27.01.2000
Köktendinci eylemlerle sadece polisiye tedbirler alarak mücadele eden politika sonunda iflas edecektir. Çözüm, ekonomik ve hukuki reformlarla bu alanlarda demokratikleşmekten geçer
Tuncay ÖZKAN
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel çok önemli bir şey söyledi: “Hizbullah, PKK’nın türevidir.” Şimdi iyi de bu ‘türev’ de nedir diyenlere, Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünden aynen aktaralım:
“Bir madde üzerine yapılan kimyasal işlemler sonucu elde edilen bir başka madde.”
Bu tanımdan sonra, haydi şimdi çıkın bakalım işin içinden.. Hizbullah türevini, türetebilmek için, acaba kimler hammadde PKK ile oynadı? Bu nasıl bir oyun?
Hizbullah’ın türev olduğu gerçek ise, onu türetenler kimler? Frankenştayn’ı hangi ‘doktorumuz’ yarattı?
Hizbullah’ın dini lideri kim?
Türk siyaset yaşamının 40 yıllık üstad-ı azamı, dünya siyaset sahnesinin duayeni, Türkiye’de bütün zamanların vazgeçilmez lideri, ‘birbilen baba’ bu lafları durup dururken söyler mi? Bana kalırsa söylemez. Hizbullah gerçeğini ondan iyi kim bilebilir ki? Aslında Cumhurbaşkanı Demirel’in hatıralarını yazacağı zamanlar Türkiye’nin yakın tarihinin aydınlanacağı dönemler olacak.
Türetilen türev; bir zamanlar ülkücü camiaya mensup olan, daha sonra İslam’ı seçen Hüseyin Velioğlu’nun siyasi öğretisi altında gelişti, serpildi. Peki ortaya çıkan bunca olaydan sonra bu grubun dini liderliğini kimin yaptığı neden ortaya çıkmıyor?
Hizbullah ile ilgili olaylar, yapılan resmi açıklamaların gölgesinde kalıyor. Yok denilerek, kamu kurum ve kişileriyle bölgesel inisiyatifler içinde ve derin ilişkiler boyutunda gelişen bağlantılar yok mu ediliyor? Bana sorarsanız özeleştirisi olmayan kurumların veya kişilerin gelişmesi mümkün değildir. PKK terörüne karşı Cem Ersever’i kullanan anlayışlar sadece bizde değil ki, bütün dünyada uygulandı. Kontrgerilla örgütlenmeleri İtalya’da, İspanya’da ortaya çıkarıldı ve yargılandı. İspanya’da sosyalist iktidarın İçişleri Bakanı derin devlet ilişkisi nedeniyle yargılanarak cezaevine girdi. Türkiye’de her olaydan sonra halı altına saklanan gerçekler, Türkiye’nin geleceğini temizlemiyor ki. Öyle sananlar aldanıyorlar.
Fazilet Partisi’nin Hizbullah örgütü ve eylemleri karşısında takındığı tutumu ise yadırgamamak gerek. Taban, tavan çelişkisi elbetteki en çok onları etkileyecek.
İslami sermaye ve yoksulluk
Güneydoğu’da camiler Hizbullah’ın eline geçmiş. İmamlar Hizbullah’ın, cemaat Hizbullah’ın. Kimse de ses çıkarmamış. Müdahale etme gereği duymamış. Siyasal İslam kendi oy potansiyelini Hizbullah’a kaptırmış. Şevki Yılmaz boşuna mı bağırıp duruyordu, “Ben Hizbullah’ım” diye. Sağ siyasiler her seçim dönemi tarikat şeyhlerinin elini öpmek ve icazet almak için boşuna mı onca yol tepiyorlar? El ve etek öpmekle dudak aşınmıyor ne de olsa.
Hizbullah da, diğer radikal örgütler de tarikat, cemaat, İslami sermaye ve yoksulluk bağlamında taban bulup büyüyorlar. Refah Partisi de, Fazilet Partisi de aynı köklerden beslendi. Serpilip büyümelerine 12 Eylül yönetimi ve yarattıkları hukuk göz yumdu.
Ekonomik dengeler bozuldukça, yalnız ve parasız kalanlarda ortaya çıkan en büyük hastalık: köktendincilik oldu.
