Uçak kazasından sonra hayatını yitiren ya da yaşamaya mucizevi olarak devam eden insanların öyküleri karşısında bir kez daha inandım: Hayat en büyük gerçekliktir.
Hayatı kazıyın, altından insan çıkar. İnsanı kazıyın, hayata ulaşırsınız. Hayat öyküler manzumesidir. Hepimizi etkileyen de o öykülerdir. Biz gazetede, televizyonda, sinemada her olayı bir insan öyküsüne bağlamayı çok severiz. Çünkü o zaman ete kemiğe bürünür olaylar. Can bulur. Kuru rakamlar, olgular olmaktan çıkarlar.
Herkesin bir öyküsü var. En çarpıcı tarafından, hayatın içinden öyküler. Filmlerdeki senaryoları getirin gözünüzün önüne. Her biri bir yaşamdan alıntıdır. Günlük hayatın gailelerinin, zamanın sıkıştırmasının ortaya çıkardığı öyküler. Aslında o öyküler bizim gerçeklerimizdir aynı zamanda. Tıpkı o uçaktaki insanların birer öykü kahramanı olmaları gibi. Yaşadılar ve gittiler. Artlarında öyküleri kaldı. Gözyaşlarıyla, sevinçle, acıyla, buruk tadlarıyla anımsanacak öyküler.
* * *
Hayatı bir büyük senaryo olarak tanımlarsak, her bir öykü bizim kendi gerçeğimizdir. Acı, tatlı yaşanmışlıklarımız; bizi var edenler onlar değil mi?
O yüzden hayat öykülerinin büyük ya da küçük aktörleri yoktur diyorum. Her insan kendi öyküsünde kahraman, ya da başrol oyuncusudur. Hepimiz bir yolculuktayız hayatta. Tıpkı o uçak yolcuları gibi.
Aşk ile ölüm arasında sürmekte olan o büyük hayat yolculuğunun, yolcularıydılar. Diyarbakır’a ulaşamadılar ama, her biri aşkla çıktıkları hayat yolculuğunda ölüme ulaştılar.
Öykülerini gözlerim yaşlı izledim.
* * *
Ne garip; uçak kazalarında aklıma hep eski Başbakan Adnan Menderes geliyor. Menderes aşkları ve ölümüyle hayatını dolu dolu yaşayan bir insan.
Askeri mahkemede yargılanırken sabık başbakan olarak aşık olduğu kadından çocuk aldırtmak yoluyla cinayet işlemekle suçlanmıştı. Meşhur ‘Bebek davası’. åşık olduğu, kendisine karşı aşkla dolu olan kadın Aynur Aydan, bütün korkuların ötesine geçip, mahkeme başkanına sert ifadelerle; ‘Seven bir kadın olarak Adnan Bey’den bir çocuğum olsun istemiştim. Ben onu öyle seviyorum ki ondan bebek sahibi olsam, aldırır mıyım? Hiç doğurmaz mıydım’ diyebilmiştir. Özel yaşamı didik didik edilen, teşhir edilen o adam: Adnan Menderes’in öyküsü ölümle mücadele sanki.
Küçükken ailesinin yarısını veremden yitirmiş. Hep ölecek diye beklenmiş. Verem, Adnan Bey’i alamamış.Yakalandığı hastalıklarda, kurtuluşu yok diye ölüme terk edilmiş. Ama yaşamış. Otomobil kazasında ağır yaralanmış, yaşamış.
Londra’da düşen THY uçağında kaza sonrası bir ağaca takılı kalmış. Mucizevi olarak yaşamayı başarmış. Türkiye’de o dönemler Adnan Menderes’in efsunlu olduğuna inananlar bile çıkmış. Ama o uçak kazasından 2 yıl sonra idam edildi.
* * *
Öyküsü Diyarbakır uçağının kaptan pilotununkinden çok farklı değil. O yaşarken linç edilmeye başlanmıştı. Pilot Alaattin Yunak o denli meşhur olmadığı için öldüğünün ertesinde özel yaşamı paçavraya dönüştürüldü. Sağlığıyla ilgili garip haberlerle ölüsü mezarda ters çevrilen bir kaptan pilot Alaattin Yunak. Uçak inseydi öyküsü sadece onundu. Kaza onun öyküsünü başka başka fikirlere, amaçlara araç etti. Nedendir bilinmez, bazı gazetelerce, deyim yerindeyse öldüğüne pişman edildi. Sigortacı acımasızlığıyla diye tanımlarlar ya, tıpkı öyle bakıldı onun öyküsüne.
Onun öyküsüne saygı gösterilmiyor. Ama herkes aslında bir öykü olduğuna göre ve insanlar öyküleriyle anılacaklarına göre, kendi öykünüze ne kadar saygı duyulmasını istiyorsanız, başkalarının öykülerine de o kadar saygılı olmak zorundasınız. Hayatın gerçeği bu. Ölüm denilen o büyük kavramdan, hayat yolculuğunda kaçış yok. İnsanlar ölüyor, öyküleri kalıyor. Bir anlamda insan öyküsü varoldukça yaşamaya da devam ediyor.
12 Ocak 2003