07.10.1999
Borsacı Yener Kaya, Başbakanlık’tan çıktığı gün ‘yakıldı’. Cinayetin arkasında profesyonel bir güç var. Üç gün arayla öldürülen Kaya ve Malki’nin dosyaları çok benzer. İkisi de aynı kişilerle iş yaptı
Tuncay ÖZKAN
Türkiye’nin son dönemde yaşadığı mafya-çete gerçeğinin arka yüzünde yatanları ortaya çıkartacak belli başlı olaylar var. Bunlar Susurluk kazası, Nesim Malki ve Yener Kaya cinayetleridir.
Ne yazık ki bu konularda yapılan bütün araştırmalar sanki hiç yokmuşlarcasına, yapılmamışlarcasına davranılıyor. Onca dosya, bilgi, bulgu, belge, nedendir bilinmez, tozlu rafların ya da sonu hiç gelmeyecekmiş gibi gözüken, bitmez tükenmez dava aşamalarının gel gitleri arasında yok olup gidiyor gibi.
Türkiye’de temiz toplum istekleri her zaman en üst düzeyde olmuştur. Temiz toplum, Cumhuriyet rejiminin, demokrasinin ve ekonomik kalkınmanın dinamosu olduğu için talep edilmektedir. Ama bugün içine sürüklendiğimiz o duyarsızlık noktası ürkütücü boyutlara ulaştı. Sanki ışıklarını yakıp söndürenler bizler değildik. Üzerimizde bir atalet var. Sistem içinde çözümlenebilecek yolsuzlukları takip etmede, olaylara bakışta bile büyük bezginlik seziliyor. Oysa bezginlik çetenin ekmeğine yağ sürer.
Susurluk sonrasında görüldü ki devlet içinde çöreklenmiş bir çete, PKK terörü ile mücadele diye başlayan, sonuçta bir çıkar kavgasına dönüşen o büyük mafya harekâtında köşe başlarını tutmuş. Devletin kimlik kartını, silahını keyfi adam öldürmek, uyuşturucu kaçırmak için kullanıyor. Şu an görülmekte olan davalara bakıp, ‘İşte yargılanıyorlar’ demekle sorunu çözdüğünü sanan devlet adamları, yanılgılarını çok geçmeden anlayacak. Çete; uzantılarıyla, cezaevi hâkimiyetleriyle, siyasi bağlantılarıyla hâlâ devletin içinde cirit atıyor. Kurumlar derin kimliklerinde, çetenin ideolojisini taşıyor. Hukuk olayların üstüne gidemiyor. Çünkü kutsal devlet ile milletin emrindeki devlet konusunda yaşanan ayrışma netleşmiyor.
Nesim Malki cinayetinde dosyaları okuyup da, yeni davalar açmamak, yeni adları sorgulamamak anlaşılır gibi değil. İstanbul DGM Savcılığı’nın, İstanbul polisinin yürüttüğü soruşturmalar Türkiye’de karapara düzeninin hangi boyutlara vardığının kanıtı. Ama nedense Mali Suçları Araştırma Kurulu en gerekli olduğu noktada bir türlü aktif hale getirilemiyor. Soruşturmalar başlamıyor. Dosyalar tozlanıyor. Neden?
Acaba çeteler arasında var olan bağlantılar, devletin içindeki uzantılar gerçeklerin üstünü mü örtüyor? Demokratikleşmenin sadece yasal düzenlemelerle olacağını varsayanlar büyük yanılgılar içinde. Cumhuriyet ve demokrasi, ancak kararlı takip ve ısrarla yaşatılabilen düzenler. Onlara sahip çıkmazsanız, sistem diktatörlerin eline geçer. Bizim sivil toplum örgütlerimiz bunu bilmiyorlar mı?
