08.06.1999
Kocakulak skandalı Ankara Emniyeti’ndeki ‘tezgâhın’ sadece bir yüzü. Savcılığa hiç yansıtılmayan bir operasyonla şubeye getirilen tefecilerin ve onlara ait alacak defterlerinin akıbeti de araştırılmalı
Kocakulak skandalında Ankara Emniyeti ile ilgili olarak DGM’nin açtığı soruşturma Türkiye’de bir ilke imza atıyor. Emniyet içinde bir dinleme ve izleme ‘teşekkülü’ oluşturulmasından bahsediliyor. Bu emniyet tarihinde ilk kez karşılaşılan bir soruşturma. Bu tür olayların yaşanmasının nedeni zamanında bu soruşturmaların açılmaması ve cezaların verilmemesi. Son dinleme olaylarıyla hiç ilgisi yok ama sormak gerekiyor: Susurluk raporunda Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın Cumhurbaşkanlığı’nda ‘Hayrettin Baba’ kod adlı kişi ile yaptığı görüşmeler saptandı. Hayrettin Baba’nın kim olduğu saptandı mı? Soruşturuldu mu? Hayır. Bu ‘Hayrettin Baba’ Cumhurbaşkanı Demirel’in emektar yardımcılarından ve şimdiki danışmanı Hayrettin Gökdemir olmasın sakın!.. Ayrıca Köşk ile telefon irtibatları saptanan Kürşat Yılmaz yine Hayrettin Gökdemir’i arıyor olmasın?
Özal Baysal saklanırken Köşk’le neden temas kurmuş olsun? Bunları açığa çıkartmazsanız, bugünkü skandal da, bundan sonrakiler de elbette yaşanır. Yaşanmasını engelleyecek şey, öncekilerin üzerine gidilmiş olması değil midir? Hesaplaşılmayan davalar birikip hukuksuzluk olarak geri geliyor. Yasalar karşısında dokunulamazlar var, onlar hep korunuyor… Çetelerin, tetikçileri yakalanıyor ama onların siyasi, bürokrat ve devlet adamı kisvesi altında dolaşan ağababalarına hiçbir şey yapılmıyor. Onlar da dokunulmazlıkları sayesinde pis çarkın devamlılığını sağlıyorlar. Nasıl mı?

Komiserler sürüldü
Özal Baysal’ın kaçak olduğu günler Ankara Emniyeti’ne bir ihbar geliyor. Baysal’ın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in kayınbiraderi Ali Şener’in ofisinde olduğu bildiriliyor. Bunun üzerine iki komiser, ekiplerini alıp olay yerine gidiyor. Savcılıktan arama kâğıdı da var ellerinde. Ancak içeri girdiklerinde karşılarına Cumhurbaşkanlığı korumada görevli polis memurları çıkıyor. Ofisin aranamayacağını söylüyorlar. Alper Özdemir ile Muzaffer Sedat Enis adlı iki komiser direniyor. Ama nafile. Olay yerinde yumruklaşmalar yaşanıyor. Daha sonra Cumhurbaşkanlığını Koruma Müdürleri de olay yerine gelip müdahil olunca, içerde yemekte olduğu iddia edilen Özal Baysal, Ali Şener’in ofisinden alınmadan olay yeri terk ediliyor. Daha sonra da bu iki polis Ankara Emniyeti tarafından cezalandırılıyor. 2 Nisan 1998’de Alper Özdemir Demirlibahçe Karakolu’na, Muzaffer Sedat Enis ise Keçiören Karakolu’na sürülüyor. Sonra Muzaffer Sedat Enis meslekten istifa ederek ayrılıyor. İstifasına neden olan, Şener’in ofisinde yaşadıkları.
Özal Baysal ise olay yerinde elini kolunu sallayarak çıkıp gitmiş. Baysal’ı İstanbul polisi yakaladı. Ama ne İstanbul ne de Ankara’daki sorgularda bu olay gündeme geldi. Ömer Lütfü Topal ile ilgili araştırmayı İstanbul polisi yaptı, Kürşat Yılmaz’ı Bulgarlar ve Emniyet Genel Müdürlüğü Organize Suçlar Daire Başkanlığı ekipleri yakaladı. Ankara Emniyeti yetkilileri son dinleme olaylarıyla bu olaylar arasında bir irtibat kurmaya çalışıyorlar. Ne alakası var, anlaşılır gibi değil.
Geçmiş olaylarla, bugünkü dinleme skandalını birbirine karıştırmamak lazım. Bunlar ile bugün yaşanan skandal tamamen farklı. Yukarıda saydıklarımız Susurluk sürecinin belli başlı noktaları. Bu telefon kayıtları hem Kutlu Aktaş’ın hazırladığı Susurluk raporunda, hem de TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu raporunda ayrıntılarıyla var. Bunlarla son yaşanan ve ‘Fethullahçı polislerin listesini hazırlıyorduk’ denilen dinleme ve izlemelerin ne ilgisi var? Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı Ak’ın kefili olan üst düzey yöneticiler geçmişe dönük soruşturma yapmalı. Çünkü olaylar sadece dinleme veya izleme işlemiyle sınırlı kalmıyor. İşte birkaç örnek:
Ankara Emniyeti, Osman Ak başkanlığında bir operasyon başlatıyor, tüm tefeciler ile tefecilerin alacak defterleri toplanıp getiriliyor. Olayın arkasında Kasım Gençyılmaz adlı Ankaralı mafya babasına kadar uzanan bir süreç var. Polis karapara olayı diye tefecileri şubeye toplarken, bunlarla sorguyu veya daha doğrusu görüşmeleri Ak tek başına yapıyor. Sabaha dek süren sorguların ardından, bu büyük operasyon savcılığa yansıtılmadan bitiriliyor. Bu duruma isyan eden 50 kişi başka görevlere kaydırılıyor.
Tefecilerin en önemlilerinden biri Ankara’nın meşhur Evşen Galeri’sinin de sahipleri. Antalya’dan alınan alacak defterleri Ankara Emniyeti’ne geldiği gibi gidiyor. Defterde pek çok polis müdürünün, adalet adamının ve tanınmış kişinin adı vardı. Ancak sabahlara dek süren sorguların sonunda bu tefecilik sanıkları haklarında hiçbir işlem yapılmıyor. Hepsi bırakılıyor. Savcılıklara hiçbir haber verilmiyor. Defter kayıtları tutulmuyor. Peki ama neden? Bu da en az kocakulak skandalı kadar önemli bir konu. Bu defterlerin bazı sayfalarını ben ele geçirdim. Bu defterlerin akıbetleri ve tefecilerin neden gözaltına alınıp, sonra da bırkakıldıkları mutlaka açığa çıkartılmalı.
Yoksa şaibe büyür gider. İşte dikkat çekici birkaç olay daha: Cengiz Ersever, Akın Birdal’a suikast olayının ardından yakalanıyor. Ersever’in sorgusunu, Osman Ak ve yakın iki adamı yapıyor. İfadeler kasetlere alınıyor, ama kasetler ve ifadeler, kimselere gösterilmiyor. İddiaya göre bu ifadelerin yer aldığı kasetler sonra montajlanıp DGM’ye gönderiliyor. Neden? Herhalde DGM’deki kasetler incelendiğinde montaj olup olmadığı ortaya çıkacaktır. Cengiz Ersever’e ne soruldu ve o ne söyledi ki bu kadar saklanıyor? Ankara Emniyeti’nde olup bitenler iyi araştırılmalı. Polis yıpratılmadan olaylar sonuçlandırılmalı.