19.10.2000
Egebank’la ortaya çıkan ilişkilerin karmaşıklığı, kararlı yönetim ve iyi hukukçularla çözülebilir. Ama ne yazık ki ‘iyi hukukçularımız’ para kazanmayı ‘hukukun üstünlüğü’ne tercih etmekte
Tuncay ÖZKAN
Yazıya başlarken bir alıntı yapalım: “Bürokratların bu derece gözü kara olduğu düşünülmemeli. İhale ve kredi pazarlıkları çok kişinin bildiği şekilde ve Ankara’da yapılır. Bankalar konusunda kapsamlı ve ‘organize suç’ niteliğinde polisiye metotlarla yürütülen bir soruşturma açılmalı ve konu asliye ceza mahkemelerine giden kusurlu kredi dosyası değil, tek bir olayın değişik sayfaları olarak -gerekirse kanunda değişiklik yapılarak- Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin incelemesine sevk edilmelidir.”
Bu satırların sahibi Kutlu Savaş. Alıntı yaptığım yer ise, onun özel yetkilerle donatılarak tek yetkili kılındığında hazırladığı Susurluk Raporu’nun 99. sayfası. Savaş müneccim olmadığına göre, bankalarla ilgili sorunu hiç alakası yokken raporuna koyduğuna göre, bildiği vardı. Yani devlet bankalarda olup bitenleri izlemekte ve kaygı duymaktaydı. Hatta bunların organize suç kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini biliyordu. O yüzden Savaş, DGM’leri o günden göreve çağırmış. Ama 22 Ocak 1998’den bu yana olaylar kriz boyutuna ulaşana, halkın parası birilerinin kasalarına pompalanana kadar herkes susup izlemekle yetindi.
Ankara’da arayışlar
Peki neden o zamandan bugüne kadar bir şey yapılmadı. Bunun nedeni teslim alınmışlıktır. Ankara’da bürokrasinin kadroları içinde, politikacılar arasında kirli sermayelerin sahibi olan, onların işlerini takip eden ekipler oluşmuş. Bürokratlar devletin değil bu sermayelerin adamı haline gelmişler. Öyle olmasa, Savaş’ın raporu üzerine soygun bugüne dek sürer miydi? Şimdi kirli sermaye Ankara’da mebus pazarından politikacı, bürokrat sepetinden memur seçiyor. Kelle başına üç para. Satılık adamlar kol geziyor.
Sistem yeni uyandı galiba… Ya da uyandı mı? ‘Bunlar birkaç iyi adamın çabası. İşler burada kalır’ diye korkuyorum. Çünkü iş siyasilere dayandıkça, geriletiliyor ne yazık ki.
Hukukçularımız batık bankalarla ilgili öyle savunmalar yapmışlar ki inanamazsınız. Her biri ‘batık banka patronlarına yapılan zulmü’ belgeliyor. Aslında devlet bu patronlara yaptıklarıyla zalim. Yapılanların hepsi hukuka aykırı. Bu büyük hukukçulara göre banka soyanlar haklı -çünkü sistem soy diyor- hırsızı yakalayan devlet haksız.
Dönmezer’in mütalaaları
İşte örnek: Ordinaryüs Profesörümüz, büyük hukukçumuz sayın Sulhi Dönmezer’in Yiğit için verdiği 23.11.1999 tarihli Hukuki Mütalaa. Bu mütalaayı okuyunca Yiğit’in ne kadar faziletli olduğunu düşünmeden edemiyorsunuz. Korkmaz Yiğit hakkında ne suçlama varsa, Dönmezer onu çürüten bir yasa maddesiyle akıl veriyor. Hoca sonuç bölümünde diyor ki, “İddianamede söz konusu edilen suçların unsurlarının Ceza Hukuku ilkeleri ve TCK hükümleri itibariyle gerçekleşmediği kanaatinde bulunduğumuzu açıklayan işbu rapor saygı ile sunulur.”
Adalet ve İçişleri bakanlıklarının, Meclis’in oluşturduğu yasa hazırlama kurullarının, komisyonların gediklisidir Dönmezer hoca. Ceza hukuku ilkelerini de, elleriyle yaptığı Türk Ceza Kanunu’nu da ondan iyi kim bilir ki? Yiğit’in avukatları elbette mahkemede onun söyledikleriyle savunacaklar müvekkillerini. Hocaya yaptığı yasaları anlatacak kim var ki? Suçluların, suçlananların elbette savunma hakları kutsaldır. Bu hak elbette tartışılmaz. Ama bu böyle mütalaalar için gerekçe olabilir mi?
