15.04.1999
Liderlerin TV konusmalarini dinledikçe, bos laftan Türkiye’nin gerçek sorunlarina yer kalmadigi görülüyor. Çogu yapmacik ve reklamcilarin dedigini harfiyen yapip ‘kandirma’ teknigi uyguluyor
O yunu kullanacak yurttas sunu çok iyi anlamali: Bu seçim Türkiye için bir dönemeçtir. Bu yüzden 19 Nisan sabahi Türkiye’nin hangi sonuçla karsi karsiya kalacagi çok önemlidir. Türkiye’nin bu sorunun meçhul yanitini almasina çok az bir zaman kaldi. Bu yanit, Türkiye’nin kaderini belirleyecek güçte etkiler doguracaktir.
Koalisyon kaç ortakli olacak? 2000’li yillarin ilk siyasi cephelesmesinde kimler, kimlerle bir araya gelecek? Cumhurbaskanligi seçiminde Meclis ne yapacak? Solda kim gidecek, sagda kim kalacak? Merkezin durumu ne olacak? HADEP ne yapacak?
Seçimi ‘kader olarak’ önümüze getiren sorular sadece bunlar degil. Bunlar siyasetin sandiktan çikacak yeni oyuncularinin bes yil devam edecek yolculuklarinin durak noktalari. Asil büyük oyuna hazirlikli olmak için bu seçimler ve sonuçlari çok önemli.
Vahametin farkinda miyiz?
Sandiktan çikacak sonuçlarin belirleyecegi yönetici silsilesi muhtardan Cumhurbaskani’na kadar uzaniyor. Böyle bir seçimin ciddiye alinmamasi mümkün degildir. Peki ama Türkiye’de yönetmeye talip olanlardan kaçi bu isi ciddiyetle ve bütün boyutlariyla görebiliyor?
Seçmen olayin vahametini görebiliyor mu? Ya da seçmene bu ciddiyet ne kadar anlatilabiliyor? Seçmen Türkiye’nin sorunlariyla ilgili olarak yeterli bilgiyle donanmis durumda mi? Liderleri, TRT’deki konusmalari sirasinda basindan sonuna kadar izleyince Türkiye’nin sorunlarina ne kadar uzak bulunduklarini bir kez daha gördüm. Bos laf ve propagandadan gerçek sorunlara ve Türkiye’nin önündeki engellere iliskin bilgilere yer kalmiyor. Liderlerin çogu yapmacik. Reklamcisinin söylediklerini harfiyen uygulayarak, seçmeni kandirma tekniklerine dayali bir kampanyanin içindeler. Ne aci, siyaset Bati’da en katiksiz dogrularin barindigi bir bilimsellik içinde gelisirken, bizde
tam tersi hâlâ prim yapiyor.
2000 yilinin siyasetçileri için büyük maç yönetici kadrolar ve olaylar karsisinda görülen dogru kararlar üzerinde olacaktir. Balkanlar, Kafkaslar, Ortadogu, Avrupa Birligi ve Amerika dengesi oyunun zeminini olusturmaktadir. Bu zemin Türk politikacisi için de, Amerikalisi için de üç asagi bes yukari ayni. Degisen sey basariya giden yolda, yurttas desteginin saglanmasi, bunun için ülkenin yönetimini üstlenenlerle onlari seçen yurttaslar arasinda güven ve dogruya dayali bir iliskinin bulunmasi gerekiyor. Bu da seffaf devlet idealinden geçiyor. Amerika’da devletin seffaf oldugunu dile getiren siyasetçilerimiz Türkiye’de gerekli yasalari neden çikartmazlar? Onlar gerçekten seffaf devlet mi istiyor? Seçmenin bilgili olmasini mi istiyor?
Seçim sonucunda bizim oyuna sürecegimiz kadrolarimiz ortaya çikacak. Bu kadrolar zor sinavlardan geçecek. Balkan batakligina girecegiz, ama batmayacagiz. Kafkaslar’in enerji paylasimindan en yüksek kâri edecegiz, patronlarla birlikte olacagiz, ama taseron olmayacagiz. Ortak kalacagiz. Çünkü taseron bir süre sonra mendil gibi harcanabilir. Ortadogu’da Araplarla, Israil arasinda kildan ince, kiliçtan keskin bir diplomasi yürütecegiz. En önemlisi bunlarin yani sira bir de Kürt devleti olusumunu kontrol altinda tutacagiz.
