03.07.1999
Köktendincilik, yalnız ve parasız kalanlarda ortaya çıkan en büyük hastalıktır. İnsanlar yaşadıkları dünyanın belirsizlikleri büyüdüğü zaman dine sığınır ve ruhani dünyanın mutluluk vaatlerine döner. Tehlike giderek büyüyor
Tuncay ÖZKAN
Güçlü olan sağ kalsın! Bu slogan, dünyanın sosyo-ekonomik sistemi yeniden belirlenirken, kaybeden ülkeler için büyük ve
uzunca bir zamandır pusuda bekleyen tehlikenin sinyallerini de verdi. Ama bundan da önemlisi; yalnız ve parasız kalanlarda ortaya çıkan en büyük hastalıktır: Köktendincilik.
Bu konuda Amerikalı ünlü iktisatçı Lester C. Thurow’un ekonomik tahlili çok önemli ipuçları vermektedir:
“Kaybedenler, dışarıda bırakılanlar ve sisteme ayak uyduramayanlar, belirli bir dünyadan belirsiz bir dünyaya çekildiler. Ekonomik olarak kaybedenler, ‘köktendincilik’ denilen sosyal volkanın içine kusuluyor. Köktendinciliğin yükselişi aslında patlamakta olan bir sosyal volkandır. Ekonomiyle arasında basit bir bağlantı vardır. Ekonomik olarak kaybedenler veya ileriki devirde başarılı olmak için neyin gerektiğini bilmemenin ekonomik belirsizliğini kaldıramayanlar, köktendinciliğe döner. Başarının yeni tanımı yapılamazken, neyin ahlaklı veya neyin ahlak dışı olduğu belli değildir.”
Sosyal diktatörler
Tarihsel olarak ekonomik ve siyasal belirsizlik dönemlerinde her zaman köktendincilikte yükseliş görülmüştür. İnsanlar yaşadıkları dünyanın belirsizlikleri çok büyüdüğü zaman dine sığınır ve ruhani dünyanın mutluluk vaatlerine döner. Çünkü ruhani dünyanın vaatleri bellidir. Cennetin anahtarlarını vaat eden köktendinciler birer ‘sosyal diktatördür’.
Cennete giden doğru yolu bildikleri ve öbür dünya kavramıyla ilgili ‘somut’ vaatler ile yaptırımları belirledikleri için doğru olan onlardır; onların buyurduklarıdır. Yapmaları gereken, başkalarına bu doğruları tebliğ etmek ve doğru yolu bulmaları için onları zorlamaktır. ‘Onların doğru yolu izlenmelidir: Doğru olan kötü değildir.’ Bu nedenle de yaptıkları zorlama, onlara göre ‘diktatörce’ değildir.
Türkiye bunun en somut örneğini Mersin’de Konca Kuriş adlı ‘İslamcı Feminist’ kadının Hizbullah tarafından kaçırılması olayıyla yaşadı. Kendilerinden olan Kuriş’in zaman içinde kendileri gibi düşünmediğini gören ve ‘susturulması’ gerektiğine inanan anlayış,
onun kendi içinden çıkmış olmasına dahi bakmaksızın, sosyal diktasını terörle dışa vurmuştur. Kuriş örneği aslında Türkiye’de bazı şeylerin tahlilinde ne kadar zaman kaybedildiğinin de bir başka göstergesidir. Köktendinci anlayışla mücadelenin sadece polisiye tedbirlerle yapılabilirliği inancı veya politikası iflas etmeye mahkûmdur. Sorunun çözümü ekonomik ve hukuksal reformlardan, bu alanlarda demokratikleşmekten geçmektedir.
Sorun ekonomide
Bugünkü sorun, halkla kucaklaşmamak ve onun ekonomik beklentilerine yanıt verememekten kaynaklanmaktadır. İşte bu yüzden devletin soyulmaması çok önemlidir, özelleştirme ihaleleri çok önemlidir. Bu ihalelerde yapılan yanlışlar Türkiye’nin geleceğine bırakılan saatli bombalar gibidir. Türkiye’de hükümet edenlerin anlaması gereken en önemli şey, Hazine’nin soyulmasına göz yumdukça, ayaklarının altındaki toprağın kayıp gideceği gerçeğidir.
Uyuşturucu ve diğer kara para zenginleriyle adaletli bir ekonomik sistem yaratılması mümkün değildir. Köktendinci anlayışların bundan elde edecekleri çıkar, bazılarının sandığından daha da büyüktür.
