün cezaevi sisteminin bozukluğu olarak karşımıza çıkan sorunların hücre tipi cezaevleri uygulamasıyla çözüleceğini ummak büyük hatadır. Hücre sistemine karşı olduğum sanılmasın. Ama bunun yeterli olmayacağını söylüyorum. Hücre sisteminin uygulandığı Kartal Cezaevi’nde ne engellenebildi ki, yeni uygulamada F tipi cezaevlerinde başarı bekleniyor? Yine sivri sinek mücadelesi yapılıyor. Bataklığı kurutmaya kimsenin niyeti yok. Bugün düşünülen bir şey de değildir önümüze çözümmüş gibi konulan F tipi cezaevi uygulaması. Türkiye’de sorunlar büyüyüp, ne zaman cezaevleri gündemin başına otursa, hemen hücre tipi uygulaması pişirilip getiriliyor. İyi de gardiyana ne yapacaksınız? Korumayı ne yapacaksınız? Barınmayı nasıl çözeceksiniz? Rehabilitasyon için kaç psikoloğunuz, iş uzmanınız, atölyeniz var?
Önce sistem düzelsin
Kartal Cezaevi’ne konulan elektronik perde kalktı, telefon görüşmeleri serbest. Mahkûmlar cep telefonlarını nereden alıyor? Bunun pazarını kim kuruyor, kim işletiyor? O telefonları hücrede kalan anlı şanlı çete başlarına kim sunuyor? Sorun kapıya XR cihazı koymakla çözüldü mü?
Savunmanın kutsallığının temsilcisi olan avukatlar, tutuklu veya hükümlü müvekkilleriyle içerden vızır vızır telefonla konuşuyorlar. Olmadı şimdi yeni sistem el telsizleriyle görüşüyorlar. Peki ama onlar hukuku tanımazsa, F tipi cezaevleri sorununu neyle çözecekler? Avukat hukuku tanımıyor, savcı uygulamıyor, müdürler parayla iş yapıyor, gardiyan zaten aç, babalar cezaevlerinde krallar gibi yaşıyor.
Bana kimse bunlar azınlıktır, bunlar münferit olaydır, parayı versinler çözeriz demesin. Ben Cezaevleri Genel Müdürü Ali Ertosun gibi düşünmüyorum. Paradan önce sistemi düzeltsinler. Hani öğrenciler olmasa Milli Eğitim Bakanlığı yapmak güzel olur ya, şimdi de mahkûmlar olmadan cezaevi yönetmek isteği peyda oldu. Af çıksın cezaevleri boşalsın. Olur… Yönetemeyince öyle de olur, böyle de olur. Sistemin bittiğini görmezsiniz, eleştirinizi idareyi maslahat için yaparsınız her şey olur. Düzensizliğin düzeni içinde babalar cezaevlerini krallıklarına dönüştürür, kamu vicdanı ölür, geriye kalanı da F tipi cezaevlerinde çürütürsünüz olur biter. Oysa “Suçluyu kazıyın altından insan çıkar” sözü ünlü hukukçumuz Faruk Ereme ait. Suçluların da insan olduğunu, rehabilitasyona ihtiyaç bulunduğunu görmezden gelmemek gerek.
Cezaevlerinde gardiyan sistemi çürümüşlüğün doruğunu gösteriyor. Gardiyan namuslu çıktı mı vuruluyor. Kim sahip
çıkıyor? Vurdurtanlar arasında sakın cezaevi yönetim mafyası da bulunmasın? Örnek mi? Tüm Yargı Sen’in İstanbul Şube Başkanı da olan Ali Yazıcı’nın öldürtülmeye çalışılması.
Burnunu kokulara tıkayanlara, görmezden gelenlere işte adres. Çözelim Ali Yazıcı’ya karşı yapılan silahlı saldırıyı, bulalım cezaevinde hangi mafyaların egemen olduğunu. Var mısınız?
Şimdi bana adalet bürokrasisinin klasik yanıtı gelir: “Biliyorsan çöz.” Bu da benim işim ya.
Bakan Hikmet Sami Türk, hep yazdım, sonuna kadar hukuk anlayışına inandığım bir insan. Eleştirdiğim Ali Ertosun da öyle. Ama güzel insanların bir araya gelip de neden un, şeker, su varken helva yapamadıklarını iyi incelemeleri gerekiyor.
Birileri bu sistemin çürümüşlüğünden rant elde etmese, çözümsüzlük diye bir şey olabilir mi?
Sistem cezaevlerinde tıkanmış durumda. Yıllardır bu noktaya gelene kadar sadece izlenildi. Şimdi yeni Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer’in başkanlığında toplanacak bir Milli Güvenlik Kurulu bu konuyu masaya yatırıp kararlar alsa ve bunlar Meclis’te hemen görüşülüp uygulanabilir hale getirilse, 5 yıl sonra Türkiye’de cezaevi sorunu olmaz. Gecikirlerse sorun çözülemez boyutlara gelecektir. Önümüzdeki günlerde mafya hesaplaşmaları, şimdi olduğu gibi tek tek sokak ortasında adam öldürmelerle sınırlı kalmayacak. Büyük çatışmalar kapıda. Polis sokakta şöyle veya böyle etkinlik sağlar ama cezaevlerinde kontrol ele geçmezse, çok kan döküleceği gün gibi ortada.
Çatışma çatışma üstüne
Alaattin Çakıcı’nın yeğeni Kenan Ali Gürsel ve adamlarının öldürülmesi olayında bugün Sedat Peker sorguya alındı. Önceki gün Peker’in yakın adamlarından Mecnun Odyemez bu olay nedeniyle tutuklandı. Peker ile Çakıcı karşılıklı suçlamalar arasında bu olayları savuşturmaya çalışıyordu. Şimdi bir başka konuma geldi işler. Ayrıca Nuri Ergin ile Adnan Çiçek arasında büyük çatışma kapıda. Ergin’in kendi
adamları arasında baş gösteren ayrışma ve çatışmalar da olaylara tuz biber ekti. Yakında cezaevleri de kan gölüne döner.
Sokaklarda mafya terörünü besleyen şey, cezaevlerindeki başıbozukluk. Bunu çözmeden sokaklarda devlet hâkimiyeti aramak boşuna. Çünkü cezaevlerindeki babaların adamlarıyla konuşmasını, temasını, engellemek mümkün değil. Bunun için çözüm üretmek gerek. Çünkü yakın bir zaman sonra çözümsüzlüğün yaratacağı çatışmalar başlayınca, suçlu aramamak gerek.
Şu sorunları çözüp DNA üzerine konuşsak. Amerikalılar ile Almanların aralarında paylaşamadıkları, ama bizim elimizden göz göre göre kayıp giden vatan toprağı Güneydoğu’ya eğilsek, daha iyi olmaz mı? Bu mafya babaları birazcık akıllı olsalar, kendilerinin yarattığı terörü kullanarak Türkiye üzerinde oynanan oyunu görür, susup otururlar.
Neler yapmadık ki bu vatan için? Kimimiz nutuk söylemeye devam, kimimiz adam öldürmeye. Bir gün bu halk bunları tükürükle boğar ama haydi neyse!