12 Haziran 2001
“Hizbullah operasyonları sırasında bu örgütün yaklaşık 5 milyon mark olduğu tahmin edilen nakit parası bulunamadı. Hizbullahçılara yakın kaynaklar bu paranın 3 milyon mark kadar kısmının Velioğlu’nun ölü ele geçirildiği baskın sırasında evde olduğunu iddia ediyorlar. Ama polis bu miktarda bir para ele geçiremedi. Bu paraların şimdi nerede olduğu ve kimlerin elinde nasıl kullanıldığı çok önemli. Bence bu konu, yani Hizbullah’ın paralarının durumu netleşmeli.”
Bu yazıyı İstanbul’daki Hizbullah operasyonunun sonrasında kaleme almıştım. Yazı çıkınca İstanbul emniyetinden ziyaretime gelen müdürler, operasyon sırasında bu parayı evde bulamadıklarını anlatmışlardı. Paraların bir kısmının yakıldığı, bir kısmının da evde suyla tahrip edildiğini söylemişlerdi. Sağlam ele geçen ise küçük bir miktardı.
Ama Hizbullah çevreleri evde 3 milyon markın olduğuna ve bunun operasyon sırasında kaybolduğuna dair iddialarını sürdürdüler. Şimdi bu iddialara yenileri eklendi.
Diyarbakır’da Hizbullah tarafından şehit edilen Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’ın bu paralarla ilgili olarak sorgulanan militanlardan edindiği bilgilerle soruşturma açılması için dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’a başvurduğu dile getiriliyor.
İddialara göre Okkan, İstanbul’daki sanıkları Diyarbakır’da sorgularken, paralar konusunda ifadeler verilmiş. Hatta bazı sanıklar polisi itham eden konuşmalar yapmışlar. Bu ifadeleri merkeze ileten Gaffar Okkan konunun soruşturulmasını istemiş. Şimdi bu soruşturma taleplerine ne yapıldığının kamuoyuna açıklanması gerekmez mi? Yeni bakan bu konuyla ilgilenmeli. Soruşturma varsa hangi aşamadadır kamuoyuna bilgi vermeli.
Kaldı ki Hizbullah baskını sırasında İstanbul emniyetinde terör müdürü olan Atilla Çınar operasyonu yapan ekibin başındaydı. Başarıları nedeniyle göz doldurdu. Sadettin Tantan vekaleten dahi olsa bu başarıları ödüllendirdi, Çınar’ı Diyarbakır’da emniyet müdürlüğü görevine getirdi. O da Gaffar Okkan’ın aldığı ifadelere, yaptığı başvuralara ulaşabilir. Araştırma yapabilir.
Hizbullah’ın paralarının İstanbul’daki evde baskın sırasında nasıl kaybolduğu bir muamma olarak kalmamalıdır. Polis üzerindeki şaibeden kurtulmalıdır. Hizbullah’ın kanlı, kara parasının sırra kadem basan kısmı bundan önceki dönem aydınlatılamadı. Şimdi aydınlatılabilir mi dersiniz?
Naylon fatura
Türkiye’de naylon fatura imparatorluğunun holdingi Barbaros, kralları da Muhammed Ciğer, Argun Kızılırmak ve Orhan Aslıtürk’tür. Bu ekibin tamamlayanı İsa Soylu. Tabii bir de bunların Alaattin Çakıcı’ya kadar uzanan ve arkalarında korumalıklarını yapan mafya babaları var. Çoğuyla kanlı bıçaklılar şimdi.
Aslıtürk’ün çete içindeki kod adı, Mösy”‘dür. Mösy” Gülay Atığ ile evlenince işler arap saçına dönmüş. İki hırsız bir çuvala sığamayınca Barboros ile List 2000 dolandırıcıları darmadığın oldular. Türkiye dışına kaçırdıkları paraların beş yüz milyon doları bulduğu ifade ediliyor.
Muhammed Ciğer tutuklu, Orhan Aslıtürk İngiltere’de keyf sürüyor. Argun Kızılırmak her şeyi bilen adam olarak Türkiye’de gezinip duruyor. İsa Soylu tutuklu. Gördüğüm kadarıyla kimseye bir şey olduğu yok.
Peki ama bu insanlar konuşturulup, işler ortaya çıkartılmadıkça temizlik nasıl olacak? Bu kişilerle ilgili bütün bilgiler Maliye Hesap Uzmanları Kurulu’nun o dönem başkanlığını yapan Celalettin Şahin’e verildi. Holdingin bilgisayar kayıtları çözüldü. Ama ortada ne var? Naylon faturalardan açılan sıradan davalar. Peki ama perde arkası ilişkiler ne olacak? Seçim döneminde Ankara’ya eşe dosta yollanan paralar? Kimse bunu sormayacak mı? Neden kimse İsa Soylu’nun Türkiye’de faaliyet gösteren İslami bankerlik kuruluşları ve gümrüklerle ilişkisini soruşturmuyor?
Örneğin Argun Kızılırmak şu satın alınan “üstad”ları açıklasa, emekli ettirilen vergi dairelerinin müdürlerini anlatsa, nasıl kendilerine bağladıklarını ortaya dökse, kimlere para yollandığını anlatsa fana mı olur? Ama soran oldu mu? Hayır. Sırası gelmedi mi?
İşte bu yüzden kedinin pisliğini örtmesi gibi, pisliklerini örtüp gittiklerini sananlar yanılıyorlar. Türkiye kumar, uyuşturucu, kara para, naylon fatura, banka çıkmazında batırılan bir ülke olarak kalmayacak. Türkiye hesap soran, sistemini şeffaflaştıran, hukuku çalışan bir ülke olacak. Değişimin yönünü ne IMF, ne de içerideki güç savaşçıları değiştirebilir. Türkiye hukukun üstünlüğüne doğru yol alacak. Başka yol çok, ama başka çare yok.