02.12.1999
SPK, Kombassan’ın 96, 97 ve 98’de mark bazında dağıttığı yüzde 18, 20 ve 22.5’lik nemaları elde edebileceği bir üretim yapmadığını saptadı. Saadet zinciri çökünce iş işten geçmiş olacak
Türkiye, sisteminin yozlukları yüzünden kanunsuzluğun meşru; hak aramanın ve ayakta kalmanın, doğru olmanın ise çok zor olduğu bir ekonomik sistemle yönetiliyor. Büyük balıklar küçük balıkların sermaye hareketliliğine izin vermediği gibi, onu derhal yok ediyor. Sistem mafyaya sırtını dayayan zorbalara, bir de kaliteli dolandırıcılara yaşam hakkı tanıyor. “Devlet malı deniz, yemeyen domuz” anlayışı artık kural oldu. Bankalar özelleştirilemiyor. Çünkü siyasi rantiye bankalardan besleniyor. Kamu bankaları arpalık. Eskiden krediler yoluyla banka soyulurdu, şimdi bankalar kapanın elinde kalıyor. Devlet bu bankaları birleştirip, sonra da neden kapatmıyor?
Şimdi ekonomik sistemin başına bir de bela olarak sanal çok ortaklı şirketler çıktı. Bunlar ‘İslami’ (sanki diğer Türk firmaları İslami değilmiş gibi) adı altında, inançlı vatandaşları soyuyorlar. Özellikle yurtdışında bulunan Türk vatandaşlarının canları pahasına biriktirdikleri dolarlar, marklar bunların elinde çarçur olup gidiyor. Asıl kıyamet bunlar yakında batmaya başladıklarında kopacak.
Kara ve yeşil sermaye
Sermaye Piyasası mevzuatına aykırı biçimde, izinsiz ve kayıtsız olarak uygun olmayan makbuzlarla veya makbuzsuz olarak para topladığı kamuoyuna duyurulan ve hakkında suç duyurusunda bulunulan bir saadet zinciri bulunmaktadır. Bunların özellikle makbuzsuz toplandığı iddia edilen paraların küçük tasarruf sahiplerine mi, yoksa adil düzencilere ya da İslami sermaye kaynaklarına mı ait olduğu tartışmaları çok şey değiştirmeyecektir. Bu yolla para toplayan şirketlerin kurucuları ve para yatıranlar birlikte değerlendirildiğinde, ortadaki sermayenin ideolojisi ve rengi bellidir. Kara sermayenin yanında nurtopu gibi bir de yemyeşil sermayemiz olmuştur. Öyle ki, yeşil sermaye, Türk Ticaret Kanunu ve Sermaye Piyasası Kanunu’nun sözde boşluklarında geliştirdiği usul ve esaslar ile off – shore (sanal) ortamda kendi ‘sermaye piyasasını’ kurmak üzeredir. Hem de KPMG ve Arthur Andersen gibi dünyanın en büyük beş firmasının Türkiye’deki temsilcilerine kanunen zorunlu yasal denetim ve tasdik işlemlerini de ‘ücreti mukabilinde’ yaptırmış olarak! Ve yaptıkları işin karşısında olanları vatan hainliği ile Sermaye Piyasası Kurulu’nu da küçük tasarrufların büyük yatırımlara dönüştürülmesini oyalamak ve dolayısıyla da engellemek ile suçlayarak!
Yüksek nema tuzağı
Bunların örnekleri daha önce de görüldü. Önce vatan haini diye suçlar, sonra paraları kaçırdıkları ülkelere kaçar, oraları vatan sayarlar. Çünkü onların karnı nerede doyarsa vatanları ora.
Küçük tasarruf sahiplerinin ellerindeki paraları, özellikle yüksek nemalandırma vaadi ile kendilerine mal etmek isteyen fırsatçılar her zaman için ciddi bir risk oluşturdular. Banker faciaları, batık banka olayları, Cin Atilla’nın maceraları, içi boşaltılan bankalar gibi deneyimleri yaşayan küçük tasarruf sahipleri, kafalarını gözlerini yara yara bu tür uygulamalara karşı tasarruflarını para ve döviz piyasalarında değerlendirmeyi büyük ölçüde öğrendiler. Ama şimdi karşılarındaki yeni tuzak onları gafil avlıyor. Çünkü inançlarına da saldırıyor.