Ekonomik koşulların oluşturduğu köktendinci sosyal volkan henüz patlamamıştır. Yani yaşanan köktendinci tavır arkada kalan değil, önümüzde olan boyutuyla gelecek yıllarda, 2000’de daha çok konuşulacaktır.
Yeni bir siyasal yapılanma mı, yoksa kanlı bir dönüşüm mü? Türkiye’nin önünde duran tarihi soru budur. Yani Necmettin Erbakan’ın dile getirdiği büyük yol ayrımında ne yaşanacaktır? Bu yol ayrımına gelinmiş midir? Köktendincilerin tutumu nasıl şekillenecektir?
‘Kanlı mı, kansız mı? Tatlı mı, acı mı?’ Türkiye bu soruların yanıtını aramaktadır. Bu çalışmada köktendinci İslam’ın çözüm olarak dayattığı silahlı yüzünün temellerine ineceğiz. 2000’in Türkiyesi’ni bekleyen tehlikelerden biri olan radikal İslam anlayışının birikimini tahlil etmeye çalışacağız. Düşünülen değişimin kanla olmasını isteyenlerin Türkiye içindeki kaynaklarına ve dışarıdaki bağlantılarına bakacağız. Kısacası kanla beslenen bir değişimin temsilcilerinin, köktendinci terörün beslendiği noktaları, çok bilinmeyen silahlı yüzünü size tanıtmaya çalışacağız.
Öncelikle Türkiye’de faaliyet gösteren silahlı köktendinci unsurların yapılarını ve örgütsel özelliklerini incelemekte fayda bulunmaktadır. Ellerindeki silah ne kadardır? İstedikleri anda hangi silahlara ulaşıyorlar ve bunlarla neler yapıyorlar?
Fundamentalist İslamcılar daha ılımlı
İslam anlayışının bugün içinde bulunduğu kavram çeşitliliğini iki büyük ayrım noktasında sadeleştirmek mümkün görülmektedir. Bunlar ‘fundamentalist’ anlayış ile ‘radikal’ anlayışlar olarak tanımlanabilir.
1979 İran devrimiyle birlikte karşımıza çıkan radikal yeni anlayış; Bosna, Kafkaslar, Filistin, Afrika, Orta Asya, Arap Yarımadası ve Türkiye ölçeğinde bu iki ayrım arasındaki farklılaşmayı iyice belirginleştirmektedir. İran devrimi Batı’ya karşı radikal İslam anlayışını ve devrim ihracı kavramını bir yöntem olarak benimsetmiştir. Düzen değiştirme yolu olarak meşrulaştırılan silahlı şiddete dayalı radikal İslam, İslam dünyasını ve insanlarını terörizm ve anarşizm ile karşı karşıya getirmiştir. İslam’ın evrensel boyutları ve öğretileriyle çelişen bu yeni anlayış ne yazık ki yoksulluk ve geri kalmışlık arttıkça büyümekte ve güçlenmektedir.
Fundamentalist (tutucu) İslam anlayışı ‘günümüz dünyasındaki modern problemler karşısında çözüm yolları aramak ve bulmak, bugünün dünyasında İslam’a sağlam bir yer bulabilmek için İslam’ın temellerine, köklerine, kaynaklarına yeniden eğilmeyi hedefleyen, bilimsel ve fikri akımları, hareketleri’ anlatmaktadır.
Radikal İslam anlayışı ise ‘Fundamentalist anlayışı da karşısına alarak İslam’ı siyasal ideoloji olarak kullanmak suretiyle ‘İslam devleti’ kurmayı hedefleyen siyasal hareket’ olarak tanımlanmaktadır.
İki kavram arasındaki fark çok açıktır. Fundamentalist İslam anlayışı, “Batılaşmacı değil ama modernleşmecidir. Demokrasiye açıktır, onu reddetmez. Radikal İslam ise son derece katı bir muhafazakârlığın ötesine geçmeyi reddeder. Radikal İslam demokrasiyi Batı’nın ürünü olduğu için ‘tağuti rejim’ damgasıyla reddedip, henüz ikna edici bir programını ortaya koyamadığı, portresini çizemediği-ve hiçbir zaman çizemeyeceği-ama kendine kurtuluş yolunu açacağına inandığı ütopik bir ‘İslam devleti’ peşinde koşmaktadır. Çünkü İslam dünyasının geri kalmışlığının suçunu-asıl suçlunun, kendini skolastizmin duvarlarına kendi eliyle hapseden İslam dünyasının bizzat kendisi olduğunu
unutarak, Batı emperyalizminden çektiği acıları tutamak yapmak suretiyle-Batı’ya yüklemeye çalışmakta, güçlü bir ‘İslam devleti’ sayesinde eski gücüne kavuşacağını varsaymaktadır.”
