Türkiye’de bir yanda Irak savaşının nedenleri, sonuçları; diğer yanda Kıbrıs sorunu tartışılıyor. Ama bütün bunları bir yana bırakan Hürriyet, Milliyet ve Doğan Grubu’nun diğer yayın organları, Çukurova Grubu’nun batırılması için çabalıyorlar. Böyle bir kafa Türkiye’de kriz ortamlarında dahi, doğru bilgiyi halka verebilir mi? Bu medya Türkiye’nin ihtiyacını karşılar mı?
Bu soruların yanıtları ne yazık ki ‘hayır’dır. Türkiye’de bir sivil toplum örgütü olması gereken medyanın bir kısmı, sadece baskı organı olarak görev yapıyor. Bunda medya konusunda netleşmeyen yasal zemin eksikliğinin büyük rolü var. Türkiye’de medya çalışanları, medyanın saygınlığının korunmasında en çaresiz olan kesimi oluşturuyor. Çünkü onların örgütlülüğü yok. Onlar mesleklerini icra ederken, sahiplikten kaynaklanan sorunlarla da baş etmek durumunda kalıyorlar. Patron gazeteyi çıkarları için silah haline getirirken, çalışan buna karşı hiçbir şey yapamıyor.
* * *
Türkiye’de eski medya sahipliği anlayışı Ankara’ya endeksli bir yapıda gelişmiştir. Oysa Türkiye değişiyor. Artık Ankara’da iş kovalayan, rakiplerini batırmak için gazetecilerini seferber eden gazete patronuna Türkiye’nin ihtiyacı yok. Türkiye doğru bilgiyle buluşmak, kucaklaşmak istiyor. Bunu eski alışkanlıklarla gerçekleştirmek mümkün değil. Bu nedenle eski tip gazetecilik de, patronluk da tarih olacak. Tıpkı tekelci medya anlayışlarının da tarih olacağı gibi.
Türkiye’nin toplam kalitesinin yükseltilmedikçe, Türkiye’nin sorunlarının çözülemeyeceğini en önce medya çalışanları biliyor. Bu nedenle Akşam gibi bu farklılıkları bilenlerin yarattığı bir alternatif medya anlayışı var artık. Bugün bazı medya ve yöneticilerinin içinde bulundukları bataklıkta orkide olmakla övündüklerini duyuyoruz. Oysa o bataklıkta orkide olmakla, devedikeni olmak arasında bir fark olmadığı apaçık görülüyor. Sorun bataklığın kurutulması sorunudur. Bu bataklığı da farklılaşarak dışarıya çıkan gazeteciler kurutacak. Çünkü onlar çok sesliliğin ve değişimin öncüleri oluyorlar.
* * *
Kısa sürede sivil toplum örgütlenmesinin sesi olarak, Türkiye’yi doğru, tarafsız ve çıkarlar doğrultusunda çarpıtılmamış bilgiyle buluşturan mecraların sayısı artacak. Akşam bunun en güzel örneği. Sokakta yürürken kafasına taş düşse ‘tekil’ medya düzeninde sesini duyuracak yer bulamayan yurttaşın sesi, artık duyuluyor. Sıkıntının temelinde de bu yatıyor.
Kirli çarkların, kötü düzenin, hırsız sistemin gazetesini allayıp, pullayıp önümüze tek seçenek diye koyamıyorlar artık. Boyaları kazındı. Çürüdükleri, kokuştukları ortada. Gerçeği bundan böyle hiçbir boya ile kapatamayacaklar. Sesini duyuramayanların, Türkiye için, evrensel doğrular için çabalayanların halkla buluştuğu medya, dalga dalga Türkiye’yi kucaklıyor. Bu Türkiye’nin dağıtım, reklam tekellerinin yıkılmasıyla elde edildi. Bundan sonra da büyüme ve gelişme devam edecek. Bütün iftira ve yalanlara rağmen devam edecek. Cumhuriyetin, demokrasinin, laikliğin, sosyal adaletin, hukukun üstünlüğünün, çoğulcu parlamenter sistemin, birey haklarının savunusunu yapacak medya. Bu değerlerin olmadığı her düzene ve düzenlemeye karşı duracak. Diktatörlüğün, savaş çığırtkanlığının, tekelin olmaması için çabalayacak.
Medya artık Türkiye’nin yönetimine karışmayacak. Medya bir sivil toplum örgütü olarak denetim görevini yerine getirecek. Halkın ve yasaların kendisine verdiği yetkileri ve sorumlulukları bilecek. Ona göre davranacak. Patronun bankası iyi, diğerleri kötü olmayacak. Bunun böyle olmasının önünde gördüğünüz engeller yakında halkın tercihiyle ortadan kalkacaklar. Okuyucu kötüyle iyi arasındaki farkı, şantajcı ile haberci arasındaki ayrımı artık görüyor ve olanların tamamının farkında…
30 Ocak 2003