27 Kasım 2001
Türkiye Kıbrıs’ta ev sahibi midir, yoksa kiracı mı? Şimdi bazıları “Şimdi sırası mı kardeşim bunların” derler. Boş verin desinler. Bugüne kadar Kıbrıs ile ilgili ne zaman ağzımızı açsak “aman” diye susturdular. Oysa bu suskunluktan yararlanan kaçakçılar, ne ev sahibini bıraktılar, ne kiracıyı. Toptan soydular herkesi.
Kıbrıs sorunu Türkiye’nin en önemli gündem maddesi. Kıbrıs Türk tarafı ve Türkiye, Denktaş ve yanındakilerin “sağmal ineği” haline getirildi.
Artık Türkiye, AB ile savaşa bile girebileceğini düşünecek, Kıbrıs konusunda. Denktaş ve kadrosunun aymazlığı, Türkiye’de ise Süleyman Demirel’in körü körüne Denktaş’a bağlılığının sonucudur bugünkü hazin tablo.
Kıbrıs’ta Türkiye’yi, Türkiyeli olmayı, kötü gözle gören bir Türk topluluğu yaratıldı. Nasıl mı? Anlatayım.
Kaçakçılar, talancılar, rüşvetçiler, hırsızlar kayırıldı adada. Hukuk dahil her şey bu hukuksuzluğa göre dizayn edildi. Türkiye’de 1980 sonrasında orada görev yapan Türk generallerin yolladıkları raporları ve ekindeki belgeleri açıklasalar, Denktaş ve taifesinin sokağa çıkmaya mecali kalır mı? Küçük adada kimin kursağında ne var, herkes çok iyi biliyor.
Kaçakçılık merkezi Kıbrıs
Ada özellikle 1980 sonrasında her türlü kaçakçılığın kol gezdiği bir yer oldu. Gümrüklerinde Kıbrıs Türk kesiminin ağaları istedikleri malları getirip geçirdiler. Hesap kitap yok. Türk askerinin saptamaları üzerine gümrüklere baskın düzenlendiğinde, o dönem sorumlu olan Kamuran Ezel, baskının başlamasının hemen ardından Rum kesimine kaçtı. Sonuç mu? Birkaç ay sonra elini kolu sallayarak dönüp eski işini yaptı. Sonra da emekli oldu. Kimin adamı dersiniz?
Bir başka kaçakçılık öyküsü de tarih üzerine. Türk askeri adada harekatını bitirince tarihi eserlerin envanterini çıkartıp, muhafaza altına almış. Sonra da bunun kontrolünü Denktaş ve adamlarına bırakmış. Olan ne mi? Yağma, yağma.
Ünlü yazarın kaçakçı dostları
Bir ad: Antonio Mancini. Kıbrıs’ta paha biçilemeyen eserlerin kaçırılmasında kullanılan çetenin başı. Onun yanında Türkler de var. Mesela bir ünlü Türk yazar: Refik Erduran. Kıbrıs’ta Erduran’ın yaptıklarını benim yerime Nazım Hikmet dinleseydi, onun teknesiyle değil kaçmak, yanında durmasını yeğlemezdi. Kaçakçı Mancini’nin kiralık sarayında kalıp, İngiliz artıklarıyla kurulan çetenin tarih yağmasına tanıklık etmek, kaç ünlü yazara kısmet olmuştur ki? O evde oturup ünlü yazarımız, zevku sefa içinde tarih yağmasının tanıklığının tutanaklarını tutmuştur belki de! Bunları yayımlar, biz de daha bilemediklerimizi ondan öğreniriz inşallah. O anlatmasa da bundan sonra anlatacaklar, yazacaklar çok çıkar bu öyküyü.
Yazarımız sadece tanıklık etmekle kalmamış, Mancini’yi tutuklayan dönemin Kıbrıs’ta güvenlikten sorumlu Türk paşasına, yüzü kızarmadan o kaçakçıyı kurtarmak için rüşvet bile teklif etme cüretini gösterebilmiştir. Aldığı yanıt küfürden beterdir.
Bu kaçakçının ve çetesinin ele geçirdiği paha biçilmez ikonalar, amforalar ve diğer tarihi eserler, İngiliz bandıralı lüks yatlarla gelen ve Kıbrıs’ta en üst düzeyde ağırlanan konukların bavullarında kaçırılmıştır adadan. Yatlar eserlerin konulduğu bavullarla açılırken, limanda kaçakçılara sarı bir Mercedes ile onu kullanan şişman bir adam eşlik etmiştir.
Bunlar o zaman neden dile getirilmedi? Hep aynı terane, “şimdi sırası mı?” Evet şimdi sırası! çünkü biraz daha gecikilirse, zor olan çözüm, imkansız hale gelecek.