21.09.2000
Hükümetin çıkarmak istediği yerel yönetimler yasa tasarısı, belediyelerin içinde bulunduğu rüşvet, siyasi çürüme, kötü yönetim, denetimsizlik gibi sorunlara çare olacak nitelikte değil
Tuncay ÖZKAN
Mardin Belediye Başkanı ağlıyor: “15 aydır çalışanlarıma para vermedim” diye. Mardinli ne yapıyor? Hiç. Siz belediyesi çalışamadığı için ağlayan bir Mardinli duydunuz mu? Pislikten, ilgisizlikten, denetimsizlikten yakındı mı Mardinli? Hayır. Neden? Çünkü alıştı. Alıştırıldı. Mardin Belediye Başkanı Mardin’de ağlayacağına, İstanbul’da ağlıyor. Mardin’de ağlamak zor, İstanbul’da kolay da ondan. Tıpkı para istemenin kolay, hizmet götürmenin çok zor olduğu gerçeği gibi.
Belediyelerin yani Türkiye’de hep ikinci planda kalan yerel yönetimlerin başına gelenler bugünün sorunu da değil aslında. Yerel yönetimleri seçimden seçime hatırlayan politikacıyla, onun dümen suyunda ilerleyen bürokrasi, yurttaşına güvenmediği için bugün başımıza gelenlere hiç mi hiç şaşırmıyorum. Ben bu durumlara şaşıranlara şaşırıyorum. Bir baksanıza belediye başkanlarının kaçı belediyecilikten anlıyor? Kaçının eğitimi, görgüsü, ufku yeterli? Kaçını ağa, siyasi baba ve illeri teslim alan güç odakları için seçivermiş halk. İddia ediyorum halka zorla belediye başkanı seçtiriyor bu sistem. Halk kendini yönetip, hizmet getireceğine inandığını değil, dayatılanlar arasından en iyiyi seçmeye çalışıyor. Belediye başkanları bu sistemi değiştirmek için bağırsalar ve ağlasalar ya. Ama olmaz. İllaki para, para, para…
Borçları silinse ne olur?
Bir zamanlar Turgut Özal-Bedrettin Dalan ikilisinin Türkiye’nin dış borçlarının neredeyse dörtte biri kadar İstanbul’a borç para akıttığını hatırlayın, sonra ne oldu? İstanbul, İstanbul olalı bugünkü durumuna düşmüş müdür? Daha doğrusu düşürülebilmiş midir?
Özal seçim öncesi kıyak olsun diye geçmişte belediyelerin devlete olan borçlarını da Hazine’nin üstüne yıktı. Belediyelerimiz borçsuz kaldılar da sokaklarımız mı değişti?
Bugün belediyelerin 13 Eylül 2000 tarihi itibariyle devlete olan borçları ve dökümü şöyle:
“İller Bankası’na olan borçları 440 trilyon 800 milyar 754 milyon
a) Belediye yatırım borçları 285 trilyon 941 milyar 931 milyon
b) Kısa avans 154 trilyon 858 milyar 823 milyon Diğer kurumlara olan borçlar 265 trilyon 382 milyar 572 milyon
a) Vergi daireleri 156 trilyon 805 milyar 138 milyon
b) Sosyal Sigortalar Kurumu 92 trilyon 665 milyar 417 milyon
c) Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü 10 trilyon 646 milyar 28 milyon
d) Geliştirme Destekleme Fonu 4 trilyon 395 milyar 959 milyon
e) Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu 857 milyar 29 milyon
f) İl spor müdürlükleri 13 milyar 1 milyon Hazineye olan borçlar 1 katrilyon 837 trilyon 510 milyar 564 milyon
a) İller Bankası’nca kesilecek olan 357 trilyon 481 milyar 519 milyon
b) Maliye Bakanlığı’nca kesilecek olan
1 katrilyon 480 trilyon 29 milyar 45 milyon Toplam 2 katrilyon 543 trilyon 693 milyar 890 milyon Şimdi hükümet bu borçların tamamını silse ne olacak sanıyorsunuz? Ne değişecek? İnanın ki hiçbir şey değişmeyecek. Belediyeler geçmişten bugüne Türkiye’nin karadeliklerinin en başında bulunan kurumlar. Onlar sayesinde halkımız “Adamlar rüşvet, müşvet yiyorlar ama iş yapıyorlar” anlayışına alıştırılmadı mı? “Benim memurum işini bilir” anlayışının kalesi belediyeler olmadı mı? Belediye denildi mi rüşvetin akla gelmediği kaç yer kaldı?
Eğri oturup doğru konuşalım. Belediyeler rüşvet, siyasi çürüme, kötü yönetim, denetimsizlik, sahipsizlik kıskacında inim inim inliyor. 2.5 katrilyon borçlu olan belediyelerin başkanları ‘çöktük’ diyorlar. İyi ama çökerken o paraları ne yaptınız? Belediyeler çökerken halkı da beraberlerinde sürüklemediler mi? Kentlerimizin durumunun özeti bu değil mi?