Dünyanın her yerinde, sermaye piyasaları ve borsalar küçük tasarrufların; sahibine ortaklık veya alacak hakkı veren ve gelir getiren menkul kıymetlere (hisse senedi, tahvil, kâr/zarar ortaklığı belgesi gibi) yatırılarak ekonomik gelişme için ihtiyaç duyulan sermaye birikimini sağlamak amacı taşır. Bu amaca ulaşmak için; sermaye piyasalarının güven, şeffaflık ve kârlılık içinde çalışması kadar tasarruf sahiplerinin hem haklarının, hem de menfaatlerinin korumasının güvence, denetim, gözetim altına alınması hayati önem taşır. 28.07.1981 tarih ve 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nun konu ve amacı da budur.
40’tan fazla holding
Türkiye’de son üç yıldır yaşanan yeni bir sermaye furyasının ünlüleri Kombasan, Jet-Pa, Yimpaş, Sayha, Tuğra, Kübra, Anser, Servet gibi kısa sürede sayıları 40’ı geçen holding şirketler. Bunların ortak söylemi; “Halkla bütünleşerek, ortak projeler yaparak, küçük birikimleri büyük yatırımlara dönüştürmek ve Türkiye’yi dünyaya taşımaktır.” İlk bakışta güzel ve cazip bir söylem. Ancak; gerisinde ne var? Uygulamaları nedir? Nasıldır? Meşru mudur? Geçerli bir iktisadi temeli var mıdır? Sorularına cevaplar vermek gerekiyor. Bu ve benzeri şirketler fiili durum yaratmak suretiyle çok yüksek gelirler vaat ederek, ortaklık vaadiyle makbuz, iştirak taahhüdü vb. isimler altında çeşitli belgelerle veya belgesiz olarak halktan para topluyorlar. Mevzuata göre her ne ad ile olursa olsun halktan para toplamak kanunlarla düzenlenmiştir. Hiçbir şirket halka arz ve ihraç işlemlerini kendisi yapamaz, yetkili aracı kurumlara yaptırmak zorundadır. Kısacası; sermaye piyasası mevzuatımıza göre; usulsüz, hukuksuz, keyfi olarak ve kafasına göre takılarak kimse halktan para toplayamaz.
İşlemler meşru değil
Yapılan işlemlerin meşru olmadığı Sermaye Piyasası Kurulu’nun çeşitli açıklamalarında, bültenlerinde ve gazete ilanlarında halka açıkça duyuruluyor. Söz konusu duyurulara ve sermaye piyasası mevzuatımıza göre; para yatıranların ortaklık hakkı mevcut değil. Dolayısıyla para yatıranların genel kurula katılma hakları ve kârdan pay alma hakları da yok. Örneğin; yatırılan paralar ve nakden çekilemeyen geçmiş yıl kâr payları holdinglerin yasal defter kayıtlarında yer almayabilmektedir. Makbuzsuz para ödeyenlerin hiçbir hakları yoktur. Kısacası; meşruiyet, güven ve şeffaflık içinde çalışmayan, tasarruf sahiplerinin haklarını ve menfaatlerini korumayan kanuna aykırı, istismara açık olan bir mekanizma ve saadet zinciri mevcuttur.
Peki böyle bir saadet zinciri ve mekanizma nasıl oluyor da işleyebiliyor? Bunun için aklın, mantığın ve sağduyunun körelmiş olması veya geri planda kalması gerekiyor.