Çete kurmak büyük suç. Ama çetelerin ardı arkası kesilmiyor. Çünkü yargıda büyük sorunlar var. Adalet adamları ya ‘vicdanları ile cüzdanları’ arasına sıkışıp kaldıklarından, ya da yoz düzenin çarkları arasında ezildiklerinden sesleri çıkmıyor.
Yargıtay Başkanı Sami Selçuk, Yargıtay’daki rüşvet iddiaları konusunda da konuşmalıdır. Türkiye tezlerini Yargıtay içinde geliştirmeli ve yaşama geçirmelidir.
DGM’lerden asker kökenli yargı adamlarımız çekildiği için demokratik bir adliye sistemine mi geçmiş olduk? Ya da DGM’lerin varlığı adalet sorunlarının çözümü için bir şey ifade ediyor mu? Mahkeme sistemi yurttaşlarımızın özgürlüklerini, haklarını koruyabiliyor mu? Sorunu asker sivil çekişme mantığından kurtarmamız gerekmiyor mu?
Susurluk tozlanıyor
Hukuk reformu her şeyden önce ele alınmalı, sorunlar cezaevinden mahkeme salonlarına kadar acil olarak çözülmelidir. Adalet sustuğu için toplum karamsar. Savcılarımız ve yargıçlarımız sorunları birleştirmez, analiz yapmaz, suçları ve suçluları ortaya çıkarmazsa bu görev kimindir? Türkiye bugün Susurluk’ta, Nesim Malki cinayetinde bunca bilgi ve belgeye karşın olduğu yerde saymakta ise bunun sorumluları kimdir? Kimi harekete geçirmek gerekiyor? Elbetteki hukuk adamlarımızı. Sistem mafyanın da, çetenin de üstesinden hukuk adamlarının gelmesini istemiş. Ona göre dizayn edilmiş. Ama siz diyorsanız ki “Tuz koktu”, işte sorunun aciliyeti de bu noktada başlıyor. Yargımızı tarafsız, insan haklarına saygılı; herkese, her kuruma karşı toplum çıkarı için aynı mesafede durur hale getirmek gerekiyor.
Ömer Lütfü Topal bir çete kurdu mu, kurmadı mı? TBMM Susurluk Komisyonu’nun saptayabildiği kadarıyla kendisi ve adamları hakkında tam 44 ceza davası açılan, 70 adamı adliyede ceza davasından yargılanan Topal’ın çete olup olmadığı konusunda adaletimiz karar verecek. Ama bir türlü karar veremiyor. Neden? Susurluk davalarının hepsi bu durumda. Neden? Bu davalarla ilgili olarak sivil kuruluşlar neden susuyor? Neden? Bu ülkenin yitirdiklerinin, düzen değişmediği takdirde yitirecekleri yanında bir hiç gibi kalacağını kimse görmüyor mu?
Susurluk’tan beter çetelerin ortaya çıkmak için beklediğini, Malki gibi işadamlarının karapara düzenlerine durmadan yağ sürüldüğünü, yeni haraç cinayetlerinin kapıda durduğunu görmemek, artık saflık değil. Türkiye’nin üzerindeki bu sisi dağıtacak, gerçekleri ortaya çıkartacak olan adalet kurumlarımız. Biz onlara bakıyoruz, onlar bize. Her karar yeni tartışmaları, her duruşma yeni iddiaları gündeme getiriyor. Neden? Soruşturmalar eksik mi? Hukuk adamlarımızı iyi eğitemiyor muyuz? Devletin kendisinden başlayarak, hukuk kurumları dahil, adaleti küçük düşürecek ne varsa yaptığımız için mi? Yüce adalet derken neyi kastediyoruz? Kararın lehimize çıkmasını mı, hukukun gerçekten uygulanmasını mı?
