16 Eylül 2003
Kara önlüklü, aydınlık fikirli öğrenciler dersbaşı yaptılar. Hatıralarım da beni onlarla birlikte ilkokul sıralarıma götürdü. Kara önlüklerimiz içinde suları akmayan, en az 50 öğrencinin birlikte okuduğu sınıfımızda, gene en az üç öğrencinin bir sıraya sıkıştığı olurdu. Baraka diye adlandırdığımız, ek binadaki sınıflarda okuyanlar, yazın sıcaktan, kışın soğuktan bitap düşerdik. Çatısı teneke kaplıydı. Duvarları kerpiç, briket karışımıydı. Sınıfın sobasını evlerimizden getirdiğimiz odunlarla yakardık. Yağmur zamanı çatıdan akan suları en az yedi kovayla sınıftan boşaltırdık. Okulumun adı Malazgirt İlkokulu’ydu. Başkent Ankara’da Başbakanlık ve Meclis’e 15 dakika mesafedeydi.
30 yıl değişmemek
Bugün açılan okullara baktım. 30 sene önce biz hangi sıkıntıların içindeysek, okumak için hangi çabaları gösteriyorsak, aynı sorunlar devam ediyor. 14 milyon öğrenci, onların aileleri hep birden çocuklarımızı okutmak için canla başla çırpınıp duruyoruz. Ama hala bir adım yol alamadık. Bir arpa boyu ileri gidemedik. Durduğumuz yerde dönüp duruyoruz.

İlkokul dördüncü sınıf öğrencisiyken, bir gün bayrak töreni sırasında Türkiye’yi konuşmaya başladık arkadaşlarımızla. Ben babamdan duyduklarımı, okuduklarımı aktarıyordum, onlara. Heyecanlıydım. Diyordum ki:
‘Türkiye öyle büyük olacak ki, İtalya arkamızdan gelecek. Biz uçak yapacağız. 2000 yılı Türkiye’nin Türkler’in çok zengin oldukları yıllar olacak…’
Umut yok oldu
O sırada tavanları akan, sobası evden gelen odunlarla yakılan, okul aile birliğinin eğitime katkı parası toplaması her zaman kavga yaratan bir eğitim sisteminin içindeydim. Ama bana öğretilenlerle, gelecek umutlarımla mutluydum. Huzurluydum. Yerli malları haftasında gururum okşanırdı. Öğretmenlerim ak saçlı, bilgili insanlardı. Bir çocuk nasıl yetiştirilir bilirlerdi. En büyük eksikleri canları sıkıldı mı dövmeleriydi.Tıpkı bugünkü gibi.
Şimdi bakıyorum öğretmenler aynı, öğrenciler aynı, sorunlar aynı… Aynı azim, umut, mutluluk ve yokluklar var. Ama umut yok. Bizi var eden, Türkiye ile gurur duymamızı sağlayan eğitim anlayışı yok. Eğitimin iddiası yok. Özel okullar zaten genel eğitim içinde bir şey ifade etmiyorlar. Dershaneler ÖSS için birer para tuzağı, devlet okulları azmini, şevkini yitirmiş. Öğretmenler bitmiş. Ama bilgiye, ilgiye, sevgiye, umuda aç, tıpkı yavru kuşlar gibi cıvıl cıvıl bağrışmakta olan, bilgi isteyen, ilgi isteyen 14 milyon çocuk okullarda. Bu ne yaman çelişki! Ya o çocuklar bu sistemi yıkar ya da o sistem bu çocukları bitirir. Yazık ediyorsunuz yazık. Umudu tüketiyorsunuz.
Sorun cehalet
Türkiye’nin sorunu eğitimde başörtüsü değildir. Bizim okuduğumuz zamanlarda yoktu da. Sonradan uyduruldu. İmam hatip okulları da değildir. Türkiye’nin sorunu 4 eğitim yılı ortalamasıyla cahilliğe mahkum ettiği çocuklarıdır. Eğitimin kalitesidir sorun. Sorun fiziki koşullar da değildir. Cumhuriyet ilk yıllarında kimleri, nasıl yetiştirmiş, insan hayrete düşüyor. Sorun öğretmen yetiştirmeyi bırakmaktır. Sorun Türkiye’nin ihtiyaçlarına göre eğitim süresini 13 yıla çıkartamamaktır. Sorun üniversiteyi YÖK’e mahkum etme sorunudur. Sorun bu haliyle bile YÖK’ü aratacak yeni yapılanma fikridir. Sorun Türkiye’nin eğitiminin ideolojilere kurban edilmesi sorunudur. Sorun cehalettir. Eğitim sistemimiz koyu bir cehalete kurban gitmektedir. Bu ülkenin kara önlükleriyle okullara koşan bilgi açı çocuklarına yazık edilmektedir. Bunun sonu kötüdür.