01.06.2000
Tamamiyle Türk güvenlik görevlilerinin başarısı olan Umut Operasyonu’ndan sonra, Altınbaş Holding’in trilyonlarca liralık hayali ihracat dosyası savcılıkta. Demek ki isteyince oluyormuş
Tuncay ÖZKAN
Türkiye’de değişimin gürültüsünü duyuyor musunuz? İşkence gündemde, yolsuzluk gündemde, faili meçhul cinayetler gündemde. Bunlar hep olageldiği gibi midemizi bulandıran görüntüsüyle değil de, bunlara karşı verilen mücadele tarafıyla gündemde. Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağının işaretleri bunlar. Neden mi? Çünkü Türkiye’de hukuk tartışılıyor. İçişleri Bakanı adalet mekanizmasından, Adalet Bakanı polisin tutumundan, cumhurbaşkanı polis devleti kavramından ve hukukun üstünlüğünden, Meclis Komisyonu işkencenin belgelerinden yola çıkarak temizlik harekâtına katılıyor. Trilyonlarca liralık vurguncuların uzunca bir zamandan bu yana yürüttükleri ve bilinen olaylarına; Türkiye’nin kanayan yarasına, gümrük yolsuzluğuna ağır bir darbe indiriliyor. Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı hayali ihracat için sistem sorunu diyor. Sistemle ilgili itirafta bulunuyor. İyimser olmanın ve olayların üstüne gidenlerin yüreklendirilmesinin zamanı şimdi.
Türkiye’de ‘Umut Operasyonu’ ile başlayan süreçte gelinen bu nokta aslında uzunca bir zamandır verilen kavganın sonucudur. Umut Operasyonu ile ilgili olarak çoğu yerde tartışılan ve benim de kafama takılan soruları uzmanlara sorma fırsatı buldum.
İlki operasyonun bilgilerinin Türkiye’ye sığınan bir İran ajanından gelip gelmediği idi. İkincisi İran’ın yeni yönetiminin radikaller ile girdiği ılımlı yolda Türkiye’ye bazı gizli operasyonların sırlarını aktarıp aktarmadığı idi. Üçüncüsü ise bu operasyona İsrail gizli servisi Mossad veya Amerikan gizli servisi CIA’nın karışıp karışmadığı yönündeydi. Sorularımı sordum, yanıtlar çok ilginçti.
Öncelikle İran gizli servisinden Türkiye’ye böyle bir sığınma olmamıştı. Bu konuda ele geçen bir bilgi de yoktu. Ama Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu’nun öldürülmesiyle sonuçlanan çatışmada elde edilen iki bilgisayar hard diski bu operasyonun başlangıcını oluşturuyordu.
Bu noktada Ankara’da Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı bünyesinde görevli iki uzmanın kurşunlanarak çalışamaz hale getirilmek istenen diskleri nasıl çözdüklerinin öyküsü ilginç. Bu iki uzman diski önce açığa çıkarıyor, sonra günler süren bir çabayla ters okutmayı başararak bilgileri çözüyorlar. Orada ‘Umut’ adı verilen ve Uğur Mumcu’nun katil zanlılarının yakalanması operasyonuna başlangıç olan Yusuf Karakuş’un itiraf mektubuna ulaşılıyor. Şimdi uzmanların doğrulamadığı ama benim güvenilir kaynaklardan edindiğim bir iddiayı da buraya koymak istiyorum. Bu operasyonda polisin bu denli kendinden emin olmasının bir nedeninin sorgu biçimi olduğu kaydediliyor. Elde edilen sanıklar önce sanki Hizbullah tarafından sorgulanıyormuşcasına bir ortam yaratılıyor. Polisler kimliklerini açıklamadan “Seyda (Hizbullah yöneticisi) sana soruyor yanıt ver bakalım Uğur Mumcu olayı nasıl oldu” diyorlar. Eldeki sanıklar da sanki Hizbullah’a konuşuyormuşcasına bütün olayları içtenlikle bülbül gibi anlatıyorlar.
Nefes kesen operasyonlar
Dediğim gibi bunu yetkililer doğrulamıyor ama kaynaklarım bana anlattılar. Ayrıca uzmanlar İran’dan Türkiye’ye bu konuda ne 17 Şubat’taki Hizbullah operasyonu, ne de sonrasındaki ‘Umut Operasyonu’nda İran’dan, Mossad’dan veya CIA’dan herhangi bir bilginin kendilerine aktarılmadığını özellikle ve ısrarla kaydediyorlar. Bütün bu operasyonlar Türk polisinin çalışması sonucunda ortaya çıkmış.
Umut Operasyonu sırasında Ankara’da bulunan bombalar ve ortaya çıkartılan cinayet şebekeleri konusunda da uzmanlarla görüştüm. İstanbul’da yakalanan kişiler ve anlattıkları ile Ankara’da yakalanan kişiler ve anlattıkları arasında bir çelişki yok muydu?