Ancak radikal İslam’ın tavrı, İran devriminin içine girdiği kanlı, kaotik ortam ve yarattığı olumsuz etkiler göz önüne alındığında İslam düşüncesine ve yaşam tarzlarına zarar vermiştir. Bilimsellik kaybolmuş, despotizm ve sosyal diktatörlük yaşamın belirleyenleri haline gelmiştir.
Devrimin üzerinden 20 yıl geçtikten sonra İran gizli servisi, bilimsel reform isteyen Tahran Üniversitesi’nden dört bilim adamını öldürmüştür.
Üniversiteler bilimin ışığını yitirmiştir. Radikal İslam’ın girdabı; besleyeni olan ekonomik, dış politik ve uygarlık dışı feodal iç düzenler yüzünden içine çektiğini tüketen bir kara delik olmuştur. Silah ve baskı, radikal İslam anlayışının sembolleri olmuştur. Afganistan’da Taliban hareketi buna en iyi bir başka örneği oluşturmaktadır.
* Kaynakça: Türkiye Günlüğü Dergisi, sayı 51.
Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak’ın makalesi: “Küreselleşme Karşısında İslam Yahut İslam’ı Bugüne ve Geleceğe Taşımak.”
Aşırıların kaynağı tarikatlar
Türkiye’de radikal İslam’ı benimseyen örgütlerin ana kaynağı, kendi tutum ve davranışlarını nasıl ifade ederlerse etsinler, birinci derecede tarikatlar olmaktadır.
Tarikat öğretisi içinde yetişen ve ‘şeriat’ kurallarına uyumla eğitilen her yaştan binlerce kişi, doğal olarak radikal İslam’a sempati duymaktadır. Türkiye’de siyasal ya da radikal İslam anlamında gelişen hareketlere kaynaklık oluşturan etkili tarikatlar şunlardır:
Nakşibendi Tarikatı
Kökleri çok eskilere uzanan, dünyadaki en etkili tarikatlardan biridir. Şeyh Sait isyanı, Menemen olayları gibi kalkışmalarda tarikatın cumhuriyet devrimlerine karşı gösterdiği tepkiler etkili oldu. Daha sonra ortaya çıkan siyasal İslam arayışlarında yine Nakşilik rol oynadı. Bugün en etkin kanadı olan İskenderpaşa Cemaati’ni Şeyh Mehmet Zahit Kotku kurmuştur. Kotku’nun siyasal arayışları önce Milli Nizam Partisi, daha sonra ‘Milli Görüş’ olarak adlandırılacak olan siyasi tavrı şekillendirdi.
Nakşibendi şeyhlerinden Seyid Ahmet Arvasi de bugünkü radikal İslami örgütlerin en önemlilerinden olan İBDA-C’nin fikir babası Necip Fazıl Kısakürek’i etkilemiştir. Kısakürek, Arvasi’nin müridlerindendir. Kısakürek de İBDA hareketini oluşturan Salih Mirzabeyoğlu ve arkadaşlarını etkilemiştir. Mehmet Zahit Kotku’nun ölümü üzerine, damadı Hak-Yol Vakfı Başkanı Esat Coşan liderliğe geçti. Coşan’ın liderliği üzerine çıkan tartışmada tarikatın önde gelenlerinden olan Necmettin Erbakan, Kotku’dan aldığı icazet ile siyasi tavrını devam ettirdi. Tarikatın diğer önde gelen adları:
MUSA TOPBAŞ: Erenköy cemaatı olarak da tanınıyorlar. Muradiye Vakıfları ile eğitim alanında etkinler.
MAHMUT USTAOSMANAĞAOĞLU: İsmail Ağa cemaati olarak tanınıyorlar. Adlarını, Ustaosmanağaoğlu’nun yıllardır imam olarak görev yaptığı camiden alıyorlar. İstanbul Fatih semtinde etkili olan cemaat, Çarşamba Mahallesi’nde topluca oturmaktadır. Sarık, şalvar, cüppe giyen cemaat üyeleri, radikal unsurlara karşı sıcak tavırlarıyla dikkat çekiyor. Özellikle İBDA-C ile olan bağları son derece güçlü. İBDA-C hareketinin lideri Salih Mirzabeyoğlu tarikat içinde söz sahibi. Cemaat, geçmişte kendilerine karşı olduğu ileri sürülen eski Üsküdar Müftüsü’nü öldürmekle suçlandı. Zamanın Üsküdar Müftüsü Hasan Ali Ünal, Ustaosmanağaoğlu ile uğraşmaya başlayınca 4 Temmuz 1982’de öldürüldü. Daha sonraları kasetlerde yaptığı konuşmalarla adlarını duyuran ve tarikat içinden gelen İmdat Kaya ile Ahmet Vanlıoğlu cinayetle ilgili olarak yargılandı ve ceza aldı. Tarikat bu suçlamayı reddetti.
