03.02.2000
Erbakan’ın 28 Şubat sürecini tetikleyen ünlü ‘İktidara kanlı mı geleceğiz kansız mı?’ sözünün vehameti Hizbullah olayıyla açıkça ortaya çıktı. Bu yüzden Hizbullah’ı iyi incelemek gerekiyor
Tuncay ÖZKAN
Hizbullah operasyonları bitti. Yani polisin ‘ince takibi’ sona erdi. Bundan sonrası savcılıkların araştırmasına bağlı. Peki Hizbullah gerçeği aydınlandı mı? Bence hayır. Çıkan cesetler Hizbullah gerçeğinin nedeni değil, sonucu olduğu için hayır. Bugünkü ceset sayısı 58. İyi kazılsın ve polis araştırması derinleştirilsin 500 kadar daha ceset çıkar toprak altından. Hizbullah gerçeği bundan sonra üstüne gidilerek ortaya çıkartılabilinir. Bu da zordur zor. Bu gerçek devletin içindeki bazı güçlerin, yeni dengeler ve stratejiler benimsemesi ve arınma duygusu içine girip hedeflerini değiştirmedikleri sürece ortaya çıkartılamaz.
Hizbullah operasyonları sırasında bu örgütün yaklaşık 5 milyon mark olduğu tahmin edilen nakit parası bulunamadı. Hizbullahçılara yakın kaynaklar bu paranın 3 milyon mark kadar kısmının Velioğlu’nun ölü ele geçirildiği baskın sırasında evde olduğunu iddia ediyorlar. Ama polis bu miktarda bir para ele geçiremedi. Bu paraların şimdi nerede olduğu ve kimlerin elinde nasıl kullanıldığı çok önemli. Bence bu konu, yani Hizbullah’ın paralarının durumu netleşmeli. Bu netleştiğinde elinde bu kadar büyük miktarlarda bir parayı tutan örgütün, 11 Kürt Nurcusu ve Zehra Vakfı üyesi işadamını kaçırmasının arkasında ne bulunduğu sorusuna doğru yanıt bulma olanağı ortaya çıkacaktır. Şimdi bu işadamlarının para için kaçırıldığını biliyoruz. Öylemi acaba? Zehra Vakfı’nın ve diğer Kürtçü, İslamcı tarikat ve oluşumların önemini şimdi daha iyi kavrama zamanıdır.
Neden İstanbul’a geldiler?
Hizbullah neden yeniden İstanbul’a geldi? Nurcularla neden çatışıldı? Bu sorular Kürt kökenli örgütler olan Hizbullah ile Nurcuların taban kavgasıyla açıklanabilecek kadar basit yanıtları içermiyor. Keşke olayların arka yüzünde bu kadar basit gerçekler bulunsa. Hizbullah son kez yaklaşık 6 ay önce İstanbul’a geldi. İnanılmaz bir yayılma ve operasyon hazırlığı içinde oldukları görülüyor. Ele geçen malzemeler ve örgüt militanlarının dağılımı cumhurbaşkanlığı seçimine denk düşecek günlerde İstanbul’un kan gölüne dönebileceğinin işaretlerini veriyor.
Polis bir büyük oyunu bozdu. Bu bozgunda Velioğlu’nun yakalandığı eve bir kadının kaçırılan işadamlarından birinin kredi kartıyla aldığı çelik kapı için yapılan takip etkin oldu. Hizbullah, İstanbul polisince, özellikle istihbarat birimlerince sıkı takip ediliyordu. Yansıyan bilgiler polisin Beykoz’daki hücre evini izlemeye aldığını gösteriyor. Olay günü sabah izleme sırasında görülüyor ki üç erkek evden ayrılıyor. Öğlenden sonraya kadar da dönmüyorlar. Büyük olasılıkla eve halı almaya gidiyorlar. Polis eve biraz daha yaklaşıyor.
Eve iyice yaklaşılınca çatışma çıkıyor. Evdekiler polise ateş açıyor. Bunun üzerine daha çatışma başladığında o sıralarda Diyarbakır’dan İstanbul’a gelmiş bulunan Hizbullah uzmanı polisler, evde Velioğlu’nun olabileceğini dile getiriyorlar.
Gerekçeleri şu:
“Velioğlu’nun kesin talimatı vardır. Sadece kendisi polisle ve güvenlik kuvvetleriyle çatışmaya girebilir. Diğerleri giremez.”
Akşam çatışma sonrasında da Diyarbakır Emniyeti’nin uzman polisleri morgda Velioğlu’na ilişkin ilk teşhisi gerçekleştiriyorlar.
Şimdi bazı yanlışları da düzeltelim. Beykoz’daki evde bilgisayar var, ama telefon yok. Hüseyin Velioğlu evde telefon bulundurmuyor. Telefonla konuşmuyor. Dolayısıyla birileriyle internet üzerinden haberleşmesi mümkün değil. Hizbullah’ın öyle bin 500 kişilik bir ölüm listesi falan yok. Ama öldürülmesi planlananlar var. Bunlara ait dokümanlar da elde. Bunlarda yazılı olan kişiler çoğunlukta MİT mensupları. Peki Hizbullah bu MİT mensuplarının adlarına nasıl ulaştı? Devlet içinde oldukça yaygın bir militan kitlesi bulunan Hizbullah’ın taban oluşturma ve militan kitlesini geliştirmedeki başarısının bir boyutu bu nokta. Tehlikeli bir boyut.
