18 Mayıs 2001
Türkiye’de “tuz kokarsa” demiştik ya… İşte bugünler o günler. Tuzdan kastım yargı mekanizması. Savcılar iddianamelerini siyaset üstü değil, siyaset için hazırlıyor. Yargıda bilirkişilik müessesesi dahil sistem çökmüş. Yalancı tanıklık yargıyı parmağında oynatır olmuş. Bugünün işi mi? Hayır. Neden? Çünkü yargıdan siyasetin elini, kolunu almak mümkün olamıyor. Siyasetçi karşısında boynun kıldan ince tutulan yargı, başka güç merkezleri karşısında da aynı durumda kalıyor.
Sonuç; yargıda yeni bir sisteme ihtiyaç var. Bunun için en önce “Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu”nun oluşumundan başlayarak düzenlemelere gitmek şart. Bunu kim yapacak? Siyasetçi. Yapar mı? Hayır? Neden? Çünkü değiştirilmek istenen sistemin tıkacı siyasetçi. Siyasetçi ve siyasetin kendisi bugün düzensizlik gibi görünen bu büyük kaosu yaratana kadar yardımcıları olan bürokratlar ve anlı şanlı profesörlerimizle az mı çabaladılar. Bu kaos düzenin ta kendisi.
Bu düzenin avukatları cezaevlerine cep telefonu sokar, savcılar mafya babalarıyla yer, içer, yatar. Yargıçlar ne yazık ki kararları vicdanları ile cüzdanları arasına sıkışan bellekleriyle vermek zorunda kalırlar. Bütün bu şartlara aslan gibi direnenlerin sayısı az mıdır? Hayır çoktur. Ama Yargıtay’dan mahkemelerimize kadar her aşamada bu sorunların etkisi görülmektedir. Bunları çözmek için yasaya ihtiyaç var. Şimdi yeni baştan oturup yasa yapmaya çalışıyorlar.
Ve hep aynı adlar komisyonlara toplanıyor. Bunun için Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer’den fetvaya gerek var. Bu hocamız her yapılan yasa taslağını “reform” olarak sunar. Sonra döner, reform diye çıkan yasayı yeni bir reform yasasıyla değiştirir. Bu hocamız artık şu yasa yapma huyundan, politikacılarımız da bu hocamıza yasa yaptırmaktan vazgeçseler ne güzel olur. Ben bu hocanın Korkmaz Yiğit için verdiği bir müthiş mütalaayı okumuştum, çarpıldım. Meğer Korkmaz Yiğit bugünkü yasalarla mağdur edilmiş. Savunma kutsaldır. Ama ne demişler “hocanın dediğini yap, yaptığını yapma”.
Türkiye’yi çağdaş hukuka hukukçuların taşıyacağı kesin. Ama bu siyasilerle aynı kafadaki hukukçular değil. Tuz kokarsa neyle temizlenecek, hukukla. Hukuk herkese lazım olur. O yüzden yasa yaparken tek seslilikten vazgeçmenin zamanıdır.
Dinlemeye karşı şifreli konuşma dönemi
Ceza avukatlığının önemli adlarından biri Ekrem Marakoğlu’dur. Geçenlerde telefonda konuşuyorduk. Dinleme üzerine konuşurken mahkumların bazı şifrelerinden bahsetti. Aslında bununla bir sözlük bile yapmak mümkündür dedi. Mahkum cezaevinde telefonla konuşurken dinlendiğini bildiği için “Bana ayakkabı gönderin, bu ayağımı sıkıyor” demiş ailesine. Aile şifreyi çözmüş. Aslında mahkumun anlattığı şey şu:
“Falakadan ayaklarım şişti. Torpiliniz bunu engelleyemiyor. Daha büyük bir torpil bulun.”
Bir başka örnek daha Marakoğlu’ndan:
“Mahkeme dosyalarına da geçen bir dinleme var. Mahkum diyor ki, ‘O…pu oldu bu karılar. Ortalıkta çırıl çıplak geziyorlar. Bu ne iştir yahu.” Bu bir şifre karşı taraf şifreyi çözüyor. Gerçekte söylenen şu: ‘Bizim işle ilgili her şey ortalıkta konuşulur oldu. Saklayacak bir şey kalmadı.'”
Bir de şimdi cezaevlerinde telefon saltanatı devam ettiğinden mahkumlar arasında bir furyadır gidiyor. Telefonlarının dinlendiğinden emin olan mahkum başlıyor anlatmaya. Şu polis müdürüne bu kadar para verdim. Aslında o sarhoş gezer. Bizim çocukların yakınıdır. Ona şu kadar para indirdik. Devlet dinleme konusunda bu kadar açık davranınca, mahkum da bundan böyle yararlanıyor. Telefon dinlenmesi rezalet boyutlarda ve skandal hukuki işlemlerle sürdürüldüğü için, özel yaşamlarla ilgili bilgiler de o masadan bu masaya kahkaha malzemesi olarak dolaştırılıyor. Bitmez mi? Biter. Ama sade vatandaşın da ar damarı çatlar.