Amerikalı ünlü iktisatçı Lester C. Thurow’un tahlili bu konuda bana kalırsa çok önemli: “Kaybedenler, dışarıda bırakılanlar ve sisteme ayak uyduramayanlar, belirli bir dünyadan belirsiz bir dünyaya çekildiler. Ekonomik olarak kaybedenler, ‘köktendincilik’ denilen sosyal volkanın içine kusuluyor. Köktendinciliğin yükselişi aslında patlamakta olan bir sosyal volkandır. Ekonomiyle arasında basit bir bağlantı vardır. Ekonomik olarak kaybedenler veya ilerde başarılı olmak için neyin gerektiğini bilmemenin ekonomik belirsizliğini kaldıramayanlar, köktendinciliğe döner. Başarının yeni tanımı yapılamazken, neyin ahlaklı veya neyin ahlak dışı olduğu belli değildir.”
‘Belirsizlik’ tehlikesi
Tarihsel olarak ekonomik ve siyasal belirsizlik dönemlerinde her zaman köktendincilikte yükseliş görülmüştür. İnsanlar yaşadıkları dünyanın belirsizlikleri çok büyüdüğü zaman dine sığınır ve ruhani dünyanın mutluluk vaatlerine döner. Çünkü ruhani dünyanın vaatleri bellidir. Cennetin anahtarlarını vaat eden köktendinciler birer ‘sosyal diktatördür.’ Cennete giden doğru yolu bildikleri ve öbür dünya kavramıyla ilgili ‘somut’ vaatler ile yaptırımları belirledikleri için doğru olan onlardır; onların buyurduklarıdır. Yapmaları gereken, başkalarına bu doğruları tebliğ etmek ve doğru yolu bulmaları için onları zorlamaktır. ‘Onların doğru yolu izlenmelidir: Doğru olan kötü değildir.’ Bu nedenle de yaptıkları zorlama, onlara göre ‘diktatörce’ değildir.
Türkiye bunun somut örneğini ölüm tarlalarından ceset toplayarak yaşıyor. Konca Kuriş cinayeti hangi anlayışın eseri? Köktendinci anlayışla mücadelenin sadece polisiye tedbirlerle yapılabilirliği inancı veya politikası iflas etmeye mahkûmdur. Sorunun çözümü ekonomik ve hukuksal reformlardan, bu alanlarda demokratikleşmekten geçmektedir. Bugünkü sorun, halkla kucaklaşmamak ve onun ekonomik beklentilerine yanıt verememekten kaynaklanmaktadır. İşte bu yüzden devletin soyulmaması çok önemlidir, özelleştirme ihaleleri çok önemlidir. Her soygun Türkiye’nin geleceğine bırakılan saatli bomba gibidir. Türkiye’de hükümet edenlerin anlaması gereken en önemli şey, Hazine’nin soyulmasına göz yumdukça, ayaklarının altındaki toprağın kayıp gideceği gerçeğidir.
Uyuşturucu ve diğer karapara zenginleriyle adaletli bir ekonomik sistem yaratılması mümkün değildir. Köktendinci anlayışların bundan elde edecekleri çıkar, bazılarının sandığından daha da büyüktür. Ekonomik koşulların oluşturduğu köktendinci sosyal volkan henüz patlamamıştır. Yani yaşanan köktendinci tavır arkada kalan değil, önümüzdeki olan boyutuyla gelecek yıllarda, 2000’de daha çok konuşulacaktır.
Yeni bir siyasal yapılanma mı, yoksa kanlı bir dönüşüm mü? Türkiye’nin önünde duran tarihi soru budur. Yani Erbakan’ın dile getirdiği büyük yol ayrımında ne yaşanacaktır? Bu yol ayrımına gelinmiş midir? Köktendincilerin tutumu nasıl şekillenecektir?
‘Kanlı mı, kansız mı? Tatlı mı, acı mı?’ Türkiye bu soruların yanıtını aramaktadır. Köktendinci İslam’ın çözüm olarak dayattığı silahlı yüzü bugün ortaya çıkan boyutlarının çok daha üstünde potansiyel taşımaktadır. Polisiye mücadele daha başlangıç aşamasındadır. Çok zorluklarla karşılaşılacaktır. Öncelikle Türkiye’de faaliyet gösteren silahlı köktendinci unsurların yapıları ve örgütsel özellikleri sanıldığından daha büyüktür ve köklüdür. Hizbullah militanları neden yakalanamıyorlar sanıyorsunuz? Onlar büyük yandaşlıklarının iç ve dış destekleriyle korunmaya devam ederler.
Her yeni ceset sizi şaşırtmasın. Bulunanlardan daha çok kurban toprak altında yatıyor. Unutmayın eskiden gömmeyip sokak ortalarında bırakıyorlardı. Bu vahşet yeni değil. Eğer olaya gerçekçi bir yöntemle yaklaşılıp mücadele edilmezse son da olmaz.