25 Şubat 2002
Türkiye açısından çok önemli bir yol ayrımındayız. Ya değişecek ve düzenimizin ayarlarını dünyanın gelişmişliklerine göre yeniden yapacağız ya da aynen devam edecek, katiller demokrasisinin, hırsızlar düzeninin esiri olacağız. İşte bunun için değişim kaçınılmaz diyorum. Ekonomimiz artık yoksulluğumuzu taşıyamıyor. Hukukumuz can çekişiyor. Ahlakımız, kültürümüz gibi paramparça. Sosyal ve siyasal kurumlarımızdaki tıkanma artık toplumsal yapımızı olumsuz yönde değiştiriyor.
Bütün bunlar kara gözlükle bakan bir adamın yorumları değil. İster pembe, ister mavi gözlükle bakın. Kendinizi kandırmıyorsanız, Türkiye’de tablo budur. Yoksulun öfke dolu sessizliği, zenginin alaturka bencil kapitalizmi, bürokratla siyasetçinin oligarşisi bizim düzenimizin ta kendisi değil mi? Öyle bir devlet düşünün ki; vergi düzenini, para sistemini, askeri gelişimini dışarıdan etkilerle şekillendirip sürdürsün. Ekonomik çözüm diye sadece vergi dayatsın, IMF ne istiyorsa ona göre davransın. Öyle bir halk düşünün ki, vergi çalmak, Hazine’den götürmek dışında zengin olma yolu bilmesin.
Artık bu düzenin böyle gidemeyeceği apaçık değil mi? Sporda şike, adliyede şike, siyasette şike. Şike şike şike… Artık sistemlerimizi önceliklerimize göre yenileme zamanımız geldi de geçiyor bile. Üretmeyi, fakirliğini yenmeyi beceremeyen Türkiye’nin yaşama şansı var mı sizce?
Aynı kaderin yolcusuyuz
Önümüze dayatılan Ortadoğu ve Kafkasya seçeneklerini unutup idam ve Kürtçe öğretimi konularında olduğumuz yerde dönüp duruyoruz. Ben bir Türk’üm. Türkiyeliyim. Ulusuma, ülkeme bağlıyım. Benim ne idam edilmek istenen Abdullah Öcalan’dan, ne de öğretilmek istenen Kürtçeden en küçük bir korkum yok. Kürtlerden ve kültürlerinden hiçbir kaygı ve endişe duymuyorum. Bin yıldır onlarla beraberim. Onları tanıyorum. Benim kaygılarımın kökeninde Kürt yok. Aynı kaderin ve tarihin yolcularıyız.
Benim sıkıntım Kürtleri bir terör ve şiddet maşası olarak kullanmak isteyenlerle. Bunların bir kısmı Türkiye oligarşisinin içinde, önemli bir bölümü de Batı’nın tam göbeğinde. Bu gerçeği bildiğim için bir Türkmen olarak Abdullah Öcalan dahil hiç kimsenin idam edilmesini istemiyorum. İdamı bir ceza olarak görmüyorum. Her 5 yılda bir en az Abdullah Öcalan kadar katil olan binlercesini af yasalarıyla sokaklara salmıyor muyuz?
Kürtçe öğrenimin en küçük bir kaygısını taşımıyorum. Türkçe ve Türk kültürü noktasında daha kaygılıyım. Türkiye’de hangimiz çocuklarımızı İngilizce veya diğer dillerin boyunduruğundan kurtarabiliyoruz ki? Kürtler çocuklarına İngilizce veya Türkçe yerine Kürtçe mi öğretmek isteyecekler? Güldürmeyin Allah aşkına? Bu arada hatırlatayım; Abdullah Öcalan da Kürtçe bilmiyordu. Bütün talimatlarını Türkçe veriyordu, konuşmalarını Türkçe yapıyordu.
Şimdi bazılarının Türkiye ve Türkler üzerine dile getirdikleri korku ve endişe sözcüklerini benim kabullenmem olanaksız.
Daha kötü olur
Abdullah Öcalan’ı asmazsak ileride Mandela olurmuş. Zaman katillerin katilliklerini eksiltmez. Bence Mandela örneğini iyi incelemeden dile getirilen sözler bunlar. Daha çok da sandık ve seçim hesaplarıyla ilgili yaklaşımlar. Öcalan asılınca sandıkta bazılarının kazançlı çıkacağını hiç zannetmiyorum. Ben Türkiye açısından daha da kötü olacağını düşünüyorum.
Ben bir Türk, Türkmen ve Türkiyeli olarak Abdullah Öcalan’ın öldürülmesi yoluyla korunup kollanacağım düşüncesinden nefret ediyorum. Bunun bana ve benim gibi düşünenlere karşı büyük bir saygısızlık olduğuna inanıyorum. Türkleri ve Türkiye’yi Öcalan’ı idam ederek veya Kürtçe öğrenimini yasaklayarak koruyacağını ileri sürenlere katılmıyorum.
Türkiye’nin bu iki konuya takılmadan, bunlarla ilgili yasal düzenlemeleri bir an önce gerçekleştirip, gerçek gündemine dönmesi gerektiğine inanıyorum. Türkiye’nin gerçek gündeminde değişim, yeniden yapılanma ve ekonomik çöküntü var. Bunlarla mücadele etmek gerekiyor.
Örneğin iç Anadolu, Doğu Anadolu ve Karadeniz’de devlet vergileri kaldırsa, yatırımcılara elektrik ve su indirimli olarak verilse, belirli bir sayının üstünde işçi çalıştıran müteşebbislere devlet 10 yıl geri ödemesiz krediler verse, ekonomi canlansa nasıl olur? Ya da merkezi idarenin ağır baskısından ve hantallığından illeri kurtarmak için il özel idarelerine ve valilere yeni yetkiler tanınsa olmaz mı?
Türkiye’nin gerçek gündeminde sizce hangisi yer almalı? Bana göre Kürtçe öğrenimi ve idamı Meclis, Türkiye’nin gündeminden bir an önce çıkarmalı. AB istiyor diye değil, Türkiye için…