Zindanda iki pencereniz var; gelen mektuplar ve konuştuğunuz insanlar. Mahpusun hücresindeki pencere kör. O pencerenin açıldığı bir yer yok: Sadece kör de değil, sağır ve yalancı da zaten.
Gerçek pencere sizlersiniz: Türkiye halkı.
Mektuplar kimi zaman artıyor, kimi azalıyor. Siz mektubu yazdıktan günler, bazen bir ay sonra elime geçiyor. Her bir satırını hatmederek okuyorum. O satırlardan sokağı, Türkiye’nin gerçeğini anlamaya, koklamaya çalışıyorum. Eksik olmayın, iyi ki varsınız; mektuplarınızdan anlıyorum ki sevdanızdır beni burada ayakta tutan, siz de bunu bilin istedim.
Bir de gelecek güzel günlerin depremini hissediyorum yazdıklarınızdan. Ortak çığlık: “Bu böyle gitmez.” Her zulmün, zorbalığın elbet sonu gelir. Türkiye’yi böyle bir cenderede tutamayacakları, sizin mektuplarınızdaki hem yakınmalardan hem de kararlılık ifade eden cümlelerden net olarak anlaşılıyor: “Bu böyle gitmeyecek.” Dostlar geliyor. Mücadelemizin yılmaz, yorulmaz yol arkadaşları. Sohbetlerimiz kısacık. Türkiye’yi konuşuyoruz. Partimizin örgütlenmesini, yaşadığımız sorunları, başarılarımızı, yapacaklarımızı. Önce acil çözeceğimiz sorunları masanın üzerine yığıyoruz: Korku salan iktidar zulmü ve toplumun sindirilmesi…
işsizlik, yoksulluk, yer yer açlık… Güvensizlik.
Eğitimsizlik, cehalet, iletişim kanallarının tıkanması…
Yaşamın mutsuzluğu, huzursuzluğu, insan onuruna saldırılar…
Kadınların ve çocukların maruz kaldığı aşağılık tecavüzler…
Şehirlerde ve ülkede yaşanan yönetilememe durumu…
Borç ekonomisinin sömürü düzeni ve modern kölelik…
Ülke yönetiminin dış politik açmazlarında savrulan Türkiye’nin içerde çıkmaz sokaklarda kaybolması durumu: Kürt, Ermeni, Kıbrıs, Yunan açılımlarının ağır bedelleri…
Ülkenin güven duygusunun yok edilmesi, toplumun lime lime olması; sevgisizlik, saygısızlık: Emniyetsizlik.
Ve daha niceleri.
Sonra kendi çözüm önerilerimizi koyuyoruz masaya.
Yeni bir Türkiye yaratacağımız devrimci projelerimizi, Türkiye’nin 4 yıllık iktidarında bu sorunların ne kadarını çözeceğini konuşacağız.
işsizliğin sıfırlanacağı, üretim ekonomisinin ve ekonomik adaletin sağlanacağı, yeni Türkiye’nin inşa edileceği Türkiye’yi görüyoruz. Projelerimizi nasıl, nerede, hangi kaynaklarla yapacağımızı konuşuyoruz.
Her şey tamam. Biz Türkiye için göreve hazırız.
“İyi ama iktidar yolculuğu için sizin çıkıp bunları halka anlatmanız lazım” dedi, arkadaşlar. Dedim ki: “Suçumu söylemeyen, delil göstermeyenlerin beni böyle bir siyasal rekabete, halkla kucaklaşmaya bırakmayacakları, bundan ne denli korktukları ortadayken bu hayal olur. Hukuk yok. Zulüm var.
Bunun için buradan gireceğimiz ve zalimin zulmü varsa, bizim de halkımız var, diyeceğimiz bir iletişim programıyla halka aşkımızı sunacağız. Onun takdirine bırakacağız kendimizi. Bunda da başarılı olacağımıza eminim. Bir yılımız var. Projelerimizi, ne yapacağımızı anlatacağız. Göreceksiniz halk AKP zulmüne karşı bizimle olacaktır. Zulmü de, zindanı da, bunu yaratan siyasal faşizmi de devirecektir…” Hepimizde büyük bir coşku var. Bu coşku inanılmaz umut yüklü. Umudumuzun kaynağı halkımız ve ‘Biz’e olan yaklaşımı. Aşkımız karşılıklı.
Biz halkın istediklerini istiyoruz. Halkımız kendisini aldatanlara, zulmedenlere, yalan söyleyenlere, geleceğini tehlikeye sokanlara, yolsuzluk, yoksulluk, beceriksizlik batağında zalim olanlara gereken yanıtı verecektir. Atatürk aydınlığı yolumuzun kılavuzudur.
Sevgili, Ruşen Özmen’e sokağın psikolojisini sordum: “Halk kucaklaşacağı umut ve mutluluk kadrolarına hazırlanıyor. Bu seçim her şeyi değiştirecek, bu değişimin bütün belirtileri ortada, gözle görülüyor” dedi.
Türkiye’yi kucaklayıp ileri atılacağız. Görev bu.
Toplumlar zor zamanlarda görev vereceği insanların ve kadroların karakterlerini ölçer. Biz 10 yıldır bu sınavdayız. Halkımı bu zor günlerin gereğini yapacaktır. Biz, o teveccühün karşılığını Türkiye’ye borçluyuz. Çocuklarımızın mutluluğu, insanımızın refahı için göreve hazırız. Karakterimiz yapacaklarımızın teminatıdır.

*Görüş yazısı – Cumhuriyet

4 Mayıs 2010