Bugün büyük kentlerin altyapısına gömülen paralarla yeni kentler kurulurdu. Her altı ayda bir yapılan, bozulan kaldırımlar; kazılan, doldurulan yollar; haraç mezat elden çıkartılan mülkler ve daha niceleri. Bunlar orta yerde dururken her şeyi paraya bağlayan anlayışın destek görmesi mümkün müdür?
“Siz bize biraz daha para verin de, seçim geliyor biz yandaşlarımızı finanse edelim. Kazanamazsak bir dahaki seçime kadar zengin ettiğimiz arkadaşlarımız bize bakar” anlayışı egemen değil mi? Egemen. Belediye başkanları toplumun şeffaflık simgeleri olması gerekirken, neredeyse kapalı birer kutu haline geliyorlar. ‘Devlet para versin biz yiyeceğiz’, anlayışı, Türkiye’de halktan destek görmez. Bu anlaşıldığı için sıkıntılar da ortaya çıkıyor. Para, para, para…. Oysa belediyecilik sadece para demek değil. Hizmet sadece parayla olmuyor.
Türkiye’de belediyelerin kültüre, sosyal yaşama, ahlaka katkısı ne düzeyde?
Bütün kapitalist siyasetçiler yeni ahlak arayışlarından bahsediyor. Onların yeni ahlak anlayışlarına ve düzenlerine ihtiyaçları var da bizim belediyelerin ve başkanlarının yok mu? Bir kez de bu tür evrensel talepler yerel yönetimlerden yükselsin. Para ve kadro diye bağıran başkanlar eğitim, adalet, hizmet diye bağırsa ve halkı kötüye alıştırıp bununla yetinmeleri gerektiği inancını aşsalar, bakalım o zaman neler oluyor Türkiye’de. Belki kendileri koltuklarında oturamazlar ama Türkiye’ye demokrasiyi getirirler. Yerel yöneticilerin böyle bir misyonları olamaz mı?
Devletin kapısını çalarken istenilen şey halka hizmet için bu borçlarımızı silin ve bize yeni para verin olmamalı. Yeni bir sistem önerisiyle halkın ve parlamentonun kapısına gidilmeli. “Belediyelerin yetkilerini artıralım! “Peki. Ne olsun? “İhaleleri daha özgür verelim, vergiyi biz toplayalım, parayı biz harcayalım.” Bu biz daha rahat yemek istiyoruz, karışmayın mantığıdır. Bu talepler merkezde oturan dinozorların ve bürokratik oligarşinin dayattığı istekler. Böyle durumlarda hep onlar haklı çıkıyor çünkü.
Türkiye’de belediyecilik geliştirilmeli. Ne yazık ki Osmanlı’nın merkezi otoritesinin sağladığı güç, Avrupa’nın yerel güçleri karşısında inanılmaz avantajlar sağlarken, tarih içinde yerinden yönetim anlayışları geliştikçe merkezin ağırlığı ayağımızdaki prangaya dönüştü. Cumhuriyetimizi kurarken biz yeniden merkeziyetçi anlayışlara sarıldık. Devir bunu gerektiriyordu.
Ama sonra insanıza olan güvensizliğimiz bizi belediyecilik ölçeğinde açmazlara soktu. Yolsuzluk, usulsüzlük, siyasi kayırmacılık bunlara eklenince karşımızda bugünkü tablo kaçınılmaz olarak durmakta.
Hükümetin yerel yönetimlerle ilgili olarak çıkarmak istediği yasa tasarısı, bu sorunların hiçbirine çare olacak nitelikte değil. Merkez yine o bildiğimiz bürokratik kıskacı belediyelerin başına inmeye hazır bir balyoz gibi tutuyor. Bu balyoz nedense yolsuzluk ve usulsüzlük noktasında tehdit
oluşturmuyor da, idari yetkiler ve tasarruflar konusunda ortaya çıkıyor. Bu da ilginç.
Bugün belediye başkanları gidip Ankara’da Meclis bahçesine otursalar, görüşmeleri izleseler ve bunlara katkılarını yapsalar, bu bile Türkiye’de pek çok şeyin değiştiğinin ve başkanların samimiyetinin göstergesi olur. Şimdi medya karşısında ağlayacaklarına gidip illerinde hemşerilerine durumlarını anlatsınlar. Hemşerileri onları bir anlasın, sonra gelip Meclis’e otursunlar. Para istemesinler, yeni bir düzen istesinler. Bu yasa değişikliği tasarısı bunun için en önemli fırsattır.
Samimiyet önemli
Ankara, İstanbul, İzmir, Adana başta olmak üzere diğer illerin belediye başkanları yeni bir sistemi yaratmak için bu söylediklerimizi yapmalılar. Ama bunun için öncelikle olması gereken şey samimiyettir. Samimiyet olmazsa sırf siyasi kaygılar ve ekonomik beklentiler içinde davranılırsa dün ile bugün
arasında bir fark beklemek boşunadır. Hemşerisinden destek alamayan belediyeler, Meclis’ten destek alamazlar. Ankara’da hemşerilerinin sesi olmayı başaranlar, çadırlarda yatıp kalkmayı göze alanlar yeni yasayı yaparlar. Alamayanlar kendilerine acıyan ama onları yemeden duramayan siyasetçi-bürokrat canavarına yem olmaya devam ederler.