Dönmezer de, diğer hukuk hocaları da bu işten ekmek yiyor. Dönmezer elbette Yiğit’e kara kaşı, kara gözü için yazmıyor o mütalaayı. Ama hukuk para kadar, hatta ondan da öte inanç işi değil mi? Tıpkı gazetecilik gibi. Bazılarından aldıkları paralar nedeniyle mesleğin yüzkarası olan gazeteciler çıkıp ‘Biz profesyoneliz’ savunması yapsa, kabul görür mü? Hukukçu olunca işler değişir mi?
Semizer kızmasın
Her olayda adı geçen, ünlü avukat Aydoğan Semizer, gazetecilere kızgın kızgın bakıp, aynı gerekçeyle racon kesiyor, “Ben avukatım, savunma yaptım, bu işleri en iyi ben bilirim, bana gelmeleri ondan, yanlış yazıyorsunuz,” diyor. Semizer, DGM’de geçen dönem yapılan soruşturmaların da baş aktörlerindendi. Malları üzerinde ihtiyati haciz kararı var. Bildiğiniz avukatlardan değil Semizer; para aldı mı trilyonlarla alıyor, vergi şampiyonu. Allah daha çok versin. Ama öyle mahkeme kapısında, “Niye hep siz varsınız batık banka işlerinde?” diye sorunca kızmaca, gazeteci azarlamaca yok. Karşısındaki muhabirler mesleğin yüz akları.
Semizer önce Türk Ticaret Bankası soruşturmasında kendisini gösterdi. DGM’de hazırlanan iddianamede kendisiyle ilgili bölüm şöyle: “Uzun süreden beri Alaattin Çakıcı, Erol Evcil ve Korkmaz Yiğit’i tanımakta ve danışmanlık yapmaktadır. Çakıcı’nın telefonla sorduğu konularda onu bilgilendirmekte ve bazı kişilerle irtibatını sağlamaktadır. (Adliye Emaneti’nde kayıtlı telefon görüşme tutanakları 18.01.1998 tarihli Alaattin Çakıcı-Erol Evcil telefon görüşmesi).
Türkbank’ın satış ihalesi gündeme geldiğinde Çakıcı, Semizer’i arayarak, bankanın kendisi için namus meselesi olduğunu, bu bankayı kendisinin istediği kişinin satın alacağını ve bu konularda o kişiye yardımcı olmasını istemiştir. Zaten, bankaya Çakıcı’nın iki, üç yıl önceki müdahalelerini de Semizer bilmektedir. Çakıcı-Yiğit görüşme tutanaklarında, görevlendirmeyi Çakıcı’nın Yiğit’e de bildirdiği tespit edilmiştir.
Demirel’in ifadesi
Türkbank’ın ihale prosedürü başlamadan, Yiğit, Türk Ticaret Bankası Munzam Sosyal Güvenlik ve Emekli Yardım Sandığı’nın hisselerini almak için, sandık ve sendika yöneticileri ile temasa geçmiş ve çok sayıda görüşme ve toplantı yapmıştır. Toplantılarda Semizer, Yiğit’in yanında yer almış ve pazarlıklara iştirak etmiştir. Ancak, bu toplantılar sırasında Çakıcı ve Evcil devamlı Semizer’e telefonla toplantılardaki gelişmeler hakkında bilgi alarak ve talimat vererek onlar da pazarlıklara iştirak etmişlerdir. (Ali Rıza Adaş-Celal Balabanlı ifadeleri).
Aynı dönemde Çakıcı, Semizer’e telefon açarak, Egebank’ı alanın Türkbank ihalesine girip girmeyeceğini öğrenmesini ve kendisinin bankayla ilgisinin iletilmesini ister. Semizer de, Egebank’ı alan Murat Demirel’e ‘Çakıcı’nın, Türkbank ihalesine girip girmeyeceğini öğrenmek isteğini,’ söylemiş, ihaleye girmeyeceğine dair bilgiyi de Çakıcı’ya iletmiştir. (Murat Demirel ifadesi)
Semizer, Çakıcı’nın oluşturduğu teşekkülü, bu teşekküldeki konumunu, eylemlerini ve arandığını bilmektedir.
Ayrıca, Türkbank’ın ihalelerine, yasaya aykırı olarak müdahalede bulunduğunu da bilmektedir. Buna rağmen onun istek ve talimatları doğrultusunda Çakıcı’nın cürüm işlemek için oluşturduğu teşekküle bilerek ve isteyerek yardım ettiği ve müsnet suçu işlediği evrak münderecatıyla anlaşılmıştır.