Rakamlar, kanunlar…
Bu tür organizasyonların ideolojisi bu beceriyi kolayca gösteriyor. Küçük tasarruf sahiplerinin yeterli eğitim ve bilgiye sahip olmaması ve işlemlerin hukuki ve iktisadi boyutlarını görememesi onların işine yarıyor. Bu tür holding şirketlere ülkemizde hatalı biçimde büyük, güçlü şirket imajı veriliyor. Bir holding unvanı işi hallediyor. Oysa Türk Ticaret Kanuna göre; birkaç milyar TL nakit veya borç ile bir holding şirket kurmak mümkün. Çok yüksek nema (Faiz, kâr payı, kâr/zarar ortaklığı vb) vaat ederek borçlanma veya hisse satışı yapılıyor. İdeolojik yoğunluğa göre, her bir hisse 300-1.000 mark arasında satılıyor. Vaat edilen kâr payı ise döviz bazında yüzde 15 ile 40 arasında değişiyor. Yüksek ve cazip kâr vaadi; balığı oltaya getiren yem gibi işlem görüyor. Böyle olunca dolandırıcılar kolay kazanılan para ve kolay yapılan tasarrufları kolayca riske edebiliyorlar. Borç alınmakta, alınan borçlarla futbolcu alımı, konut ve benzeri göz boyayan işler yapılmakta, iddialı hedef ve reklam kampanyaları ile de daha geniş kitlelere ulaşılabilmektedir. Örneğin; Jet-Pa, bir otomobil fabrikası dahi kurmadan, Türk Malı olan ilk Türk otomobili üretiyor! Hem de 2.7 milyar dolar gibi makul olmayan bir yatırım bedeliyle dünya markası yaratılarak ve off-shore şirket denilen hiçbir ciddi mevzuata tabi olmayan, sadece kâğıt üzerinde ismi olan cismi olmayan şekli şirketler kurulup bunlara para toplanarak.
Borcu borçla ödemek
Bu tür şirketler borcun borçla ödendiği bir sistem kurularak işletiliyor. Küçük tasarrufçu bir kez daha kazıklanıyor. Holding yapısı, holding bünyesindeki çeşitli şirketlerin arasında para aktarmalarını kolaylaştırıyor. Bir şirket için toplanan paralar bir başka şirket için toplanmış olan paraların nemalarının ödenmesinde kullanılıyor. Toplanan paraların nemalarını ödeyebilecek bir üretim organizasyonu mevcut olmadığı gibi böylesi kârlı bir üretimi gerçekleştirmek de mümkün değil. Nitekim; Sermaye Piyasası Kurulu Kombassan Holding’in 1996, 1997 ve 1998 yıllarında dağıttığı mark bazında yüzde 18, yüzde 20 ve yüzde 22.5’lik nemaları elde edebileceği bir üretim yapmadığını ve kâr elde etmediğini, yaptığı denetim sonuçlarına göre kamuoyuna duyurdu.
Saadet zincirinin işleyişi
Saadet zinciri sistemi ve miktarlar o kadar büyük ki; adı geçen holding Amerika’da 165 milyon dolar tutarında mağaza zinciri dahi satın alabilmiştir. Amerika’da elde edilecek kâr marjının ve karşı karşıya kalınacak rekabet şartlarının taahhüt edilen yüksek nemaları ödemeye yetmeyeceği, taşıma su ile değirmenin dönmeyeceği aşikârdır. Borcun borç ile karşılandığı veya başkalarına ödenecek paraların, başkalarından toplanan paralarla ödendiği bir ekonomik sistem; her geçen gün daha fazla para toplanmasına ve toplam olarak daha
fazla nema ödenmesine ihtiyaç duyuyor. Bu nedenle belli bir süre sonra; ödeme güçlüğü içine düşülmesi ve satılmış
olan hisselerin kâğıda dönüşmesi yani felaket kaçınılmaz.
Her gün daha büyük ve hayali hedefler açıklanması, hayal satılması ise, artarak ihtiyaç duyulan paraları toplamak ve kaçınılmaz sonu geciktirmek için şart. Geri ödemelerde veya nema ödemelerinde sıkışıklık arttıkça, açıklanan yatırım hedeflerinin inanılmazlığı da artacaktır. Daha çok karapara işlemi, daha çok yurtdışı şirket kaçağı gerçekleştirilecektir. Sonuç olarak; saadet zinciri bir gün kopacak ve bu sisteme el emeği-göz nurlarını yatıran tasarruf sahipleri hüsrana uğrayacaklar. Kazanan ise, istismarcı, azınlık çıkar grupları olacak. Paranın dininin de imanının da olmadığı bir kez daha görülecek. Ama ne yazık ki iş işten gene geçmiş olacak.