‘Alt kadro’ sikintisi
Simdi soruyorum: 18 Nisan sandigindan bunlarla bas edecek yönetici kadrolar çikar mi? Bu oyunda Amerika, Avrupa, Çin, Rusya çikar dengelerini gözetecek, bunlari algilayacak kadrolar 19 Nisan sabahi sandiktan çikmazsa, Türkiye’nin isi gerçekten zordur. Olaylari kavrayacak liderin veya liderlerin yani sira, çözüm üretecek alt kadrolari da bir araya getirmek durumundayiz. Bunu ancak uzlasanlar arasindan çikartabiliriz. Peki ama kimler kimlerle uzlasacak? Bu o kadar kolay mi? Siyasi kadrolarimizin önümüzdeki dönemde büyük bir kismi aktif politik yasamdan çekilmis olacak. Örnegin, 40 yildir Türk siyasetinde olan Cumhurbaskani Süleyman Demirel 2000 oyununda artik sahnede bulunmayacak. DSP Genel Baskani Bülent Ecevit birkaç yil sonra emekliligini isteyecek. Bu seçimin sonuçlari merkez sagin iki büyük partisi ANAP ve DYP’de liderlik tartismalarini gündeme getirecek. Bu liderlerden biri kesin veya ikisi birden siyaset sahnesinden çekilebilir. Solda CHP seçim sonrasi yeni sorgulamalara hazirlaniyor. Kisacasi iç politikada ve dis dengelerde 2000 yilini çok önemli kilacak gelismeler ve olaylara gebe bir gündemle karsi karsiya bulunuyoruz. Bunun üstesinden gelecek kadrolari aralamalidir Türkiye. Süleyman Demirel’in yerine cumhurbaskani kim olacak? Daha dogrusu yerine bir baskasinin seçimini yapabilecek miyiz? Eger 18 Nisan sandigindan istikrar çikmazsa, cumhurbaskanligi seçimi Türkiye’de basli basina bir olay olur. cumhurbaskanini seçememek, Türkiye’de pek çok eski çagrisimi yeniden akillara getirir. Bu sorunlarin çözülememesi durumunda bazi siyasilerin 2000’li yillarda bile “Ordu gelsin çözsün” mantigina sarilabileceklerini düsünmek istemiyorum. Ancak gerçeklerle arzular her zaman birbirine uymayabiliyor.
Türkiye sadece bu gerekçeyle dahi sandikta istikrar aramalidir. Istikrar seçmenin gerçekleri ne kadar bildigi ile orantili olarak, sandiktan çikacaktir. Peki Türkiye’de seçmen gerçeklerle yüzlesebiliyor mu? Ihtiyaçlar ve bunlara bagli çözüm arayislarinda seçmen dogru verilerle degerlendirme yapabiliyor mu? Benim bunlara yanitim hayir. Liderler gerçekleri degil, seçmenin hosuna gidecek vaatleri anlatiyorlar. Sorunlari saptayanlar çekindikleri için çözüm projelerinin altina imzalarini koyamiyorlar veya çözümün nerede oldugunu bilemiyorlar. Örnegin meydanlar, imam hatip liselerini kimin kapattigini, sekiz yillik egitime kimin karar verdigini bilemiyor. Çünkü lider kendini seçmenin nabzina göre serbet verecek konumda hazir tutuyor. Türkiye’nin sorunlarini çözmek anlayisi ikinci planda kaliyor. Çete gerçegi dahi öyle bir hal aldi ki, seçmenin içinden çikamadigi bir olgu olarak karsimizda duruyor. Isadami Rahmi Koç bile Susurluk olayinin hâlâ çözülememis olmasindan duydugu kaygiyi, Koç Holding’in Genel Kurul toplantisinda dile getirmek zorunda kaliyor. Rahmi Koç’a o kaygiyi duyuran sey, Türkiye’deki belirsizlik ortami. Belirsizligi, yeterli bilgiyle donanmamis olmak ortaya çikartiyor. Sokaklarimizda haraç çeteleri ortaligi kavuruyor, devlet bunlarla mücadele ettigini söylüyor, ancak ne çetelerle ilgili dogru dürüst bilgi kamuoyuna veriliyor ne de mücadele yöntemi anlatiliyor. Her sey üç kelimede özetleniyor: ezdik, ezecegiz, eziyor. Ancak sonuçta katillerin, çete destekçilerinin parlamentoya girmesi engellenemiyor. Iyi de kim kimi, neden eziyor? Türkiye’de bilgisizlige en önemli örnek olay, PKK terörüdür. Yillarca vatandasa PKK
terörü ‘üç eskiya, basibozuklar, belleri kirildi’ denilerek anlatilmistir.
Ancak bu sonuçta 30 bin insanimizin katledildigi gerçegini degistirmemistir.
Seçmene yanlis bilgi
Toplum Susurluk sonrasinda açilan sorusturmalarin sonucunun ne oldugunu bilmiyor. Abdullah Çatli, Alaattin Çakici, Kürsat Yilmaz, Sedat Peker olayinda gerçeklerin uzaginda dolaniyor. Bu mafya gruplarinin siyasi destekçileri halka anlatilmiyor. Var olan bilgiler dezenformasyon yöntemiyle kafa karistirmaya yönelik olgular haline dönüstürülüyor. Sonuç seçmen bildigini sandigi her olayda aslinda yanlis bilgilerle donaniyor. Türkbank olayi her yeri sarsti ama hâlâ Alaattin Çakici ile Korkmaz Yigit arasinda geçen konusmalarin dinleme kasetlerinin kim tarafindan sizdirildigini bilemiyoruz. Oysa bu Türkiye’de kokusmus siyasetin belkemigini olusturuyor. Devlet içindeki bu kokusmus siyasetin uzantilarini gözler önüne seriyor. Ancak bunlari temizleme iddiasiyla sandiga gidecek olan seçmen bu gerçegi bilmiyor. Seçmen ayrica partilerin enflasyon dahil, önemli iç politika sorunlariyla nasil mücadele edecegini de bilmiyor. Seçmen ülkenin kaderini tayin eden sorunlari bilemeyince, dogru tercihini sandiga atamiyor. Türkiye’nin 18 Nisan’a birkaç gün kala önündeki önemli sorun budur. Bu sorun sizi korkutmuyor mu?