23 Temmuz 2003
Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, 4 günlük bir ziyaret kapsamında ABD’ de. Irak krizinin ardından Türkiye ile ABD arasında ilk ciddi teması bu ziyaretin oluşturacağı kesin. Gerçi ABD Dışişleri Bakanı Powell, savaşın devam ettiği günlerde Türkiye’yi aniden ziyaret etmiş, ve sorunların anlaşılması konusunda temaslarda bulunmuştu. Powell’ın ziyareti, içerik açısından sönük geçmişti.
Tek güç
Gül’ün Washington ziyareti, hükümetin Washington ile ilişkileri düzeltme çabalarının bir devamı aslında. Gül, Türkiye ile ABD arasında haziran ayında Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Uğur Ziyal’in Washington’a gerçekleştirdiği ziyaretle başlayan, ancak Süleymaniye hadisesi nedeniyle sarsılan ilişkilerde güven tazeleme sürecini bu ziyaretle zirveye taşımayı ve önceki gün yaptığımız mülakatta söylediği gibi Türk-Amerikan ilişkilerini ‘stratejik ortak’ tanımlamasından daha derin noktalara ulaştırmak istiyor.
ABD, günümüz dünyasında tek güç olmanın sendromlarını yaşıyor. Ekonomik, siyasi, askeri ve diplomatik alanda sahip olduğu asimetrik gücü, Clinton döneminde dünyadaki Bosna, Kosova, Somali gibi sıcak çatışmaları sona erdirmek ve dünyanın politik dengesini sağlamak için kullanan ABD, Bush yönetiminin iktidara gelmesiyle güçlünün haklı olduğu, dahası hak ve hukuk tanımlamasının da sadece güçlü tarafından belirleneceği bir anlayışa yöneldi. Washington’da hakim olan anlayış, Başkan Bush’un kullanmayı çok sevdiği ‘ya bizimlesiniz, ya da onlarla’ cümlesinde saklı. Washington, haklı olsun-olmasın veya haklı olduğu durumlarda kullandığı yöntemler meşru olsun-olmasın, herkesin çizdiği yolda yürümesini istiyor. Süleymaniye saldırısını bu açıdan değerlendirdiğimizde, ABD, kendi kırmızı çizgileri doğrultusunda K. Irak’ta asker bulunduran Türkiye’yi, Washington’ın çizdiği kırmızı hatlara uymadığı için cezalandırma ve aşağılama düşüncesini taşıyor.
Türkiye
ABD’de iktidarda bulunan bu anlayışa rağmen, Türkiye kendi çıkarları ve içinde bulunduğu coğrafyanın zorlukları ile Batı dünyasındaki yeri itibariyle Washington ile ilişkilerini rayına oturtmak zorunda. Zira, ne Rusya ve İran gibi ülkelerle yakınlaşmak, ne de AB üyesi olmak Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinin yerini alabilir. Ancak bu olgu, Türkiye’nin ABD ile işbirliğini her koşulda sürdürmesi ve her konuya aynı mercekle bakmasını da gerektirmiyor. Kısa vadede Türkiye ile Amerika arasında özellikle iki konudaki yaklaşım farklılığının giderilmesi mümkün görülmüyor. Bunlardan birincisi
K. Irak konusunda ABD’nin Kürtler’e olabildiğince geniş özerklik verecek şekilde Irak’ta bir federalizmi tercih etmesi. Türkiye, Irak politikasının sadece ülkenin kuzeyine odaklanmamış olduğunu söylese de, Washington’ın Kürtler’e ilişkin planlarına Ankara’nın şüpheyle baktığı bilinen bir gerçek. Bu durum Kuzey Irak bağlamında Ankara’da Washington’a karşı güven eksikliği yaratıyor.
İlişkilerde ikinci pürüzlü konu, Irak’ta işlerin biraz yoluna girmesi ve Bush yönetiminin iktidarda kalması halinde, gündeme geleceğine kesin gözle bakılan İran ve Suriye konusu. ABD, İran ve Suriye’deki rejimleri hedef alıyor. İran’da değişimi Irak’ta yaptığı gibi gerçekleştiremeyeceğini biliyor, Suriye’yi ise kolay lokma olarak görüyor. Washington’da, Tahran’ın nükleer silah yapması için çok az süre kaldığı konuşuluyor ve İran’daki nükleer tesislere karşı sınırlı bir askeri harekattan söz ediliyor. Her iki ülkeye yönelik ABD’nin yapmayı amaçladıkları birçok açıdan Türkiye’nin işbirliğini gerekli kılıyor. Örneğin, bazı çevreler İran ve Suriye’ye gözdağı vermek için ABD ile Türkiye’nin bir ortak askeri tatbikat yapmasından dahi söz ediyor.
Ancak, Ankara, komşularıyla sorun yaşamak ve bu ülkelerdeki rejimlerden memnun olmasa da, ABD’nin peşinde bir maceraya sürüklenmek istemiyor. K. Irak konusu önümüzdeki dönemde, Suriye ve İran konusu ise nispeten yakın vadede gündeme gelecek, Türkiye-ABD ilişkileri açısından iki mayınlı arazi.
İşbirliği
Ankara ise, Gül’ün bu ziyareti sırasında Washington’ın Türk-Amerikan ilişkilerinde nerde durduğunun ve bu ilişkilerin geleceğini nasıl gördüğünün analizini yapmaya çalışacak.
Görüşmelerde, Türkiye’nin ABD’nin stratejik ortağı olduğu söylemi muhtemelen yeniden gündeme gelecek. Hatta, belki sorunların aşılmış ve yeni bir dönemin başlamış olduğuna dair açıklamalar yapılacak. ABD tarafı, Ziyal’in ziyareti sırasında Türk tarafının Irak’ın siyasi ve ekonomik yapılandırılması için önerdiği teklif paketi hakkındaki görüşlerini bildirecek. Türkiye’den Irak’ın güneyinde ya da Batı Irak’ta Ürdün sınırına yakın bölgede görevlendirilmek üzere asker talebinde bulunacak. Ancak Türk-Amerikan ilişkilerinin bundan sonraki dönemde belirleyicisi, Washington açısından İran ve Suriye konusunda Türkiye’nin izleyeceği tavır; Ankara bakımından ise dar anlamda ABD’nin Irak’ta kendisiyle ne ölçüde işbirliği yapacağı ve Kuzey Irak, daha geniş manada ise, ABD’nin, Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu coğrafyasının tam kalbinde bulunan Türkiye’yi oyun kurucu bir ülke olarak görüp görmediği olacak. ABD hata yapmaz ve Türkiye’ye karşı takındığı tutumu düzeltirse bu iki ülke için de yararlı olur.