‘Olaylarla ilgisi olmayan ve sadece hukukçu kimliği nedeniyle ve sadece gazeteciler tarafından’ suçlanan Semizer’in bir de verdiği ifadeler var. İşte birkaç örnek:
“Bu kişiler böyle büyük meblağlarla alım ve taahhütlere tevessül ettikleri halde ortada görünen likit bir para mevcut değildir. Mesela benim Yönetim Kurulu Üyesi olduğum Egebank’tan, Yiğit isimli kişi 1997’nin son ayları ve 1998’in Haziran’ına kadar toplam 1-1.5 milyon dolar karşılığı kredi almış ve bu kredinin geri ödemesini devamlı ihtarlar karşılığında ve küçük meblağlarla zor ödeyebilmiştir. Ben bu olaylardan sonra bu kişilerin işleriyle ilgilenmeyi bıraktığım için son olaylardaki ilişkileri hususunda da ayrıntılı başkaca bir bilgim yoktur.
Nesim Malki’yi tanırım ama ölümünden önce onun değil, ona borçlu şirketlerin avukatlığını yaptım, Malki ile Yiğit’in Yeşil Vadi isimli inşaat projesinde ortak olduklarını biliyorum. Ben Malki’nin ölümünden bir hafta sonra ailesinin yani eşi ve kızının avukatlığını üstlendim. Malki’nin ölümünden bir ay sonra da ailesi, Yeşil Vadi projesindeki hisseleri Yiğit’e yaklaşık 6 milyon dolara satarak devretti. Bu hisse devri sırasında Malki ailesinin avukatlığını yapıyordum, Yiğit’in Hukuki Danışmanı idim. Bu devir işleminin hukuki muamelelerini ben yaptım.
Malki-Evcil-Yiğit
Benim bildiğim kadarıyla Yiğit’in bu alım satım işlerinde ortada dönen ve mevcut olan bir para yoktur. Bu alım ve taahhüt işlerindeki anlaşmalarda parasını bilahare ödemek düşüncesi söz konusu. Hatta Yiğit’in kendi bankası Bank Ekspress’e de 300 milyon dolar civarında borcu vardır. Ben ayrıca Evcil’in de avukatlığını yaptım. Benim bu avukatlık görevim Evcil’in İş Bankası, Demirbank, İnterbank, Egebank gibi bankalara kredi borçlarının tasfiyesine ilişkin işlemler içindir. Bunların hepsini ikmal ederek hukuki bir metne bağladım. Evcil’in Ticaret Bankası’na da benim ilgilendiğim dönemde 55 milyon dolar borcu vardı. Şu aşamada faizleriyle ne miktara ulaştığını bilmiyorum. Evcil bana, Bursa’da büyük bir fabrikası olan, yanında 1300 kişi çalışan, başta İş Bankası olmak üzere birçok bankadan çok büyük meblağlarda krediler alan bir işadamı hüviyetiyle geldi, bu sebeple ben avukat
olarak bu hüviyetiyle gördüğüm kişinin vekaletini almakta sakınca görmedim. Evcil’i de bana Malki’nin ortağı Erol Erkohen tanıştırdı. Bu tür ticari ilişkiler son derece karmaşıktır ve girifttir. Bu konuları Maliye ve Hazine temsilcileri anlamakta ve çözmekte güçlük çeker. Bu kişilerin perde arkası ilişkilerinin mahiyetini ben de bilemiyorum.
Ben Yiğit’in avukatı olarak Türkbank’ın hisselerinin satışı konusunda ve onun yanında Türk Ticaret Bankası’nın Munzam Sosyal Güvenlik Emekli ve Yardım Sandığı Yöneticileri ile yapılan toplantılara katıldım. Toplantılar sırasında devamlı surette ve 5-10 dakikalık aralıklarla Evcil adlı kişi beni, munzam sandığın yetkililerinden Ali Rıza Adaş’ı ve Yiğit’i cep telefonu ile arıyor ve toplantının safhası ve anlaşma olup olmadığı hususunda sorular soruyordu. Toplantıların sürdüğünü, anlaşmaya çalıştığımızı söylüyorduk. Evcil’in ısrarla bu işi takip etmesini ve müdahil olmasının sebebini ben kesin olarak bilemiyorum, bankanın Korkmaz Yiğit’e satışından mutlaka menfaati söz konusudur, fakat menfaatinin veyahut da bilgisinin ne olduğunu ben bilemiyorum.”
Bunlar Semizer’in hukukçu sanık olarak sözleri. Ben hukukçu değilim ama, sokaktaki sıradan her Türk yurttaşı gibi hukukun üstünlüğü kavramına inanıyorum. Çünkü hukukun üstünlüğünün parayla alınıp satılamayacağını biliyorum. Bütün pisliklerin hukuk sayesinde ortadan kaldırılacağını biliyorum. Hukukun kaynağının halk olduğunu biliyorum. Türk mahkemelerinin halk adına, halktan aldıkları yetkiyle karar verdiklerini biliyorum. Bunlara sonuna kadar da inanacağım ve unutmayacağım.
Ama hiç kimse kendi kesesini, hukukun terazisi kefesiyle karıştırmaya kalkmasın.