Ustaosmanağaoğlu’nun önde gelen yardımcılarından Çukurbostan Camii İmamı Hızır Ali Muratoğlu da 17 Mayıs 1998’de camide vurularak öldürüldü. Bu olayla ilgili olarak yapılan incelemelerden bir sonuç alınamadı. Muratoğlu’nun tarikat içi hesaplaşmalar yüzünden öldürüldüğü iddia edildi. Ancak daha sonra cinayetin adi bir vaka olduğu üzerinde duruldu. Olay halen aydınlatılabilmiş değil.
MUHAMMED RAŞİT EROL: Erol, Siirt kökenli bir şeyhti. Şeyhliği babasından devralmıştı. Başında bulunduğu cemaat Adıyaman’ın Menzil Köyü’nde örgütlenmiştir. Muhammed Raşit Erol’un 1993 yılında ölmesinin ardından kardeşi Abdülbaki Erol şeyh oldu. Cemaat Afyon’da kaplıca işletmektedir. Ayrıca Ankara Pursaklar’da bulunan dergâhları önemli bir merkezdir. ANAP içinde bir dönem etkin olan dergâh, sağ siyasetçiler üzerinde söz sahibi.
Süleymancılık
Tarikatın kurucusu Süleyman Hilmi Tunahan’dır. Tunahan resmi vaiz olarak görev yaparken 1943’te politika tavrını vaazlarına taşıması yüzünden bu görevinden uzaklaştırılmıştır. DP çizgisinde siyaset yapmıştır. Tarikat bu geleneğe bağlı olarak daha sonra AP’yi desteklemiştir. Tunahan’ın 1959’da ölümünün ardından yerine damadı ve öğrencisi olan Kemal Kaçar (AP milletvekili oldu) geçti. Süleymancılar, Kuran kurslarındaki hâkimiyetleri ellerinden alındığı için uzun süre Diyanet İşleri Başkanlığı’na muhalefet etti. Kurs ve Okul Talebelerine Yardım Dernekleri Federasyonu adı altında oluşturdukları örgüt aracılığıyla görüşlerini yayıyorlar. Avrupa’daki örgütlenmelerini İslam Kültür Merkezleri Birliği adı altında toplayan Süleymancılar, Almanya’da kamusal kurum olarak tanınmak için mason localarından ve Hıristiyan Demokrat parlamenterlerden destek aldı. Son dönemde etkinliklerini yitirmemek için uğraşıyorlar.
Hüseyin Kaplan, Tunahan’ın ölümünden sonra Süleymancılığın etkinlik artırmasında önemli bir ad oldu. 1981’den sonra Kemal Kaçar ile aralarında çıkan sorunlar nedeniyle tarikattan ayrıldı. İstanbul ve Rize’de etkili yerel ölçekte bir Süleymancı şeyh oldu.
Kaçar grubunun diğer etkili isimleri:
Marmara Bölgesi: Turan Kıratlı
Ege Bölgesi: Necati Tosun
İç Anadolu Bölgesi: Cafer Coşkun
Karadeniz Bölgesi: Sabri Gökmen
Akdeniz Bölgesi: Mustafa Tıkmak
Doğu Anadolu Bölgesi: Mehmet Canatan
Güneydoğu Anadolu Bölgesi: Mehmet Bilgin.
Kaçar grubunun yurtdışı örgütlenmesinde etkin olan isimler ise şunlar:
İslam Kültür Merkezleri Birliği (Köln): Mehmet Yufkayürek, Almanya: Nihat Tarlan, Avusturya: Selahattin Çelebi, Hollanda: Mahmut Altın, Fransa: Yunus Sadıkoğlu, İsviçre: Remzi Çelebi, İsveç: Hamza Bal, Belçika: Battal Güçlü.
Nurcu gruplar
Saidi Nursi (Saidi Kürdi diye de tanınırdı) etkisinde kalarak gelişen tarikat, dokuz ayrı liderin etkinliğinde faaliyet göstermektedir.