Ankaralı ve İstanbullu polislere göre hiçbir çelişki bulunmuyor. Olaylar birbirini örtüyor. Bunun en somut delilini de savcıların iddianameleri açıklandığında görmek mümkün olacakmış. Olayla ilgili olarak aranmakta olan firari sanık ‘Oğuz’ ise bütün aramalara rağmen bulunamamış. Bu kişi bir takip sırasında polis memurlarından birini arabasıyla yaralayıp kaçıyor. Aranması sürüyor.
Ankara’da ele geçen Ferhan Özmen adlı bombacı ise Ankara’dan İstanbul’a geldikten sonra nefes kesen bir izleme ve operasyonla yakalanmış. Bu kişi sıradan bir taksi şoförü gibi gözüküyor.
Bir de uzmanların dile getirdiği bir başka gerçek var. O da İran kaynaklı terör hareketlerinin Türkiye’de destekçisi ve uygulayıcısı konumunda olan daha onlarca grup var. Bunlar şu anda uyur durumda. Ama fırsat bulur bulmaz harekete geçebilirler. Şimdi bunlara karşı tedbirlerin alınması gerekiyor. Uzmanlarla konuşmam bu kadar. Yargı aşamasında bunların hepsini göreceğiz nasıl olsa.
Şimdi bir de yeni ortaya çıkan ve mali büyüklüğünün yanı sıra Türkiye’de hayali ihracat ve motorin vurgununu gözler önüne sermesi açısından ilginç olan Altınbaş Holdingle ilgili gelişmeler var. Altınbaş Holding Gaziantep, Ankara ve İstanbul merkezli olarak sıkı araştırılması gereken bir ogranizasyonun ürünü. Bu holdingle ilgili olarak Karkamış Gümrük Kapısı’nda 3 yıl önce yaşanan bir soruşturmayı anımsattı bir arkadaşım. Bu soruşturma kapsamında Karkamış Kaymakamı Mahmut Halal’ın şoförü Mahli Yılmaz itiraflarda bulunmuştu. Şoför itiraflarında Altınbaş şirketlerinin TIR ve tankerlerinin gümrük kapısında para karşılığı geçirildiğini itiraf etmişti.
Bilinen olayların üstü o zaman kapanmış, şimdi açılıyor. Ne mutluluk. Kaçakçılık ve Organize Suçlar Dairesi olaya eğilmese öyle kapalı kalacak. Gümrüklerde neler oluyor? Her şey oluyor. Neden? Çünkü siyaset, bataklığı besliyor. Hamaset işin yerini alıyor.
Uyanıklar rüşvetle her işin altından kalkıyor.
Şu Gaziantep ve Bursa illeriyle ilgili olarak öteden beri hep merak ettiğim şeyler vardır zaten. Bu iki il nasıl yönetilir? Kimler etkindir? Buralardan gelen pis kokular nasıl temizlenir? Bu iki yerdeki pisliklere bulaşan teflon kaplı yöneticiler nasıl olur da hâlâ yerlerinde otururlar, şaşırmaktan kendimi alamıyorum.
Demirel’den hayaliciye destek
Altınbaşlar Gaziantep’te lüks bir otel yeri için kimlerle nasıl pazarlık yapmışlar? Yeri nasıl almışlar? Sonra Asım Almuz’un ofisinde Gaziantep’in hangi sorunlarını konuşmak için yetkililer bir araya gelirlermiş? Bu sorunların yanıtlarının bu olayla ilgisinin bulunulduğunu iddia edenler var. Ben yanıtları görmeden bir şey demeyeceğim. Ama sözüm devlete, 1983 ile 1990 yılları arasında trilyonlarca liralık hayali ihracat davalarının sonuçları ne oldu? O zaman bunlara göz yumulmasaydı, o zaman bu işleri yapanlardan hesap sorulsaydı, o zaman Meclis’te oluşturulan komisyonun sonuçlarına itibar edilseydi, bugünkü pisliği yaratan sistem ortadan kalkar giderdi.
O zamanlar Meclis Hayali İhracatı Soruşturma Komisyonu Başkanı olan Mahmut Öztürk bana bir anısını anlatmıştı. Öztürk sonra milletvekili seçtirilmedi. Komisyona bir belge geliyor ve dönemin DYP’li bakanlarından birinin (Antep kökenli) Mersin serbest bölgesinde yaş sebze ve meyve ihracatı yapıyorum diye uyuşturucu ticaretine bulaştığı savlanıyor. İddialar polis kaynaklı raporda yer alıyor. Öztürk bu raporu alıp doğruca Süleyman Demirel’e çıkıyor. Demirel’e durumu anlatıyor. Demirel “Bu raporlardan onlarca yazıyorlar. Olmaz böyle şey. O partimizin önemli bir yardım edeni ve ileri geleni” deyip raporu elinin tersiyle itmiş. Şimdi gelin de bu işler neden çözülemiyor diye sorun. Uğur Mumcu soruşturmasında savcı ne diyordu: “Devlet isterse çözer.” Devletim istiyor ve olaylar çözülüyor. Savcılarımız ile yargıçlarımızın dikkatine sunuluyor.