13.07.2000
Ankara DGM Savcısı Hamza Keleş’in ‘Umut Operasyonu’ hakkındaki iddianamesi, savcıların soruşturmalara katılması halinde delil sağlama sürecinin ne kadar başarılı olacağını gösteriyor
Tuncay ÖZKAN
Türkiye’de işlenen binlerce faili meçhul siyasal cinayetten Uğur Mumcu, Bahriye Üçok ve Muammer Aksoy dosyaları, önceki günden itibaren yeni bir aşamaya daha ulaştı. Ankara DGM Savcısı Hamza Keleş yeni bir iddianame, sanıklar ve deliller zinciriyle mahkeme karşısına çıkıyor.
İddianameyi okudum. Sade ama kararlı bir üslupla kaleme alınmış. Olaylarla ilgili olarak genel değerendirmelere yer verilmiş. Delillendirmeye esas oluşturacak noktalarda sınırlı ama esaslı açıklamalar yapılmış.
Suçlamaların hukuki ve delilsel boyutları özetlenmiş. İddianameyi ana başlıklar altında toplayacak olursak siyasi boyut olarak:
– İran, Türkiye’de cinayet işlenmesi için örgüt kurdurtmuş ve bunları yönlendirmiş. Türkiye’deki bu faaliyetlerle ilgili olarak
İran devleti içinde resmi görevliler atanmış. Türkiye masası oluşturulmuş. Kamp yerlerinde Türkiye’den gidenlere eğitim verilmiş. Türkiye’deki İran diplomatik misyonu Türkiye’deki terör organizasyonlarında görev almış. Bunların kim olduğunu da savcılık tek tek saptamış. Türkiye’deki oluşumlar silah ve para desteğini İran’dan almışlar. Özellikle Türkiye’deki başka ülke elçilik görevlilerine karşı girişilen suikastlarda da bunlar aktif olarak kullanılmışlar. Olayın bu anlamda bir de dış siyasi boyutu var.
– Bu örgütlerden Tevhid Selam-Kudüs Ordusu adını alan oluşum daha önceki İslami Hareket Ordusu örgütünü sevk ve organize eden İranlılarca yönlendirilmiş. Buna karşı Türk güvenlik birimleri hiçbir şey yapamamış. Bu örgütün farkına bile varmamışlar.
– Afganistan, Çeçenistan ve Bosna için organize olan grupların gelişimi Türkiye’de radikal dinci terör gruplarının gelişimini tırmandırmış ve büyütmüş. 12 Eylül öncesinin ülkücü militanları veya terör ilişkili sağ siyasi eylemcileri özenle seçilerek bu örgütlenmeye dahil edilmişler. İddianamenin hukuki ve delil boyutunda ise:
– İran kaynaklı terör örgütlerinin ve üyelerinin zaman zaman ele geçirilmesine karşın cezalandırılamamaları gerçeği var.
– Delil boyutunda olayın ilk kez bu denli ortaya konulabildiği ve bunun da Ferhan Özmen’in yakalanmış olmasından kaynaklandığı görülüyor.
Delillendirmede savcıların katıldıkları sorguların ne kadar önemli olduğu ortaya çıkıyor. Savcı Keleş’i ısrarı ve azimli çabaları nedeniyle kutlamak gerekiyor. Bütün sorgulamalar ve delillendirme aşamalarında bizzat bulundu. Keleş, Uğur Mumcu suikastında sanıkların İstanbul Emniyeti’nce yönlendirilmek istendiği savlarını da keskin hukuk diliyle iddianameye koymuş. Bununla ilgili önümüzdeki günlerde soruşturmalar da açılmalı. Bu, hukukun üstünlüğü için şarttır.
Savcının soruşturmanın sürdüğü açıklaması, olayın ve eldeki bulguların aslında aysbergin su üstündeki yüzünün henüz ortaya çıktığını, ama asıl büyük kısmının hâlâ keşfedilmeyi beklediği gerçeğinin altını çiziyor. İddianame de her satırında bunu bağırıyor zaten. ‘Peki ama bu yazdıklarında yeni olan şey ne kardeşim. Yıllardır bunları yazıp çiziyorsun’ diyen okurlarımı duyar gibiyim.
Yeni olan şey bu konuları devletin kurumlarının anlaması. Biz zaten olayla ilgili araştırmalarımızda yıllar öncesinden bunları dile getiriyorduk.
Umut Operasyonu’nun sonuçları iddianameden önce çok tartışıldı. Türkiye bu tartışmalarda olaylara değişik açılardan bakabilme özelliğinin bulunduğunu gösterdi. Özeleştiriler yapıldı. Hatta bu operasyon ve sanıkların hakkında yazılanların hepsinin boş olduğu savlandı. Bütün bu tartışmalar sırasında gazetecilerin, aydınların çeşitli kurum ve görevlilere güvenlerinin hep bıçak sırtında olduğunu gördüm ben. Bu bıçak sırtında dolaşan güven konusunda gazetecileri, aydınları haklı buluyorum. Türkiye ne yazık ki kişilerin etkisine çok açık bulunan bir kurumsal yapılanmada işlerini halletmeye çalışıyor. Polis
iyiyse kurum işliyor, savcı iyiyse soruşturma doğru yapılıyor, gazeteci iyiyse gerçeği buluyor. Peki kurumlar, onlar ne yapıyor? Kurum kimliklerinin artık şahısların baskısı ve gölgesinden kurtarılması gerekiyor. Bu hukuk devletine ulaşma kavgasında da önemli bir adım olacak.
Soruşturmaları terfileri için basamak yapmaya kalkanlara, derin devletin karanlığını kendilerine örtü yapıp işleri çözümsüzlük bataklığına göndermeye çalışanlara, masa başında ürettiği yalanları gazetede okuyup kendisi bile sonradan inanacak kadar aymaz olanlara ne yapılacak? Kocaman bir hiç olmamalıdır yanıtımız. İddianame bu anlamda bir belge. Mahkeme dosyasına girecek belge ve bilgiler ile sanıkların duruşmalarda yapacakları savunmalar bize olayların bilinmeyenlerine ulaşma olanağı sağlayacak.
Ama en önemlisi soruşturmalarda aysbergin görünmeyen kısımlarını da aydınlatabilmek için durmamak gerekliliğidir.
Yıllardır yapılan bütün soruşturmalar, yargılamalar, araştırmalar adli süreçte masaya yatırılacak. Bundan sonrasını olayların arkasındaki güçleri ortaya çıkartmak bakımından daha dikkatli izlemek gerekiyor.
“Güneş altında yapılmadık iş, söylenmedik söz yok.” Türkiye’nin çete, mafya, kamu kurumları ilişkisinde de bilinmedik şey yok. Önemli olan bunlarla ilgili mücadele kararlılığının devamı ve bilgiyi halka ulaştırarak toplumsal bilinci yükseltme arzusu olmalı. Hukukun üstünlüğünü yaşama geçirmek olmalı. Yoksa ne mafya bitecek ne de çete. İyi ile kötünün kavgası gibi.
Siz sevgili okurlarımla uzunca bir süre, bir ay kadar birlikte olamayacağım. Bu, bazı özel zorunluluklarımdan kaynaklanıyor. Bir ay sonra kaldığımız yerden yine devam edeceğiz. Buluşana dek hoşçakalın.