‘Okuyucular’ ve ‘yazıcılar’ olarak iki ana grup halinde anılıyorlar. Tarikatın siyasi çizgisi son yıllara kadar DP, AP ve DYP olmuştur. Okuyucu grubun önde gelen adlarından A. Sevgi Paksu, Reşat Saruhan, Gündüz Sevilgen DP çizgisinin mimarları olmuşlardı.
Bunların içinde Fethullah Gülen 1970 yılında bağımsız hareket etmek için gruplardan ayrıldı. Gülen, bugün Nurcuların en etkin adı durumunda. Siyaseten BBP ve MHP ile yakınlaşmalarının bulunmasına, FP içinde milletvekillerinin olmasına karşın, kendileriyle diyalog geliştiren sağ veya sol fark etmeksizin bütün siyasetçilere kapılarını açık tutmaktadırlar. DSP içinde milletvekili müridlerinin bulunduğu dile getirilmektedir. Radikal İslami çevrelerle ilişkileri son derece sınırlı olmaktadır. Radikal çevreler Gülen ve etrafındakileri takiye yapmak, devlet güdümünde hareket etmek, dış bağlantılarda Amerikan çıkarlarını savunmakla suçlamaktalar.
Gülen grubunun önde gelen yazarlarından Fehmi Koru bu eleştiriler yüzünden geçmişte İBDA-C militanlarının saldırısına uğramıştı.
Tarikatın ‘okuyucular’ olarak adlandırılan etkin adı Yeni Nesil Grubu oldu. 1980 askeri yönetimince ‘Anayasa’ya hayır’ oyu verdikleri için, çıkardıkları Yeni Asya Gazetesi kapatıldı. Adları Yeni Nesil olarak değişti. Önde gelen isimlerden Mehmet Kutlular, 1990 yılında çıkan siyasi anlaşmazlık sonucu Yeni Asya’yı canlandırdı ve yeniden bir gazete çıkarmaya başladı. Grubun diğer üyeleri Mehmet Fırıncı ve Mehmet Birinci’dir. ‘Okuyucular’ın 1980 yılında yaşadığı siyasi bölünme Şûra Grubu olarak adlandırılan yeni bir hareket doğurdu. Mehmet Kırkıncı bu bölünmede kendi grubunu kurdu. Erzurum yöresinde etkili olmaya çalıştı.
‘Okuyucular’ın etkili adlarından biri de Mehmet Kurdoğlu. Ankara çevresinde etkili olan Kurdoğlu grubu, ‘Işık Evleri’nde Saidi Nursi’nin risalelerini okumak dışında her yöntemi reddediyor.
‘Yazıcılar’ grubunun en etkin adı, Saidi Nursi’nin risalelerinin elle yazımını yapan hattat Hüsrev Altınbaşak’tı. Altınbaşak risalelerin Latince harflerle yazılıp çoğaltılmasına karşı çıkıyordu. Halen çok dar bir çerçevede bu grup faaliyetlerini sürdürüyor. Altınbaşak diğer Nurcu grupların aksine Milli Nizam ve MSP çizgisine destek verdi.
Etkinliği sona ermiş gözüken önemli bir isim, Sait Nuri Ertürk. Saidi Nursi’nin Kürt kimliğini, Muhammed Sıddık Dursun (Med-Zehra grubu) ön plana çıkartarak kendi cemaatini oluşturdu. Bu grup Kürt kökenlilere açık.
Türkçe ‘Yeni Zemin’, Kürtçe ‘Nübihar’ adlı dergilerle faaliyetlerini sürdürüyorlar.
Kürt milliyetçiliğini esas alıyorlar. MED (Marifet Eğitim Dayanışma Vakfı) çerçevesinde etkinliklerini devam ettiriyorlar. Dava adlı bir dergi daha çıkartıyorlar. Önemli adlarından biri de İzzettin Yıldırım.
Aczimendi cemaati ve lideri Müslüm Gündüz de Kadiri tarikatı şeyhlerinden Tayyar Şaşmaz ile Nurculuğun önde gelen adlarından Hulisi Yahyagil’den etkilenenlerden.
Gündüz, Nurcu özellikleri ağır basmasına karşın, giyimi, tarzı, zikir ayinleriyle onların görüntüsünden uzak bulunmaktadır.
Nurcuların ayrılıkları sırasında ortaya çıkan ve Tenvir Grubu adıyla anılan, İsmail Şentürk’ün başını çektiği ayrı bir grupları daha vardır.