Borsacı Yener Kaya, DYP’den milletvekili adayı olduğu gün, hem de Başbakanlık’tan çıktıktan üç saat sonra yakılarak öldürüldü. Cinayetin arkasında borsadaki karanlık eller mi var, yoksa kızgın bir koca mı? Bana göre hem karanlık, hem de çok profesyonel bir çete var cinayetin ardından. Gerçek nerede? Kızgın koca intikam için Kaya’yı öldürdüyse ve bazı iddialara göre bu polisçe biliniyorsa neden açıklanmıyor? Acaba Yener Kaya dosyasına adam gibi bakıldı mı?
Soruşturma dosyasını okudum. Bana sorarsanız o dosya ile Malki dosyasını birleştirin, pek çok karanlık aydınlanır. İlginçtir, Kaya’nın etrafında bulunanlar ile Malki’nin iş yaptığı insanlar aynı. Ama kimse olaya bu yönden bakmıyor. Malki’den sadece üç gün sonra öldürülen Yener Kaya’nın cinayeti dosyası raflarda tozlanıyor. Çetelerin üç ayağını ortaya çıkartacak üç olay, giderek karanlıklar içinde ilerliyor. Her gün biraz daha karanlığa gömülüyor. Oysa bunlar ne pahasına olursa olsun aydınlatılmalı. Bunları aydınlacak bilgiler ve bulgular dosyalarda mevcut. Savcılar susmamalı. Kendilerini engelleyenleri, zorluk çıkartanları halka şikâyet etmeli.
Türkiye’nin geleceği yargının ellerinde. Ya üzerimizdeki sisi dağıtacaklar, ya da karanlıkta yaşamaya kurbanlar vererek devam edeceğiz. Bundan da karanlıktan güç alanlar, ondan beslenenler yararlanacak, semirecek. Karaparacı bankacılar, çeteci işadamları, şantajcılar, mafyanın payandaları büyüyecek. Ellerindeki karanlık, kirli, kanlı paralarla kendilerini temizlemek için kurumlara saldıracaklar. Herkesi satın almaya çalışacaklar. Paraları ve suçları büyüdükçe daha çok saldıracaklar. Temiz işadamlarını, dürüst gazetecileri ve gazeteleri, kurumları hedef alacaklar. Bataklıklarını büyüttükçe varlıklarını meşru kılacaklar. Peki biz ne yapacağız? Bataklığı bizi yutmadan kurutmayacak mıyız?
Çağlar’ın Malki ile ortaklığı
Cavit Çağlar’ın avukatı İsmail Hakkı Sezgin’den önceki günkü yazımla ilgili çıklama aldım. Aynen yayımlıyorum:
“Söz konusu edilen NERPAŞ 26. 08. 1982 tarihinde tescil edilerek 2 Eylül 1982 tarih ve 580 sayılı Ticaret Sicil Gazetesi’nde ilan edilmiştir. Ana sözleşmede görüldüğü gibi şirket sermayesi 25.000.000 TL. olup bu sermayenin o günkü kur üzerinden karşılığı 150.000 (yüz elli bin) US Doları’dır. Anılan şirketin 14. 02. 1983 tarihinde yapılan Genel Kurul toplantısına ait tutanak ve hazirun cetveli ile kanıtlandığı üzere MALKİ ve ERKOHEN şirketteki hisselerini 14. 02. 1983 tarihinden önce Sayın Cavit Çağlar ve Sayın Şükrü Şenkaya’ya devrederek şirket ortaklığından ve yönetim kurulundan tamamen ayrılmışlardır. Söz konusu haberde 18 yıl önce sadece 5.5 ay süren bu ortaklığın, yanlış ifadelerle bugüne kadar sürmüş gibi gösterilmesi, Sayın Cavit Çağlar hakkında kamuoyunda farklı yorumlara neden olabilecek niteliktedir.”
Cavit Çağlar benimle görüşmesinde 1990’lı yıllarda da iki şirkette Malki ve Erkohen ile hisse ortaklığı olduğunu söyledi. Malki ve Erkohen daha sonra bunlardan da ayrılmışlar. Daha sonra bu konuda başka yazılarım da olacak.