Telefon kullanmayan, İran’da izleme, izlemeye karşı durma, korunma, bomba, istihbarat, örgüt ve silah eğitimi alan Hizbullahçılar İstanbul’daki olayla ilk kez polisle çatıştılar.
Sadece Velioğlu çatıştı
Bunun altını çizdikten sonra polisin operasyonunun ayrıntıları konusunda biraz bilgi verelim. Evde Velioğlu polisi neredeyse tek başına tutuyor. Polis olay yerinde yeterli sayıya çatışmadan sonra ulaşıyor. İlk izlenimler evde kaçırılan işadamlarından rehine bulunduğu yönünde. Bu nedenle çatışma daha çok polisin tek taraflı ateşi şeklinde gelişiyor. Velioğlu’nun çatışmada süre kazanma çabalarının başında evde bulunan ve kendisine sunulan sorgu kasetlerinin imhası için çabalaması. Yüzlerce kaset Velioğlu’nun yanındaki Cemal Tutar ve Edip Gümüş tarafından evin üst katında bulunan küvete götürülüp suya sokuluyor. Veya ellerindeki silahlarla taranarak imha edilmeye çalışılıyor.
Bilgisayarlara da aynı şey yapılıyor. Ateş ediliyor. Şimdi ele geçen bilgisayarların sistemini kuranlar, bunları çözmek işleriyle de uğraşıyorlar. Bakalım neler çıkacak?
Çatışma sırasında anlaşılıyor ki evde kaçırılan kişilerden kimse yok. Bunun üzerine polis bir el bombası atıyor ateş açılan odaya. Bundan sonra ateş kesiliyor. Hüseyin Velioğlu bombanın şarapnel etkisiyle ölüyor. Bulunduğu yer üst kata çıkan merdivenin başı. İçeri giren polislere üst katta bulunan Tutar ve Gümüş teslim olduklarını belirtiyorlar. Lider ölünce onlar da bırakıyorlar.
Hatiboğlu’nun bakışı
Şimdi bu baskın sonrasında gelişen olayları, basit katliam veya örgüt operasyonlarıyla karıştıranlar yanılırlar. Ceset saymayı bir kenara bırakmak lazım. Örgüte ve dış desteğine bakmalı. İçerde nasıl algılandığına bakmalı. Fazilet Partisi Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu’nun ‘Bir Başka Açıdan Kürt Sorunu’ adlı kitabında PKK-Hizbullah kavgası ve Velioğlu’na dönük ‘devlet yandaşlığı’ suçlamaları hakkında bilgiler var. Hatipoğlu bölgeyi, dengelerini, Hizbullah’ı ve İslam’ın siyaset boyutunu çok iyi bilen bir kişi. PKK-Hizbullah çatışmasında öldürülen Orhan Korkmaz’ı ‘inkılapçı bir Müslüman olarak adlandırıyor ve “İslam’a hizmeti gaye edinmiş Müslümanlar gerçekten çok çetin bir sınavdan geçmektedir. Bir yandan ‘PKK ile silahlı mücadeleye girmeyin. Bu düzenin işine yarar. Sizi halkın nazarında işbirlikçi konumuna düşürür’ diyenler, öbür tarafta işkence görerek öldürülen Kulplu Orhan Korkmaz ve diğer Müslümanların cenazesiyle karşılaşanlar. İşte imtihanın dehşeti bu noktadadır. Müslüman gözyaşını, yüreğini akıtıp mazlumiyetini mi ispatlamalı ve sürdürmeli, yoksa namluya mermiyi sürerek çatışmayı mı seçmeli.” (a.g.e. sayfa 129 – 130)
Hatipoğlu sonra da PKK-Hizbullah çatışmasına kendi yorumunu getiriyor: “PKK’nın TSK ile çarpıştığı ve savaşın sürdürüldüğü bir ortamda, bu savaşa etkin bir üçüncü gücün katılması, doğal olarak kuvvet dengesini değiştirmektedir. İşte bu fiili durum, PKK ile çatışmayı göze alan İslamcı grubun ‘devletin işbirlikçisi’ olarak propaganda
edilmesine yol açmaktadır… Dünyanın dört bir yanında, baskıcı zulüm düzenleri ile mücadele içinde bulunan ve müesses zulüm rejimleri tarafından insanlık dışı işkencelere muhatap olan İslamcıları, rejimin işbrlikçileri olduğunu iddia etmek, her şeyden önce korkunç bir bühtan olur. Hiçbir İslamcı bu tür suçlamayı kabul etmez,
edemez. Ama bizlerin de zalim kim olursa olsun mücadelemizi verirken, rejime karşı olan muhalefetimizi de çok net bir şekilde ortaya koymamız gerekmektedir. Yanlış anlaşılmayı engelleyecek önlemleri almak da bizim görevimizdir.” (a.g.e. sayfa 167-168)
Şeriat nasıl gelecek?
Evet. Sorun ‘İslami rejimin’ gelişinin ‘Kanlı mı, kansız mı’ olacağı sorunudur. Zaman dönüşümün kanla gerçekleştirilmek istendiğinin kanıtıdır.
Bu yüzden Hizbullah gerçeği, üzerine sonuna kadar açılarak bakılması gereken bir olgudur. Bugün dün olduğu gibi üzeri örtülürse, yarın pişmanlık fayda getirmez. Bugün yaşadıklarımız 12 Eylül yönetiminin hataları değil mi? Köktendinci siyaset kanla gelmek için kapıda bekliyor.